Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Meydan Yerinde Kim Var? deyince…
Kur’an bize “Müslümanlıklarını Muhammed Mustafa (a.s)’ın başına kakanları niye anlatıyor? Aynı şekilde Kur’an niye bize “ Müslümanlığınızı başa kakmayın?” diyor. (Bkz. Hucurat 17). Böyle bir zihniyete sahip olmanın imanımızı tasdik edici olmadığımızın göstergesi olacağını ilan ediyor. Yine bize en büyük nimetin, Yüce Allah’ın hidayeti olduğunu bildiriyor. Onun için hakiki bir Müslüman, Müslümanlığını kimsenin başına kakmaz ve onu dünyevi çıkarları için âlet olarak kullanamaz.
Bir Müslümanın akidesi “Allah’a karşı sorumluluklarını yerine getirmede gücü, takati nispetinde hareket etmek olmalıdır. Cenab-ı Hak, hiçbir kimseye gücünü aşan bir teklifte bulunmamıştır. İslam itikadında bir kimseye gücünün fevkınde yük yüklemek caiz değildir. Bu konularla ilgili sahabe neslinde bizim örnek alacağımız birçok olay yaşanmıştır.
İslam’ın ilk günleriydi. “Rahman Suresi” yeni nazil olmuştu. Hz. Peygamber (a.s) bir grup sahabenin önünde bu sureyi Harem-i Şerifte Mekke müşriklerine karşı kim okuyacak? demişti. Bu sözünü üç defa tekrarlamıştı. Her üçünde de sahabelerin içinden beden bakımından en zayıf ve en küçük cüsseye sahip ama imanı volkan gibi atan Abdullah İbn Mes’ud (r.a) “ben okuyacağım Ey Allah’ın Resulu!” diye öne atılmıştı. Aslında Hz. Peygamber (a.s) beden açısından güçlü, kuvvetli kimselerden birisinin okumasını istemişti. Çünkü o iyi biliyordu ki, bu sureyi okumanın ağır bedeli olacaktı ve buna da göğüs germek gerekecekti. Onlardan birisi çıkmayınca Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa (a.s) bu görevi genç sahabe Abdullah İbn Mes’ud (r.a)’a vermişti.
Nihayet, Kabe-i Muazzama’nın yanında müşriklere karşı gür sesiyle Rahman Suresi’nin okuyan Abdullah İbn Mes’ud’a yumrukların biri iniyor, biri kalkıyordu. O, ağır saldırılar karşısında kendisinden geçmiş, kan-revan içerisinde kalmıştı. Ayağa kalktığı zaman kandan bir heykel gibiydim, diyecekti. İşte onun bu cesaretli tavrını “gençliğe hitabesi”nde merhum Necip Fazıl: “Meydan yerinde kim var deyince, sağına ve soluna bakmadan ben varım” ifadeleriyle dile getirecekti.
Dolayısıyla bir Müslüman Allah yolunda bir görev kendisine tevdi edildiği zaman hesap yapmadan, insanlardan bir beklenti içine girmeden, kimseyi de minnet altına sokmadan, neticeyi Yüce Allah’tan bekleme niyetiyle hareket etmelidir. Çünkü Müslümanlığı başa kakmak, akıl ve iz'andan soyunmuş özü-vicdânı çürük kişilere yaraşır. Bu kişiler bir kimseye bir iyilik yaptıkları zaman onu ya söz veya davranışlarla açıklamaya kalkışarak mahcub eder ve gönlüne ıstırap yüklerler. Halbuki Yüce Allah, yapılan hayır işlerinde, güzelliği giderici, gösteriş ve başa kakmak türünden olan kötü davranışlarda bulunmayı sevmez. Başkalarını minnet altında bırakmak için yapılan iyiliklerin Yüce Allah’ın katında bir değeri yoktur. Bu sebeple Allah adına yapılan her türlü ibadetin ve iyiliğin makbul olması Yüce Allah’ı razı etmeye bağlıdır.