Adem Alemdar
Adalet yerine gelsin diye oğlunu asabilir misin?
Halife Hz. Ömer zamanında, Mısır valisi olan Amr bin As, Mısır'ı bayındır bir ülke yapmak için imar çalışmalarına başlar. Bunun için İskenderiye şehrinden başlamak üzere, öncelikle caddelerin genişletilmesine ihtiyaç vardır. Plan yapılıp işe başlanır. Çalışma ilerledikçe yol üzerine denk gelen evler ve araziler, sahiplerinin razı oldukları paralar ödenerek istimlak edilmekte ve yollar genişletilmektedir...
Bir gün yol çalışması bir yahudinin evinin bulunduğu yerde kesilir. Yolun genişletilmesi için yahudinin evinin yıkılması gerekmektedir. Yahudi ise evini terk etmek istemez. Görevliler yahudiyi ikna etmek için çok çaba sarfederler. Fakat yahudi evini terketmemeye kararlıdır. Durum Amr bin As'a intikal ettirilir. Vali yahudiyle bizzat görüşür. Fakat o da ikna edemez. Bunun üzerine hiddetlenir ve bedelini fazlasıyla verdikten sonra ”tabii ki seni o evden çıkarırım” der. Yahudi durumu Halife Ömer'e arzedeceğini söyler. Amr bin As da ”sen bilirsin” der...
Yahudi yola koyulur ve bir zaman sonra Medine'ye varır. Rastladığı bir adama halifenin sarayının nerede olduğunu sorar. Adam halifenin sarayının olmadığını söyler. Yahudi şaşırır, zira Mısır'daki valisinin bile sarayı varken, yedi düvele hükmeden şahsın bir sarayı yoktur! Öyleyse halifeyi nasıl bulabileceğini sorar. Adam halifenin evine gitmesini söyler ve yolu tarif eder Yahudi tarif edilen yere varır. Gayet basit, mütevazi bir evdir burası. Diğer evlerden bir farkı yok. Kapıyı çalar, Hz. Ömer’in kızı Hz. Rukiyye kapıyı açar. Yahudi, halifeyle görüşmek isteğini bildirir, Hz. Rukiyye de halifenin evde olmadığını, belki mescid civarlarında olabileceğini söyler. Yahudi geri dönüp halifeyi aramaya başlar. Hava çok sıcaktır ve yahudinin mecali de tükenmiştir. Mescide vardığında bir duvarın gölgesinde başını bir tuğlaya yaslamış, elbisesi eski, hırkası yamalı, uyumakta olan birine rastlar. Ayağıyla dürterek adamı uyandırır.
Adam: Ne istiyorsun, diye sorar.
Yahudi: Müminlerin emirini arıyorum. Onu mutlaka bulmam lazım, der.
Adam: İşte buldun, der. Müminlerin emiri benim!
Yahudi inanmaz. Bu yabancı olduğu yerde, bu garip insanların arasında halifeyi bulma ümidi azalmaktadır. Bu sırada oradan birkaç kişi geçer. Adamlar o eski elbiseli, hırkası yamalı adamı saygıyla selamlarlar. O da büyük bir tevazu ve vakarla karşılık verir. Böylece yahudi, yanındaki adamın halife olduğuna kanaat getirir. Hz. Ömer’in yanına diz çöker, rahatsız ettiği için özür diler.
Hz. Ömer: Rahatsız etmedin. Ne istiyorsan söyle, der.
Yahudi bunun üzerine hikayesini anlatır.
Hz. Ömer dikkatle dinledikten sonra: Sen haklısın, der. Biz de kimsenin malını satmaya zorlamak yoktur. Değerinden fazla bedel vermek de bu hareketi haklı kılmaz. Sonra etrafına bakınır. Bir kemik parçası görür. Onu alır ve üzerine ”Nuşirevan bizden daha mı âdildi? Ben Nuşirevan’dan daha âdilim!” diye yazar.
Sonra bunu yahudiye uzatıp: Bunu al, Amr'a götür, der.
Yahudi, halifenin kendisini başından savdığını düşünür. Çaresiz, kemik parçasını alır. Ertesi gün Mısır'a doğru yola koyulur, İskenderiye'ye gelir. Valiye çıkmaya gerek duymadan evine gider. Davasından ümidini kesmiştir. Sarayı, tacı-tahtı olmayan bir hükümdarın kemik üzerine yazılmış bir sözünden sonuç çıkmayacağını düşünür. Amr bin As ise yahudinin İskenderiye'ye döndüğünden haberdardır ve halifenin kararını merak etmektedir. Birkaç gün sonra yahudiyi çağırtır ve halifeyi görüp görmediğini sorar. Yahudi gördüğünü ve konuştuğunu söyler.
Vali: Ne söyledi, diye sorar.
Bunun üzerine yahudi kemik parçasını çıkartır ve uzatır: Hiç! Bunu Amr'a götür dedi, der.
Amr bin As, kemiği alır ve üzerindeki yazıyı okur ve birden sapsarı kesilir. Gözleri dalmış bir vaziyette bir süre hareketsiz kalır, "Tamam, evini almaktan vazgeçtik" der. Yahudi bir kez daha şaşkındır. Sıradan görünümlü birinden, devlet işleriyle hiç bağdaşmayan, kemik üzerine yazılı bir söz, Mısır'ı yöneten birini nasıl böyle etkiler? "Ey emir, bu sözün sırrı nedir? Bir emir bile ifade etmeyen bir söz sizi kararınızdan nasıl vazgeçirdi" diye sorar.
Amr bin As, anlatır: Henüz cahiliye zamanıydı. Ben ve Ömer Mekke'de yaşar ve ticaretle meşgul olurduk. Sermayemiz fazla değildi. Ortaklaşa alabildiğimiz malları devemize yükler, uzak yerlerde onları satar, kârını paylaşırdık. Bir seferinde İran'ın Medayin şehrine gittik. O zamanlar İran'ın kisrası adaletiyle meşhur Nuşirevan idi. Mallarımızı satıp bir handa konakladık. Hancı bize devemizi koruyabileceğini, paralarımızı da kendisine emanet verebileceğimizi söyledi. Biz, yabancı bir ülkede paramızı emanete vermeyi düşünmüyorduk. Devemizi de ayrı bir ücret ödememek için hanın avlusuna bağladık. Ertesi gün satmayı düşündüğümüz malları alıp Mekke'ye geri dönecektik. Ancak sabahleyin uyandığımızda yastığımızın altındaki para çalınmıştı. Baktık ki, devemiz de çalınmış. Yabancı bir memlekette ortada kalmıştık. Hancının yakasına yapıştık ama nafile Hancı: - Ben size her şeyinizi emanet etmenizi söylemiştim ama kabul etmediniz, dedi. Haklıydı. Ben boynumu büktüm, ama Ömer durumu Nuşirevan'a götürmeye kararlıydı. Nuşirevan öğleye kadar devlet işleri ile meşgul olur, öğleden sonra da halkın şikayetlerini dinlerdi.
Öğleden sonra Nuşirevan'la görüşüp başımıza gelenleri anlattık. Nuşirevan, "Demek yastığınızın altından paranızı çaldılar. Peki be adamlar, paranız yastığın altındayken siz uyuyor muydunuz? Uyanık kalıp paranıza sahip çıksaydınız ya" diye çıkışınca ben cevap veremedim, ama Ömer başını kaldırıp pervasızca, "Evet efendim, biz uyuyorduk. Çünkü sanıyorduk ki siz uyumuyorsunuz" deyiverdi. Ömer'in kralı kızdırmış olmasından korktum. Nuşirevan biraz düşündü. Acaba bize ne gibi ceza verecek diye düşünürken, "Ey Arap, galiba sen haklısın. Memleketimde bulunan herkesin rahatça, huzur içinde uyuyabilmesi için benim uyanık olmam lazımdı" dedi. Biraz sustu, sonra bir haftaya kadar olayın sorumlularının ortaya çıkarılacağını söyleyip bizi gönderdi. Bu arada bir haftalık konaklama masraflarımızı da karşılayacağını söyledi.
Bir hafta sonra saraya gittik. Nuşirevan bizi huzuruna çağırttı. İçeri girince devemizi gördük. Hem şaşırmış hem de sevinmiştik. Sonra para kesemizi de bize uzattı ve bununla ne yapacaksınız? diye sordu. Biz de, memleketimizde satmak için kumaş, ıtriyat gibi şeyler alacağımızı, iki gün sonra da yola çıkacağımızı söyledik. Nuşirevan, "Şehirden çıkarken, biriniz şehrin iki kapısından biri olan Güneş Kapısı'ndan, diğeriniz de Ay Kapısı'ndan çıkın" diye bizi tembihledi. İşlerimizi bitirdikten sonra yola koyulduk. Ömer Güneş Kapısı'na, ben de Ay Kapısı'na yöneldim. Dışarı çıkarken, kapının üzerinde süslü elbiseler içinde birinin asılmış olduğunu gördüm. Yakından bakınca onun şehrin güvenliğinden sorumlu olan Şahnepehlev olduğunu anladım.
Kapıdaki nöbetçiye: Bunu neden asmışlar, diye sordum.
Nöbetçi: Tahkikat sonucunda hırsızlarla birlikte çalıştığı öğrenildi. Çaldıklarının bir kısmı ele geçirildi. Kendisi de ibret için buraya asıldı, dedi.
Dehşet içinde oradan uzaklaştım ve Ömer'le buluştum. Ona gördüklerimi anlattım. O da bana Güneş Kapısı üzerinde güzel giyimli bir gencin asılmış olduğunu gördüğünü, nöbetçilere onun kim olduğunu sorduğunu ve Nuşirevan'ın oğlu olduğunu söylediklerini anlattı. Meğer, Şahnepehlev ile Nuşirevan'ın oğlu ortak olup, bu hırsızlarla işbirliği içindeymişler. İbret olsun diye ikisi de şehrin iki kapısına asılmışlar. Bu hadiseyle Nuşirevan'a niçin âdil denildiğini daha iyi anlamış olduk. Amr bin As susar, sonra, "Ey adam, anladın mı şimdi, Ömer'in bana bunu niçin yazdığını? Nuşirevan, mecusi olduğu halde adalet uğruna kendi oğlunu bile feda etti. Halife, Biz Nuşirevan kadar âdil değil miyiz ki, sen cizyesini ödeyen, emanımız altında bulunan birine böyle davranıyorsun?" demek istiyor. Vazgeçtik, yoksa Ömer'in adaleti bizi mahveder.
Hazreti Ömer'in gönderdiği kemiğin üzerinde sadece şu iki kelime yazılı idi: Ben Nuşirevan'dan daha âdilim!..
...
Bu hikayeyi okuduktan sonra günümüze uyarlayıp gözünüzün önünden bir geçirin bakalım yaşadıklarınızı. Hemen herkesin diyeceği, anlatacağı bir hikayesi çıkar eminim. Ancak unutulmasın adalet, sadece iktidardakilerden uymaları beklenen bir haslet değildir. Yönetilenlerin de adaletli olmaları gerekir...
Günlük hayatta, sıradan bir günde bile adalet terazisin yaylarını gevikleyen ve yüzümüze sırıtarak bakanları görünce işte bu olmazsa olmazımız adaletin eski zaman hikayesi oluverdiğine şahit oluyoruz...
Miras bölüşürken medeni kanun uygulansın diyen kız kardeşler, ertesi gün en dindar olarak çıkıverir karşımıza. Evin büyük oğlu, babasından kalan mirasa enişteleri bulaştırmamak için olmadık entrika çevirir de, yatsı namazında cemaati kaçırmaz! E tabi cemaatle namazın sevabı kat kat fazladır...
Ölüm hak miras helaldir deriz de, ölenin malını mirasçılarına bir türlü intikal ettirmeyiz. Oysa mal zaten mirasçılara kalmıştır, malın sahibi yoktur artık dünyada. Bazen de baba ölmeden malları paylaştırıverir çocuklarına da damatlara gitmesin mal diye kızlara bir iki dandik bişeyler bırakırlar...
Bu gözler ne adaletsizlikler görmüştür, bu kulaklar ne adaletsizlikler duymuştur...
Kimseden Hz Ömer olmasını beklemiyoruz, Nuşirevan olmaksa imkansızdır günümüzde! Öyleyse bari bilerek adaletsizlik yapmayalım da üç günlük ömür bittikten sonra bin pişman olmayalım vesselam...