Fatma Şeref
Ayna, Ayna Söyle Bana !
Yaklaşık bir yüz yıl kadar önce Konya'nın dağ köyü Küçükmuhsine’den yaya yola çıkan bir adam ancak geç vakitlerde şehrin girişine gelir.
Yorulmuştur, acil ve önemli işleri vardır ama artık akşam olmuş her yer kapanmıştır. Mecburen geç vakit Hocacihan Hanı’nın kapısını çalar. Kapıyı açan hancıya durumunu arz eder bitkin bir şekilde kendisine bir yer göstermesini ister. Hancı ona yolcuların koğuş usulü yattığı bir bölümde yer verir. Tahta kervete uzanırken , duvarda başının üstündeki çiviye de kıyafetlerini asar. Fakat bu yorgunlukla sabah kalkamamaktan korkmaktadır uyuyamaz. Sonunda hancıyı sıkı sıkı tembihler : “İşim çok acil, sabah beni mutlaka uyandır, en erken beni kaldır, gün doğmadan beni uyandır, sabah mutlaka beni kaldır…” Hancının söz vermesi üzerine rahatlayarak uyur.
Hanın geç kalan tek konuğu kendisi değildir elbette. Ondan sonra başka köylerden gelenler olur. Bir köyün muhtarı, diğerinin imamı , bir başkasının papazı, bir çerçi ,iki çiftçi derken kerevet koridordaki ucuna kadar dolar. Duvardaki çiviler de farklı kıyafetlerle yüklenmiştir doğal olarak.
Hancı söz verdiği gibi sabah ilk önce Küçükmuhsineli’yi uyandırır. O da gözünü açmadan yerinden kalkıp duvardaki kıyafetini alarak giyinip alaca karanlıkta yola düşer. Nihayet gün doğarken Konya merkezdedir.
İşlerini halledip bir an evvel köyüne dönmek için çarşıda pazarda koşturur. Fakat her nedense yolda karşılaştığı tanıdıklar, köylüleri kendisine garip bir şekilde gülümseyerek bakmaktadır. Bu dikkatini çekse de bir türlü sormaya vakit bulamaz. Sonunda bir hemşiresinin dükkanına girer işi bitmiştir artık biraz dinlenip dönecektir. Aynı gülüşü esnafın da suratında görünce dayanamaz ve sorar: “Ben de bir tuhaflık mı var, ne var, karşılaştığım herkes gülüyor, sen de öyle?” Esnaf gülmekten cevap veremez, yan taraftan bir ayna çıkarır adamın yüzüne tutar. Bir an aynaya bakan köylü hayretle çığlık atar : “Aman Allah'ım Hancı benim yerime Papazı kaldırmış!..”
Sabahın köründe kıyafetlerin karışmasına mı gülersiniz , adamın kendini kıyafetle tanımlamasına, o masum tepkisine mi bilmiyorum. Kıyafet kendinden de papazdan da önce geliyor sanki … Önce kıyafete bakıyor.
Birçok fıkradan daha güzel yaşanmış bir hikaye gerçek isimler ve nakilciler Konya Aydınlar Ocağı Başkanı Mustafa Güçlü beyde mevcut merak edenler için… Benim hatırımda bu kadar kaldı. Ama günümüzdeki hız içindeki savruluşumuza ve her şeyi şekil , görüntü, görsel üzerinden okuyuşumuza bakınca zaman zaman aklıma geliyor.
Adeta görünüyorum öyleyse varım , çağı…Ne giydiysem oyum dönemi…
Ve her şeyi o kadar hızlı yaşıyoruz ki yaptığımız işler kendimize uygun mu , görüştüğümüz insanlar, gittiğimiz yollar, düşünmeye, aynaya bakmaya hiç fırsat olmuyor neredeyse, durup dönüp bakmaya da.
Aslında aynaya çok bakıyor ama görmüyoruz. Okuyor ama öğrenmiyoruz, öğreniyor ama yapmıyoruz, dinliyor duymuyoruz. Çok konuşuyor , çok yazıyor , çok iletişim kanalı kullanıyor ama anlaşamıyoruz. Ayrılmıyoruz ama kavuşamıyoruz da bu yüzden…
Samimi olmak, kendimiz olmak için kendimize ve birbirimize zaman vermiyoruz. Buna rağmen bu arsız hız ve haz çağına rağmen sadeleşmenin, durulmanın dinginleşmenin bir yolunu bulmak zorundayız. Yoksa kendimizi üstüne yanlışlıkla papaz kıyafeti giymiş köylü kadar ya da mecburen köylünün kıyafetine kalmış papaz kadar kötü hissedeceğiz.
Aynaya, kendimizi sigaya çekebileceğimiz dost gönüller aynasına sık sık bakmakta fayda var.
Hızı biraz kesmenin de kimseye zararı olmaz hatta hayat kurtarır .Tıpkı trafikte hızla yetişmeniz gereken bir toplantıya beş dakika geç kalmayı tercih etmek gibi. O toplantıya beş dakika geç katılmanız hiç katılamamanızdan iyidir öyle değil mi?
Gelecek hafta görüşmek umudu ile hayırlı Cumalar diliyorum.