1960'lı yıllarda bir gurbetçinin öyküsü

1960'lı yıllarda bir gurbetçinin öyküsü

Almanya'ya gidip de karısını çoluk çocuğunu ihmal eden bir gurbetçinin hikayesi..

İsmail DETSELİ

 

Yıl 1964’ün başlarıydı; İstanbul’da çalışıyorlardı enişte kayın. Enişte Kazım, kayını ise Halis… İkisi de Anadolu kırsalından Konya’nın bir köyünden idiler. Enişte bir tuhafiyecide tezgâhtar, kayın ise bir nalburcuda çalışıyordu. Ekmek parası kazanmaya ve köydeki eşe, ana-babaya katkıda bulunmaya çalışıyorlardı. Yani o yılların gurbet akımına bunlar da katılmışlardı.

Bekâr olarak tuttukları bir ahşap evde 40 lira aylık ile kirada oturuyorlar, akşam olup da işten hangisi erken gelirse pratik bir yemek yapıyor, karınlarını doyurup istirahata çekiliyorlardı. Tabi yatabilirlerse… Çünkü o yıllarda bu tür bekâr evlerinde bit her ne kadar kesilmiş olsa da eksik olmazdı tek tük… Daha çok ahşap evlerde tahtakurusu hüküm sürer, sabahlara kadar insanların kanını emerdi. Hatta o yılların şairleri-ozanları şöyle şikayet ederdi bu zalim tahta kurusundan:

 

Gece karanlıkta yola çıkarsın

Damarda kanıma iğne atarsın

Yatağı sırtıma zehir yaparsın

Uykularımı böldün tahtakurusu…

 

Bu gibi birçok sözlerle acılarını dile getirirlerdi. Kâzım'ın kanından mı yoksa tembelliğinden mi bilinmez, onu pek fazla ısırmayan ve rahatsız etmeyen tahtakuruları gariban Halis’in sabaha kadar ısırılmadık yerini koymazlar, Halis onlarla adeta boğuşur ve uykusuz, halsiz, bitkin bir şekildi sabahlardı.

Kâzım köyünde de fazla çalışmayı sevmezdi, onun için iki çocuğu ile eşini köyde bırakmıştı ana baba yanına, kendisi de burada çalışıyordu. Ne kendine hayrı oluyor ne de köydeki evine… Derken bir Almanya furyası çıkmış, herkes Almanya’ya işçi gitmek için yazılmıştı. Halis’in yaşı tutmadığı için o yazılamamış ama eniştesi Kâzım yazılmıştı, bunu Halis de biliyordu.

Bir gün akşama doğru Kâzım elinde bir demet kağıtla koşarak eve geldi.. Daha evvel eve gelmiş olan Halis’e doğru kağıtları sallayarak “Çıktı, çıktı Halis kağıtlarım çıktı, işler yolunda. Bana Almanya çıktı” diyordu.

Tabi Halis de sevindi, kendi adına değilse de ablası ve yeğenleri adına. Çünkü köyde ablasının hem kaynana-kaynata hem de köyün ağır işlerinden ne derece zor durumda olduğunu biliyordu. Onun için “Acaba eniştem Almanya’ya gider de ablam da biraz daha rahat eder mi oradan gelecek paralarla” diye düşündü ve Kazım’ın sevincine ortak oldu. O gece sabaha kadar hayaller kurdular, işleri iyi olursa Halis’i de Almanya’ya aldıracaktı Kâzım…

 

Ama Kazım bu, ne mal olduğunu herkes tahmin ediyordu… Çünkü kayını Halis hafta tatili olan Pazar günleri ek işler yaparak daha çok ailesinin bütçesine katkıda bulunmayı yeğlerken Kazım eniştesi hiç oralı bile olmuyor, aldığını yiyor, gününü gün ederek yaşamını sürdürüyordu.

Tabi bunları Halis biliyordu ama “acaba Almanya’da daha düzenli çalışır mı” diye de içinden geçiriyor ve eniştesinin sevincine ortak oluyordu.

Bu hayallerle sabah oldu, Kâzım erkenden Alman Konsolosluğu’nun yolunu tuttu. Ve birkaç gün uğraştan, gidip gelmeden sonra bir gece kaynına şöyle dedi: “Kayın oğlan benim elimdeki param olduğu gibi bitti, sen dayan bakalım. Elinde ne varsa bana ver, elbette Almanya’ya gideceğim bol para gazanacağım sana misliyle öderim.”

 

Halis “Yahu enişte sen burada 2 senedir çalışıyorsun bir Almanya’ya giderken harcayacak paran yok mu” deyince sertleşti Kazım, “Fazla uzatma len; var ise ver, yoksa yok de. Bana akıl verme.” Halis’in 500 lirası vardı, çaresiz onu eniştesine verdi. Kâzım onları da harcadı ve bir gün geldi tahta bavulunun içerisine elbisesini, yırtık pabuçlarını doldurup köydeki eşine, ana-babasına, çoluk çocuğa ‘allahaısmarladık’ demeden Almanya’nın yolunu tuttu. Giderken de “Kayın oğlan sağ ol sen olmasaydın bu 500’ü kimden alacaktık, belki de gâvurun yurduna gidemeyecektik. Bu iyiliğini unutmayacağım, ben de sana yapacağım kıyağı biliyorum” dedi ve trene binip gitti.

 

Bir, iki, üç sene Almanya’dan düzenli para gönderdi, arada bir izinli geldi. Her gelişinde de ayrı bir değişiklik hissedilir oldu köylü Kazım’da. Kenarı tüylü fötr şapkalar, o kısa ama görkemli kışlık paltolar, gözde siyah gözlükler filan… Yani albenisi gittikçe artıyordu Kazım’ın… Bu geliş gidişleri tabi iki çocuğu dörde çıkardı. Bu arada Halis de 1965’te askere gitti. Halis zaten tedarikli idi ama arada bir eniştesinden para da istiyordu, nihayet alacaklıydı. O da pek sıkmadı, dediğini yerine getirdi. İlk yıllarda 50 mark 100 mark gönderdi, borcunu ödedi. Zaten durumu pek de kötü  olmayan Halis de bu fazla paraları köyde 5 kardeşi ile geçimini zar zor sağlamaya çalışan babasına gönderiyordu. Elin babası “eskere” para gönderirken bizim Halis babasına “esker”den para gönderiyordu. Eskerlik 1967’de bitti... Halis de baba ocağına, köyüne döndü… Bu arada Almanya’dan eniştesi para göndermiş, Halis de katkı yapmış, ikisi ortak olarak bir arsa almışlardı İstanbul’dan. Halis “ekser”den gelinceye kadar hazırda olan parasını yiyip bitirdi, onun için evlenme parası yoktu cebinde.

 

Biraz daha gurbete gitmeye karar verdi ve babasına durumu anlattı… Baba ise “oğlum borç dert everelim de seni, biz burada işleri idare ederken sen de gider gurbette çalışırsın. Bir yanımız çukurda, anan da ben de mürüvvetini görmek istiyoruz, daha doğrusu torun istiyoruz torunnn” diyordu… Ama Halis akıllıydı, çünkü bu durumda çok insan vardı köyde, yuvalarının durumu ve yaşamları hiç de iç açıcı değildi. Her gün birer ayrı dirliksizlik, her gün dövüş kavga… O bunları ne kendisinin ne de ana babasının ve eşinin yaşamasını istiyordu... Ve babasına rica etti, “Baba müsaade et ben iki sene daha dişimi sıkayım, para kazanıp sonra evleneyim. Hiç olmazsa köyde yaşanan sıkıntıları biz yaşamayalım, eşimi de bırakıp gurbete gitmeye mecbur olmam. Kıt kanaat geçiniriz ama huzurlu oluruz” dedi. Baba bu makul düşünceyi yerinde buldu, kabul etti.

 

Ve Halis yine gurbete gitti. Bu arada Kâzım da gelip gidiyordu senede bir izine… Halis’in gözü kulağı da eniştesinden gelecek bir işarette… “Hadi seni Almanya’ya istettireyim” der mi diye ama yok, hiç öyle bir haber gelmiyordu.

Eniştesini Almanya’da tanıyanlar bilenler “Enişten çalışmayı pek sevmez amma ister kaçak ister normal yollardan Almanya’ya adam götürmeyi pek becerir. Bütün kaçak yollarını bilir. Almanya Başbakanının yapamayacağını enişten yapar” diyorlardı.

 

Halis de bu rüya ile teklif beklerdi ama yoktu haber işte… Bir gün yine köyde bir araya geldiklerinde Halis durumu eniştesine açtı “Yahu abi -enişte demezdi saygıdan- sen bu işlerde artık usta oldun, hani beni de aldırsan oraya. Zaten bu konuda bir sözün de var biliyorsun” deyince onca kalabalığın arasında enişte hemen parladı “Ne demek lan, bana 500 lira verdin onu mu başıma kakıyon. Fazlası ile ödemedim mi ben sana paranı” dedi. Halis yine mütevazı bir şekilde “Abi ben onu demek istemedim, sana paradan bahseden mi var. Onlar geçmişte kaldı, ‘eğer imkânın var ise beni de aldır’ dedim. Olmazsa canın sağ olsun” dedi. Kazım o zaman orada bulunanların içerisinde “Oğlum ben Almanya’da gurbetçilerden iyi bir söz öğrendim ve bu söze inandım, çok güzel bir söz: ‘Parayı koynuna karıyı kaynına teslim et’ dediler ben de parayı koynuma koyuyorum, karıyı da sana teslim ettim. Deli miyim seni Almanya’ya götürecek gadar.”

 

Bunları duyan Halis kalbinden bıçak yemiş gibi olur, ama orada seslenmez. Ve Almanya hayalini unutan Halis evlenmeye kalkar, düğüne parası yetişmez, eniştesi ile ortak oldukları arsayı eniştesine devreder ve kimseye borçlanmadan düğününü yapar. Ele avuç açmaz ama eniştesinin sözünü de hiç unutmaz. Nihayet gel zaman git zaman Halis köyde çalışmakta, enişte ise Almanya’da… Köyde eniştesinin 4 çocuğu vardı. Büyük oğlan “ekserlik” çağına gelir ama Kâzım Almanya’ya iyice alışıp da madam kokanalarını görünce, yaşam da Türkiye’den daha değişik olunca oradaki yaşantıya kendini kaptırıp köydeki çoluğu çocuğu unuttu. Ve adını sanını kaybettirip, selamı sabahı, mektubu kesti… Ne aradı köyü, ne sordu ana babasını, eş ve çocuklarını…

 

BABASIZ MUSTAFA ASKER OLUR

Tabi eşi çocukları merak ettiler hep.. Eşi daha çok gençtir… Çocuklar büyür, fazla tarla bahçe yoktur ekip dikecek. Kadın bu işte koyup gidemez, çaresiz bir haber bekler kocasından. Köydeki başka Alamancılar’dan gelenler olursa onlardan sorar ve ama durumun pek de iç açıcı olmadığını anlar ve kaderine razı olur. Babasından kaynatasından birer bellik tarla alır. Başkasından da tarla kiralar, çocuklarını beslemeye çalışır. Bu arada kadın genç ve güzeldir. Onun için köy yerinde birçok da dedi kodu üretilir, kimin yanında görülse yanlış anlaşılır ve mutlaka bir senaryo yazılır.  Kadın bu, dedikodulardan çok muzdariptir ama yanında herkesin sevdiği saydığı kardeşi Halis vardır… Onun için kimseden çekinmez, ‘herkes ne derse kendi suratını yansıtır’ der. Allah’a sığınır ve bir gün oğlu Mustafa’yı eskere gönderir. Oğlu Mustafa babanın uğurlamasından yoksun bin bir duygularla Diyarbakır’a esker olur, giderken trende bir düşüncedir alır genç Mustafa’yı ve başlar içten içten söylemeye:

Asker ettiler beni kıdemli çavuş

Antep çöllerinde oldum ben bir kuş

Anadan babadan yok mudur bir iş

Uçun kuşlar uçun Konya ya doğruuuu

Böyle yanık yanık söylemeye başlayınca arkadaşları da içlenirler ve yollarına devam ederler.. Nihayet talimler başlar. Mustafa “candarma” olarak hudut karakoluna gönderilir. Burada gece nöbet tutmaktadır, öyle başarılı bir “candarma” olur ki huduttan içeri dışarı kuş uçurtmaz, komutanları da çok sever Mustafa’yı…

 

Bir gün yine bir arkadaşı ile Mustafa gezici nöbettedir, bir çatırtı duyar ve hemen arkadaşını da uyarıp yere yatarlar. Acaba nedir diye dikkat kesilirler, sesler kaçakçıların katırlarının ayak sesleridir ve arada insan konuşmaları da gelir ve anlaşılır ki kaçak mal geliyor huduttan… Mustafa arkadaşına yaklaşıp “bunları ablukaya alalım, zaten dört kişiler, bunları haklarız” der. Biraz cesaretsiz olan arkadaşı “bırak Mustafa bulaşmayalım bu pislere gece karanlığında geçip gitsinler” deyince Mustafa buna şiddetle itiraz eder. “Biz bu vatanı korumak için buradayız, ben buna razı olamam. Sen gelemesen de ben tek başıma mücadele ederim” der. 1973’ün Nisan ayında kaçakçılarla tek başına girdiği mücadeleyi arkadaşının kalleşliği ile kaybeder Mustafa. Bir kör kurşunla yere yığılır, kaçakçılar kaçar, arkadaşları gelir. Mustafa Hakkın rahmetine kavuşmuş ve şehit olmuştur; bu arada kaçakçılar da yakalanır. Cezalanırlar ama babasız Mustafa’nın naşı bir kuşluk vaktinde zaten kocadan gülmeyen ananın kucağına bir helikopter ile getirilir ve yetkililerin katılımı ile köy mezarlığına defnedilir.

 

KAZIM BİTMİŞ OLARAK KÖYE DÖNER

Almanya’da sıfırı tüketen, kokana madamlardan da tekmeyi yiyen ve hatta Alman devletinden bile şamarı gören Kâzım nihayet köye dönmeye karar verir. Anası babası ölmüş, kayın pederi kayın validesi ölmüş, her şeyden daha acılısı oğlu Mustafa şehit olmuş. Önce eve gidemeyen hatta köye çıkamayan Kâzım zamanla horladığı kayını Halis’i Konya’ya çağırıp durumunu anlatır ve köye evine kabul edilmesini rica eder. Halis de “Ablama sorayım, buna o karar verecek” der. Haklıdır ve kardeşine sorar o da “Ne olsa benim ilk göz ağrımdır kocamdır, çocuklarımın babasıdır, bunca çektiğim çileye ve zahmete rağmen dul yaşamaktansa hayırsız herifle yaşamak evladır. Hiç olmazsa kocası başında desinler” der ve kabul eder. Kazım köye geldikten kısa süre sonra kansere yakalanır ve 2-3 sene gibi bir zaman yaşadıktan sonra genç yaşta ölür gider…

Almanya ülkemizde çok az yuvayı mamur ederken birçoklarının da mutlu yuvalarının yıkılmasına, yavruların öksüz kadınların da dul kalmasına sebep oldu. Bu arada Kazım Almanya’dan dönmeyince evde ona kızarak sitem eden eşi Zekiye kadının yazdığı bir şiiri de ekleyelim.. Çünkü “Zekiye bacı bunu eve yüzsüz olarak dönen kocasına okumuş da o da bunlara bir hayli gülmüş” diye anlatırlardı…

 

Almanya’ya gidip de dönmeyen eşine köydeki hanımından sitem..

 

Çocuğu hanımı evi terk edip kaçtın

Gara trene binip Alamanya’ya geçtin

Paraları cıbıldak garılara mı saçtın

Köydeki ana babayı unuttun hemiiii

Seni gidi hayırsız seni namıssız seniii

 

Ağladım olmadı güldüm olmadı

Tükendi gözümde yaş da kalmadı

Ben de gidem dedim bubam salmadı

El içinde pek hecin düşürdün beni,

Nerde hata ettim, len namıssız seniii

 

Zaten köyde pek de işi sevmezdin

Sabah erken kalkıp işe gitmezdin

Lirayı bozardın keyfi bozmazdın

Cebindeki liraların hepsi bitti mi

Aç kalır bana dönersin, namıssız seniii

 

Evvelden de sana pek güvenmemiştim

Amma ne yapayım ki seni sevdim

Dünyada maldan da candan da geçtim

Yuvanı çocukları beni terk ettin hemiii

Allah’ından bul başka dimem namıssız seniii

 

Böyle aylak gezmekle acep sonun ne olacak

Bir gün gelip Alamanlar ordan kovacak

Belki de kokana bir madam karın olacak

Heç ellerden de utanmadın yüzsüzsün hemiii

Bir de afet beni deyon he namıssız seniii

 

Şükür burada ekin çok hasat bol oldu

Topal Memet bile kazancın yolunu buldu

Gavurda para kazanmak sana mı galdı

Sonunda düşürdün şapkayı gösterdin keli

Seni gidi iş kaçkını şey namıssız seniii

 

Gittin gideli buraları hep mi unuttun

Birçok yalan dolanla bizi uyuttun

Düzenbazdın köylüleri bilem soğuttun

Hani o ağzını eğdiğin günler sevmiştin beni

Birez zengin mi oldun yoğsam namıssız seniii

 

Köyde kışlar soğuk olur yazları sıcak

Çalışmasan tüter mi len bu köyde ocak

Senden haber bekleriz hep seste kulak

Kulağını buralara hep kapattın hemiii

Madamlara irezil olası namıssız seniii

 

Her şeyimi mahvettin düzenimi bozdun

Bilmem ki bu köyde sen kimlere kızdın

Dönmem gayri diyerek mektupta yazdın

Kavim kardaşı eşi dostu unuttun hemiii

Seni dolaşık bacaklı çekirge namıssız seniii.

24 Ocak 2001-İsmail Detseli