Ahlak tarihimizi ikiyüzlülükle yazdık

Ahlak tarihimizi ikiyüzlülükle yazdık

Gazeteciler birbirine küfür yarışına girdi, politikacılar tehcir tartışmasında herkesi şaşırttı. Son bir haftada yaşadıklarımız ahlak anlayışımızın da ne kadar sorunlu olduğunu gösterdi. Nasıl mı? İşte o analiz…

ERSİN TOKGÖZ/RADİKAL

Ahlak Tarihimizi İkiyüzlülükle Yazdık

Kendileri gazeteci. Üstelik yazar. Yani kelimelerle ilişkileri herkesten daha iyi. Ya da öyle olmalı.

Biri birine saydırıyor: “Doğumunda annen sifonu çekmeyi unutmuş… Şerefsiz… Haysiyetsiz… Yaratık... Yalaka... Rezil... Tosun... Utanmaz… Küçük beyinli…”

Muhatap altta kalır mı? Aynı seviyede yanıtlıyor: “Kemiği kim verirse, onun evini koruyor… Pişkin… Şerefsiz… Haysiyetsiz… Yalancı…”

Başka biri diğerini aşağılıyor: “Çamur… Zavallı şey… Vidanjör… Balkabağı…”

Bunlar medyanın sadece son bir haftalık küfür sicili. Geçmişte neler gördük. Kelimeler küfrün hizmetinde. Belagat, en çok hakarette öne çıkıyor. Hakarette el artıran en cevval yazar olarak anılıyor. Polemik tacı onların başında… Medya buna çok alışık. Adı bile konulmuş: Nasıl da çaktı ama?

Peki; hepsi de şana şöhrete sahip bu küfür üstatlarından birisi ile ilgili bile “Bu ne ahlaksızlık? Bu aşağılık yazılara yayın yönetmenleri nasıl izin veriyor? Alınsın kalemi elinden…” gibisinden ahlak satmaları gördünüz mü? Basının bu kalemlerden temizlenmesi için taarruz hareketlerine şahit oldunuz mu? Linç ekibini iş üstünde izlediniz mi?

Tabii ki hayır. Bu küfürlere karşı tek efekt “Uff, nasıl da çakmış” nidasından ibaretti yalnızca. Herkes pek bir eğlendi. En ahlakçılar bile…

Niye? Çünkü onlar basının ağır topları. Azı dişleri. Hakaret; onların sadece sosu… Küfür; bir delikanlılık gösterisi... Tehdit savurma; alan belirleme hakkı… Aşağılama; fikir özgürlüğü… Gammazlama; kamu görevi… Yani basın özgürlüğü ile ilgili ne kadar alan varsa, hepsi onlar için ayrılmış.

Sakın ha; bir yanlış yapıp sadece analitik bir değeri olduğunu düşündüğünüz eğretilemenizi somutlamak için kimseye en hafifinden ‘abazan’ anıştırması bile yapmayın.

Linç eyyamcıları üstünüze çullanır, dişlerinizi sökmek için nefret kementlerini geçirmeye çalışır, tüm ahlak kazanlarını kaynatıp kinlerini bir anda üzerinize dökerler. Neye uğradığınızı şaşırırsınız. O linci yaşadım. Biliyorum.

***

Çelişki gibi gelebilir belki bu çifte standart. Ama şaşırmayın. Ahlak; “Temel bir yasa olmasını isteyebileceğin gibi davran” temeline oturamadı bizde.

Ondandır ki ahlaki çizgiler, doğrular, onlara karşı alınan tavır bu topraklarda hiçbir zaman “genel geçer bir ilke” etrafında seyretmedi. Sadece medyada değil, her yerde böyle...

Mesela; Başbakan Erdoğan diplomasideki aczini akıl almaz bir şekilde Ermenileri tehcirle tehdit ederek gidermeye çalıştı. Ki bu benzersiz aklın fikir ebeveynleri ırkçı çıkışlarıyla tanıdığımız CHP’li Canan Arıtman ve Dersim Fatihi Onur Öymen’di.

Başbakan Erdoğan Arıtman ve Öymen’le eşitlenedursun, bu önerinin ilk sahipleri olan kendi yoldaşlarına Baykal’dan hiçbir tepki gelmemişti. Ta ki Erdoğan da o sopayı gösterene kadar.

Sonra ne mi oldu? Şu: Böyle bir öneri kabul edilemezdi Baykal’a göre. Irkçılıktı ve dolayısıyla vahimdi. Aynı şekilde; Arıtman deyince karşı çıkan Davutoğlu da Başbakan’a sesini çıkarmadı.

Eh, ahlaki duruş kişilere göre belirleniyorsa… Doğrular doğduğu yere göre anlam kazanıyorsa… Böyle yanar-döner politikacılar başımızda taç olur, seçilmiş gazetecilerin hakaretlerini de ahlak bohçamızda afiyetle sindiririz.

Çünkü biz buyuz. Ahlak tarihimiz böyle yazıldı. Şimdi izlediklerimiz sadece o tarihin yüksek sesle okunmasıdır. İyi okuyun