Derviş Argun
16 Nisan STK'lar için ne anlam ifade ediyor?
16 Nisan’dan sonra neredeyse her kesim bir diğeriyle ilgili suçlamalarda bulunarak siyasette bir arınma gerekli olduğunu söyledi. Sosyal medya bu kabil taleplerle çalkalandı durdu. Ak Parti’nin tüm kademelerine dönük bu talep, bir kısmı gerekçeli bir kısmı da herhangi bir sebep olmaksızın dillendirildi. Ne kadarı iç hesaplaşma, ne kadarı karşılıklı tasfiyeye dönük operasyonlar, bunu bizim bilmemiz mümkün değil. Temennimiz, işin ehli olanlar inşallah bunun farkındadır.
Ak Parti’nin, kurulduğu Ağustos 2001’den hemen sonra gerçekleşen Kasım 2002 seçimleri de başta olmak üzere aldığı oyların büyük yüzdesi lider, kadro ve programı sayesinde alınmıştır. Süreçle lider ve kadronun oy veren kitleler yanındaki ağırlığı lider lehine değişmiş ve son referandum da içinde olmak üzere neredeyse oyların tamamı, lider perspektifine ve lidere olan güvene verilmiştir. Bu durumun siyasi mekanizma açısından doğru olmadığını Recep Tayyip Erdoğan’da kabul ediyor olmalı ki, liderin etkin olmaktan çıktığı kadro ve programın etkin olduğu bir sistem çabası için gayret gösteriyor. Bu gayret netice verirse şüphesiz bugüne kadar elde ettiğimiz tüm kazanımların üzerinde bir kazanım olacaktır. Çünkü doğunun en batısı olan Türkiye’de içinde olmak üzere,bu coğrafya artık lider bağlamında kazanım ve lider kaybında yok oluş sürecine bir dur demek zorundadır.
O sebeple de artık her şey asıl şimdi başlıyor. Bugünden önce hem siyasi hem sosyal reflekslerimiz devlet otoritesini temsil ettiğini iddia eden seçkinci, üstenci takımın dayatmalarına karşı duruş olarak şekillenmişti. Bundandır ki, üretilen projelerin neredeyse tamamında eksik bir duruş, karartıcı bir yaklaşım ve ötelenmiş talepler vardı. Din merkezli ya da farklı eksenden tüm talepler bu üstenci ve devlet biziz iddiasındaki kesimin acaba bu konuda ne der süzgecinden geçiyordu. 16 Nisan bu üstenci dil sahiplerinin artık merkezde olamayacaklarının en önemli dönüm noktasıdır. Bu oldukça kıymetli bir süreçtir ve siyaset, bu sürecin hakkını hangi yelpazeden olursa olsun tüm kesimler için vermelidir.
Öte yandan siyasetteki bu şeffaflaşma ve sorgulanabilirdik düzeyinin artması meselesi doğal olarak STK’lara da yansıyacaktır. Dahası yansımalıdır da. Hangi alanda çalışırsa çalışsın isteseler de istemeseler de tüm STK’lar siyaset ve dolayısıyla kamuda gerçekleşecek olan bu dönüşümden paylarına düşeni alacaklar. Artık tüm STK'lar için “kol kırılır yen içinde kalır” dönemi bitmek zorundadır. Siyasette ve dolayısıyla devlette olmasını umduğumuz şeffaflaşmanın, verim arttırıcı sistem değişikliğinin sivil toplum çalışması yapan kurumlara da ivedi olarak yansıması gerekir.
Eğitim çalışması yapan kurumlarımızdan, ayni/nakdi yardım organize eden yapılara kadar tüm STK'lar yıl içi ve yıl sonu geri bildirimler yapmalıdır. Kendileriyle temasta olan kitleler, vakitlerini, emeklerini ve paralarını verdiği bu yapıların hem şeffaf olduklarına hem de sonuç verici çabalar içinde bulunduklarına şahitlik etmeliler. İmkanları nedir ve bu imkanları oranında bir faaliyet sergiliyorlar mı konusu bana göre hem kamu hem de bu yapılara destek veren kitlelerce kontrol edilmelidir.
İçinde bulunduğumuz sosyolojinin biz de dahil olmak üzere hizmet üretme anlayışı maalesef olması gereken düzeyde değil. Sorumlusunu bulmakta zorlandığımız sorunlar yakamızı bırakmıyor. Ne dini eğitim verilen kurslarımız olması gereken düzey ve hassasiyette, ne de köyden kentten toplayıp getirdiğimiz yavrularımız geleceğin inşasına hizmet edecek erler olarak yetiştiriliyor. Artık STK'ların da kendi gözündeki merteği görüp, ona göre önlem alıp çözüm üretmesi gerekiyor.
Hangi grup, yapı, cemaat ya da vakfa ait olursa olsun insanların birikimlerini toplayıp bir değere dönüştürdüğünü iddia eden organizasyonlar, sürece ve sonuca ait bir hesap vermelidirler. Kimsenin hata ya da ilgisizliğinden kaynaklanan günahını o yapıya malıyla, canıyla katkı sağlayan masum insanlarımıza ödetme hakkı olmamalıdır. Kendi hoyratlığımızdan ya da saçma sapan tasarruflarımızdan dolayı canlar yanıyor ya da yok oluyorsa bunun vebali üretmeyi planladığımız değerden daha büyüktür.
Tüm bunları neden yazıyorum. Siyaset 16 Nisan'dan sonra yöntem olarak değişecek, sistem olarak yenilenecek. Dahası çalışma biçimini ve dilini değiştirecek. Değiştirmek zorunda kalacak. Kitlelerin kendisini siyasal bir dil olarak ifade ettiği yapı değişirse, bu kitlelerin beslendiği kaynaklar da değişmek zorundadır. Yani hem yönetimsel hem de programsal olarak bir revizyona gitme mecburiyetleri var. Gitmezlerse ne mi olur? Kitleler, siyaseten ifade edildiği merkezi aynı zamanda beslendiği kaynak olarak da görmeye başlar. Bu da Türkiye'de STK'ların dolayısıyla sivil duruşun bitmesi anlamına gelir. Geldiğimiz nokta, neredeyse her alanda kamu güven endeksinin STK güven endeksinden daha büyük olduğudur.