Hümeyra Uslu
Yiğidin İyisine Deli Derler!
Rahmetli Şeyh Edebali'nin Cennet mekân atamız Osman Gazi'ye öğüdünü bilir misiniz?
Sizler için yazmak isterim. Şöyle buyuruyor; “Ey oğul, artık Beysin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik bize, hoş görmek sana. Çatışmalar, anlaşmazlıklar bize, adâlet sana. Kötü söz, şom ağız, haksız yorum bize, bağışlamak sana. Bölmek bize, bütünlemek sana…
Bak oğul bu dünyada öyle insanlar var ki şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Akıllı, kuvvetli, kelamlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen eğer sabah rüzgârlarında savrulur gidersin. Öfken ve nefsin bir olur aklını yener.
Bunun için daima sabırlı, sebatkâr ve iradene sahip olmalısın. Bu dünya senin gözlerinin gördüğü kadar büyük değil. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler senin faziletinle ve adaletli gün yüzüne, ışığa çıkacaktır.
Anana atana sahip çık. Bereket büyüklerinle beraberdir. Bak oğul bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken kuruyup kurak çöllere dönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma. Gördün söyleme. Bildin deme. Sevildiğin mekâna sık girip çıkma muhabbetin ve itibarın azalır.
Bu hayatta 3 kişiye acı; cahillerin arasında kalmış âlime, zenginken fakirliğe düşmüşe, hatırlıyken itibarı zedelenmişe. Unutma yüksekte yer tutanlar aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğunda kendini müdafaa etmekten korkma. Bilirsin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli derler…”
Kısa bir yazıt gibi değil mi? Sanki her satır birer kitap gibi… Aslında o günün şartlarında Şeyh Edebali’nin verdiği bu öğütleri bugün hepimiz kulağımıza küpe taşımalıyız. Her ifadenin netliği ve keskinliği bize yaptığımız eylemlerde yol gösterici olmalı.
Belki birer Osman Gazi değiliz ama Gazi’nin torunlarıyız. Bağdat’tan Üsküp’e, İstanbul’dan Yemen’e, Filistin’den Trabzon’a her yerdeyiz. Osmanlı’nın soyuyuz… Karış karışız, biriz beraberiz. Edebali’nin söyledikleri tüm topraklarımızda taçtır. Kanundur, hükümdür. Böyle görmeliyiz. Böyle bilmeliyiz.
Edep bize, saygısızlık onlara.
Ar bize, hayâsızlık onlara.
Efendilik bize, yaramazlık onlara…
Bu böyle olmalı. Yenmek için, önce içimizde kendimizi yenmeli sonra düşmanı yenmeli… Kazanmak için önce kendi içimizdekileri kazanmalı sonra savaşta kazanmalı. Birinci gelmek için önce layığıyla her işten çıkmalı.
Edebali’yi, Yunus’u, Mevlana’yı, Yesevi’yi, Bektaş-ı Veli’yi ve daha nice tasavvufu, âlimi, mütefekkiri, mürekkep tutanı okumalı, anlamalı, onların düsturuyla yaşamalıyız.
Menfaatçi olmamayı, nankörlük etmemeyi düstur edinmeliyiz. Kadir kıymet bilmeli, zahmetsiz rahmet olmayacağına kanaat getirmeliyiz. Lüzumlu olan sözü düşünerek söylemek gerektiğini, her arzumuz karşılansa yine bir şeyler isteyecek aciz birer insan olduğumuzu hiçbir an unutmamalıyız.
Ancak o zaman ecdada layık torunlar, bunca toprağa düşmüş şehitlere layık evlatlar olabiliriz. Ancak bu binlerce yıllık öğütlerden kendimize de birer pay çıkarabilirsek hamlıktan az da olsa çıkabiliriz.
Asırlar boyunca savaşlara tanık olmuş bu vatan bize emanetse emanete hakkıyla sahip çıkmalıyız. Hor görmeyerek, dışlamayarak, huzursuzluk çıkarmayarak…
Son söz olarak dostlar; İnsanı yaşatalım ki, devlet yaşasın!