Ahmet Altan: Rezalete bak!
Bu ülkenin gerçekleri gerçekten ürkütücü
"Kör” bir medyayla yaşamak bu gerçekleri görmekten kurtarıyor insanları, “bilmemenin” o karanlık huzuruna gömülüyorlar ama o “huzur” bir devletin ve toplumun çöküşünü taşıyor içinde.
Şimdi o çöküntünün hangi boyutlara ulaştığına dehşetle tanıklık ediyoruz.
Görmezden gelinen “çürüme” almış başını gitmiş.
Devlet, “diş” gibidir çünkü...
Çürümeye başladığında kendi kendine iyileşmez, siz aldırmadıkça o çürüme daha derine işler, daha büyür, acı vermeye başlar.
Mutlaka bir tedavi, bir temizlik gerekir.
Darbe hazırlamak suçuyla tutuklanan Birinci Ordu’nun eski komutanı dün bir mektup yayınlayarak, eski Genelkurmay Başkanı’yla arasında geçen bir konuşmayı açıkladı.
Genelkurmay Başkanı, Ordu Komutanı’na sormuş:
“Darbe mi hazırlıyorsun?”
Bunu sorduğuna göre bazı “bilgiler” ulaşmış kendisine.
Zaten o dönemin MİT Başkanı da bazı gazetecilere “Birinci Ordu’da darbe hazırlandığını” söylemişti.
Birinci Ordu Komutanı ise, gene kendi mektubunda açıkladığına göre, “nezaket dışına çıkarak” cevap vermiş Genelkurmay Başkanı’na.
Bu da “disipliniyle övünen” Türk Ordusu’ndan başka bir ürkütücü sahne.
Ordu komutanları, genelkurmay başkanlarının karşısında “nezaket dışına” çıkarak konuşabiliyorlar.
Ast üst, hiyerarşi, disiplin hatta nezaket kalmamış.
Kendi içinde disiplinini sağlayamamış, darbe hazırlıkları ve söylentileriyle lekelenmiş, Ordu Komutanı’nın Genelkurmay Başkanı’na “posta koyabildiği” sekiz yüz bin kişilik silahlı bir gücün nasıl tehlikeli bir yapı olduğunu kestirmek çok zor değil.
Bu “disiplinsizlik”, bu başıbozukluk, bu “pervasızlık” sonucunda ardı ardına darbe planları hazırlanabiliyor ordunun içinde.
Bizim gazetenin yayımladığı belgelerin de yardımıyla şimdi “hukuk” bu çürümeyi temizlemeye uğraşıyor.
Ama çürüme, uzun yıllardan beri görmezden gelindiği için öylesine derine işlemiş ki “tedavi” başladığında “sinire” dokunuluyor.
Ordu ve devlet can havliyle yerinden fırlıyor.
“Aman sinire dokunulmasın, çürüme bırakın devam etsin, biz tedaviyi keselim” diyen hukukçular çıkıyor.
Diyarbakır’da görev yaparken karşısına getirilen her “taş atan çocuğu” tutuklayan bir yargıç, İstanbul’a tayin edilince bir gecede “on dokuz” darbe zanlısını tahliye edebiliyor.
İki gün sonra, tahliye edilenlerin yeniden tutuklanmasına karar veren mahkeme ise o yargıcın “suç” işlediği hükmüne varıyor.
Bir mahkeme kararında, hakkında “yetkisini aştığı ve suç işlediği” hükmüne varılan bir yargıç, bu hükümle aslında potansiyel bir sanığa dönüşüyor.
Hukukta, her “suçun” bir cezası olduğuna göre o yargıcın işlediği “suçun” da bir cezası olması gerekiyor çünkü.
Ama iş orada durmuyor.
Savcılar, iki gün sonra yirmi beşi general olan muvazzaf subaylar hakkında “gözaltı” kararı çıkarıyor.
Karar, asayiş birimlerine bildiriliyor.
O subayların gözaltına alınabilmesi, onlara “dokunulabilmesi” için Genelkurmay Başkanlığı’nın izni gerekiyor, Genelkurmay dokuz saat boyunca ses çıkarmıyor.
Sonra aniden “Başsavcı” devreye giriyor ve “bu gözaltılar bana haber verilmeden işleme konuldu onun için Balyoz Savcılarını görevden alıyorum” diyor.
Gözaltı emirleri sabah saat dokuzda verilmiş, Başsavcı “savcıları görevden almaya” akşam beşte karar veriyor.
Neden sabah hemen vermiyor bu kararı, niye dokuz saat bekliyor, o dokuz saatte neler oluyor, kim kimle ne konuşuyor?
Aynı Başsavcı, geceleyin de Anadolu Ajansı’na bir açıklama yapıp “operasyona ara verildiğini” bildiriyor.
Bu operasyona ne kadar süreyle “ara” verildi, o arada ne olacak, operasyon yeniden başlayacak mı, Balyoz soruşturması böyle kapatılacak mı?
Yeni savcıların dosyaları okuması ve Başsavcı’nın operasyonun başlaması için “emir vermesi” zaman alacak, peki o zaman zarfında “zanlılar” ne yapacak, delilleri karartacaklar mı?
Eski bir başsavcı, televizyonda, bir soruşturmanın ortasında savcıları görevden alıp operasyonu durduran Başsavcı’nın “büyük bir sorumluluk” üstlendiğini söyledi.
O sorumluluk ne? O sorumluluğun hukuktaki bedeli ne?
Deliller karartılırsa bunun hesabı Başsavcı’ya mı sorulacak, sorulacaksa kim soracak?
Yaşadığımız bu hukuk skandallarıyla ilgili “yüksek yargıdan” tek kelime çıkmıyor, onlar sadece “anayasa reformunu” durdurmaya uğraşıyorlar.
Anayasa değişirse, o “çürükler” temizlenecek çünkü, sinire dokunulduğunda da tedavi devam edecek.
Anayasa değişimini tartışırken, o değişimin arkasındaki bu korkunç “çürümeyi”, çöküntüyü ve tedaviyi durdurmak isteyenleri de görmeliyiz.
Çünkü asıl tartıştığımız bu “çürük” işte.
AHMET ALTAN - TARAF