Dr. Faik Özdengül
Afiyet
Bir saka vardı. Onun da bir eşeği vardı. Mihnetten çember gibi iki büklüm olmuştu.
Sırtında ağır yükten açılmış yüzlerce yara vardı. Ölüm gününe âdeta âşıktı, ölümünü arayıp duruyordu.
Arpa nerde? Kuru otu bile bulamıyor, onunla bile karnını doyuramıyordu. Bir yandan sırtında yara vardı, bir yandan da sahibi demir bir şişle onu nodullayıp duruyordu.
İmrahor, onu görüp acıdı. Eşeğin sahibiyle dostluğu vardı. Ona selâm verdi, bu eşek neden böyle dal gibi iki kat olmuş diye sordu. Adam, benim yoksulluğumdan, benim taksiratımdan. Bu ağzı dili bağlı mahlûk saman bulamıyor dedi. İmrahor dedi ki: Sen, birkaç gün onu bana ver de padişahın ahırında kuvvetlensin. Adam, eşeği o merhametli kişiye verdi. O da onu padişahın ahırına bağladı. Eşek, her yanda tavlı, semiz, güzel ve taze Arap atlarını gördü. Ayak bastıkları yerler süpürülmüş, sulanmıştı. Saman da tam vaktinde geliyordu, arpa da tam vaktinde.
Atların tımarını da görünce başını göğe kaldırdı da dedi ki: Ey ulu Tanrı,
Tutalım eşeğim, senin mahlûkun değil miyim? Neden böyle perişanım, neden sırtım yaralı, neden zayıfım?
Geceleri arkamın acısından, karnımın acılığından her an ölümümü istiyorum,
Bu atların halleri böyle mükemmel. Peki, neden azap ve belâ, yalnız bana mahsus? Derken ansızın savaş koptu. Arap atlarına eğerleri vurup savaşa sürdüler. Onlar, düşmandan oklar yediler. Her yanlarına temrenler sapladı. Savaştan geri dönüp hepsi de perişan bir halde ahıra düştüler. Ayakları sağlam iplerle mükemmel bağlandı. Nalbantlar sıra sıra dizildi.
Hançerlerle bedenlerini yarıyor, yaralardan temrenleri çıkarıyorlardı.
Eşek bunları görünce dedi ki: Yarabbi, ben yoksullukla süregeldiğim şu afiyete razıyım.
O gıdadan da bizarım, o çirkin yaradan da. Afiyet dileyen, dünyayı terk eder.Mesnevi.V. 2360-80
Şu türden soruları hem sık duyarız hem bizler de zaman zaman dillendiririz.
Neden onlar öyle de biz böyleyiz?
Neden onlar refah içinde de biz sürünüyoruz?
Başkalarının bir eli yağda bir eli balda.
Herkese diğeri ya da başkasının hayatı hoş görünür.
İnsan dünyaya ait işlerde ve yaşantıda kendinden daha iyilerini görmeye meyillidir. Oysa Peygamber sav şöyle der: Din işlerinde, kendinizden üstün olanı, görüp ona uyan, dünya işlerinde ise kendinden aşağısına bakıp, Allahü teâlâya hamd eden şükretmiş olur.) [T. Gafilin]
Değişmez bir kaide vardır. O da: Her nimetin bir kederi vardır. Elde edilen her şeyin bir pahası vardır. Daha çok elde etmeyi istemek, daha çok ödemeyi ve daha çok vermeyi de kabul etmek anlamına gelir.
Hikaye, eşeğin geri planını bilmediğimiz bir fotoğraf görmesiyle başlıyor. Eşekle sembolize edilen düşünme biçimi sadece gördüğü resim üzerinden düşünür, geride neler olabileceğini aklına getirmez. Sonra bakımlı ve semiz görünen atların, aslında bunu neyin pahasına elde ettiği gösteriliyor bize. Sonunda eşek, ödeyemeyeceği pahadan dolayı haline razı olup şikayetinden vazgeçiyor.
Hep huzur ister ya insan, Hz Pir hikayenin sonunda huzuru elde etmek isteyenlere küçük bir tüyo vererek bitiriyor:
Afiyet dileyen, dünyayı terk eder.
Peki Dünya nedir?
Dünya sahip olduklarımız değildir gerçekte.
Dünya Allah'tan habersiz olmaktır.
O zaman şöyle bir sonuç daha çıkarabiliriz:
Afiyet ve huzur dileyen Allah'la olsun.