Arif Köse /ey kavmim
Akıl Olmayınca…
Annemin meşhur sözüdür: “Akıl olmayınca kuru fikir ne yapsın”. Çoğu zaman anlayamamışımdır bu sözü ama geçen hafta yapılan seçimlerle tastamam idrak ettim. Bu ülkede 40 yıldır adam öldüren, bomba patlatan, yakan yıkan bir terör örgütü var ve bu örgüt “ben şu partiyi, şu adayı destekliyorum” diyor. Halkın büyük kısmı da rakip partiye olan düşmanlığından dolayı gidip o terör örgütünün desteklediği adayı destekliyor. İnsanda fındık kadar feraset olmaz mı ya? Ama yok. Akıl olmayınca kuru fikir hiç bir şey yapamıyor.
Karşı cephede, “biz yerli ve milliyiz” diyen insanların içinde ise öyleleri var ki, PKK ile aynı safta duranlardan daha tehlikeliler. En azından birinde içi dışı kırmızı, neyse o, iyidir kötüdür adam safını belli ediyor; bu taraftaki tam karpuz. Dışı yeşil, içi kırmızı. Bu münafıklık en çok gündelik olaylarda kendini belli ediyor aslında. Örneğin bizim karpuzumuz bir işyerinde çalışırken, tamamen şahsi argümanlarla hedef tahtasına oturttuğu iş arkadaşını, işyerine katkısı olmasına rağmen ayak oyunlarıyla göndermeye çalışıyor. Aslında amaç mevcut işyerinin menfaati olmalıyken, bu menfaati şahsi sebeplerle yok sayıyor ve operasyon üzerine operasyon çekiyor. İşte bu, PKK’ya rahmet okutacak bir münafıklıktır.
Müteahhitliğe soyunmuş arkadaşımız bir daire yapıyor ki, sormayın gitsin. Namaz kılarken başı eşinin ayaklarına değecek kadar küçük bir odada yaşayan Peygamberin ümmeti olma iddiamız varken, arkadaşımız yaptığı evin içine sauna koyuyor, hamam koyuyor, giyinme odası koyuyor ve ev fiyatları astronomik rakamlarda oynuyor. Tabi bu evlerin İslam’da caiz olmayan bir şekilde daha topraktan satışı, yapımında ve satışında kullanılan faizli krediler işin cabası. Artık 2500 TL’lere kadar çıkan kiralar doğal karşılanır oluyor.
Ama biz fakiri düşünmesi gereken bir ümmettik.
Neden bu arkadaşlarımız mütevazı evler yapmazlar ve bu mütevazı evler zenginlerimizin zekâtı hayrı ile satın alınıp tamamen düşkün din kardeşlerimize hediye edilip te ömürlerinin en büyük kangreninden kurtarılmaz ki?
Neden onca vakıf ve derneğin olduğu bir şehirde fakir ailelerimiz ölene kadar yardıma muhtaç yaşar ki?
Yeteri kadar mevcut varken, onların gücünü ve imkânını artırmak mümkün iken neden birileri yeni yeni vakıflar dernekler kurar, üstelik bu yeni kurdukları vakıf ve derneklerde öncekilere gidip danışmaz, tecrübelerini almaz ve her seferinde Amerika yeniden keşfedilir, aynı hatalar yanlışlar tekrar tekrar yapılır ki?
Akıl olmayınca kuru fikir hiçbir işe yaramıyor.
Bir tarafın galibiyeti ile biten bir futbol maçında sonuç iki şekilde alınır: Ya kıran kırana bir maç yapılmış ve sonucunda takımlardan biri alnının teri ile kazanmıştır ya da taraflardan biri kazanmamış diğeri kaybetmiş, hediye etmiştir maçı.
“Yerli ve milli” iddiasındaki takım maçı kaybediyor çünkü içeride karpuz çok. Bugünden sonra iyi bakın, fareler göreceksiniz. Sakalını kesen, tarafsızlığını ilan eden, yapılan yanlışları daha kuvvetli dillendirerek gemiyi terk etmeye zemin hazırlayan fareler.
Dava adamlarını çok severim çünkü davaları yanlış bile olsa hak bildikleri yolda yürümelerinin onları birgün mutlaka Hakk’a götüreceğine inanırım. Sıkıntı, davası olmayanlarda. Bu tür insanlar yalancı organ gibidirler. Bir insan bacağını kaybetse bile, hala bacağının olduğunu hisseder bir süre. Hatta ayağının kaşındığını bile söyleyebilir. İşte bu yalancı organdır. Aslında orada değildir ama varmış gibi hissettirmektedir.
İşte bu fareler, karpuzlar, toplumun yalancı organlarıdır. Sözde varlardır, oradadırlar, ama siz o var olduğunu düşündüğünüz yalancı bacağın, ayağın üzerine basmaya kalkarsanız düşersiniz çünkü o aslında orada değildir.
Tavsiyem o dur ki, toplumun iyiliği için safını belli etmiş düşmanlarınızdan korkmayın. Japon atasözünde denildiği gibi: “Pirincin içindeki siyah taştan korkma, beyaz taştan kork”. Esas korkmanız ve tedbir almanız gerekenler, şahsi menfaatleri için gemiyi delmeye hazır olan farelerdir.
Yoksa gemi bir noktaya kadar aldığı suya rağmen ayakta kalır, o noktadan sonra ise batar.