Akörenli Mehmet Ağa’nın öyküsü
Olay miladi 1880/1885’li yıllara dayanır. Akören’de kardeşleri, aile efradı ve çocukları ile oldukça kalabalık bir aile vardır. İsmail Detseli anlatıyor.
Otururken can arkadaşlar / Hoş konuşur laf lafı açar / Sohbet gittikçe koyulaşır / O tatlı dillerden inciler saçar: / Görüntü ve yaşayışına meczup denenler / Onlardır hak yanında esas erenler.
İsmail DETSELİ
Dünyanın en eski yerleşim yeri olan Çatalhöyük’e 49 km mesafede olan bu ilçemizin eskiden gür ormanlarla kaplı bir yer olduğu ve bu ormanlarda bol av hayvan bulunduğundan ‘av veren’, ‘av vuran’ denirken zamanla Avren ismini almıştır. Bu ilçemizin tarihi milattan önce 6500–7000 yıllarına dayanmaktadır. Biz gelelim esas konumuza…
Bu isimler de neyin nesi diye sorabilirsiniz. Haklısınız üç isim değişikliği… Aynı ismin başka şekillerde kullanılması sonucu bugüne gelmiş güzel ilçemizde yaklaşık 120 veya 125 sene kadar evvel -belki de daha fazla olabilir- yaşanmış ilgi ile okunacak bir olaydan bahsedeceğim.
Bir başkaları olaya kendisi ve yöresi adına sahip çıkmak isterse yanlış olduğunu hemen ispata hazırım, çünkü olayın kaynak kişisi halen yaşayan Akörenli emekli öğretmen Kadir Ağa’dır…
Olay miladi 1880/1885’li yıllara dayanır. Akören’de kardeşleri, aile efradı ve çocukları ile oldukça kalabalık, Kara Mustafalar diye anılan bir aile vardır. Ailenin reisi de bilge bir insan olan Mehmet Ağa’dır.
Bu ailenin reisi Mehmet Ağa bir gün yanına hanımını ve kardeşlerini alarak hayli kalabalık olarak Akören’e ait bir dağa, merkeplerle odun toplamaya giderler. Odunun kolay kesilenini bulmak için ormanda gezerken, bir de ne görsünler. Çırılçıplak, anadan üryan, her tarafı kıllı kılpanlı, saç sakal birbirine karışmış bir adam…
Biraz da ürpererek yanına varıp çevresini sararlar, evin reisi hemen bu adamı kıskıvrak yakalar. Kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini sorar? Adam tam anlaşılmayan bir dil ile ama Türkçe olarak kekeme bir dille “Ben Bozkırlıyım, Dere köyündenim, buraya dereden her gün gelir giderim.” Tüm dağı göstererek “buralar benim” der. Ortalık güz mevsimidir. Çok da soğuktur, kafilenin büyüğü Mehmet Ağa ve yanındakiler üzerlerindeki fazladan elbiseyi çıkarıp çıplak adama giydirirler ve ısınmasını sağlarlar, karnını da doyururlar.
Ve bunu Akören’e getirmeye karar verirler. Odunu kestikten sonra da Akören’e getirirler. O da “gitmem” diye itiraz etmez, yolda gelirken, aile fertleri “sen bu adamı ne cesaretle eve götürüyorsun, delimi tepek mi? Hırlımı hırsız mı? Nerde yatırıp kaldıracaksın, köyde bir başkalarına falan sarkıntılık yapar. Allah korusun derler” ama aile reisinin adama kanı kaynamıştır ve ona acımaktadır. “Yok yok öyle bir şey yapacak adam değil, Allah adamı korkmayın” der ve onların vesvesesini boşa çıkarır.
Adamın köye getirlip, üstünü başını yeni elbiselerle donatılıp, güzelce tıraşı yapılıp tertemiz banyo yaptırdıktan sonra aklı başına gelir. İlkten adını söyleyemeyen adam adını hatırlar ve “İsmim Mehmet Ağa” der. Bundan sonra adamın ismi Deli Mehmet olarak anılmaya başlar. Zaten de Bozkır’ın Dere Köyü’nde Deli Memet diye anılırmış. Ama adam akıllı delidir, kimsede olmayan bazı hasletlere sahiptir ama bunu yalnız evin reisi, bir kızı iki oğlu ve hanımı bilmektedirler.
Çünkü deli Memet Ağa’ya devamlı şu teklifi yapmaktadır. “Ağa, ben eşek ve atların, ineklerin yattığı ahırda yatmak istiyorum.” Ağanın “Olmaz oğlum ayıp ev varken ahırda yatılır mı?” demesine aldırmaz, ahırda kendisine bir ranza yaparlar, orada yatmayı sürdürür. O ahırda hayvanlarla konuşur, dertleşir. Onların kişneme ve anırmalarına seslenerek cevap verir, bazen ağaya “gördün mü ağa kır at ‘yarın Karataş’a ekine gideceğiz’ diyor bak” dermiş ve ertesi gün oraya ekin biçmeye gidilirmiş. Memet hayvanlarla dertleşirken o gün olan olayları onlara anlatır, bazen hüzünlenir bazen gülermiş. Hayvanlar da bunun konuşmalarına karşılık verir, kendi dillerince anırır veya kişnerlermiş. Ağa, çocukları ve hanımı bunun farkına varır, bu Memet’te bir değişiklik olduğunu anlarlarmış ama Memet’ten bu konuda sır alamazlarmış.
Günler gelmiş geçmiş, Memet “baba” dediği ağanın hanımına da “aba”, oğullarına da “ağa” dermiş. Bir gün reis baba Memet’e iyice güven sağladıktan sonra, derki: “Memet ben hayırlı yola, hacca gideceğim. Aban, işler ve çocuklar sana emanet. Göreyim seni” der. O da “hiç marak (merak) etme baba sen, ben buradaki her işin hakkından gelirim” der.
Zaten ağanın başka yardımcıları da var evde ama yine de Deli Memet ile ağa güven tazelemek ister. Ve nihayet ağa vasıta olmadığı için 5-6 ay sürecek olan hac yolculuğuna -eskilerin anlattığına göre- deve ile çıkar. Dört beş ay sonra Mekke’ye vasıl olurlar. Ve hac ibadetlerine başlayıp devam ederlerken bir gün arkadaşları ile sohbet arasında caminin duvarına yaslanan Kadir Ağa “Yahu arkadaşlar şimdi yanımızda hanımlar da olsaydı şöyle bir helva yapsalar da yesek iyi olma mıydı?” der.
Tabi bu espri olsun diye konuşulan latifeler unutulur. O gün Deli Memet hemen ağanın oğlunun yanına varıp derki: “Ağa abama söyle hacda kadir babamın canı helva istedi. Abam çok bir helva yapsın ben bir koşuda babama verip geleyim” der. Oğlan bu durumu anasına iletince anası “Oğlum sanırım garip Memedimin canı helva çekti herhalde hemen yapayım da götürün yesin aslan memedim” der. Ve helvayı yapar, koca bir bakır helkeye doldurup Memet’in yattığı hariciye denilen yere oğluyla gönderir. Memet bakar helva yapılmış ama helkenin ağzı açık. Akşam karanlığı hemen eve koşar ve evin hanımına “aba” der. “Bu helva bakracının ağzına bir bez bağla ben bunu taaa Mekke’ye babama götüreceğim.”
Saf kalpli Anadolu kadını, Memet’in bunu utandığından söylediğini zannederek, “hay hay Memet” der onu kırmaz ve bakracın ağzını temiz beyaz bir bez ile bağlar. Ve herkes gece evlerine çekilip yatarlar. Memet elinde helva helkesi, sabaha yakın namaz vakti Beyti Şerif’in önünde hacda ibadet etmekte olan ağasının karşısına geçer. “Ağa sen dün helva istemiştin ya abama yaptırdım, yeyin diye size getirdim. Biraz geciktim amma yol garanlıktı gusura kalma, buyur ağa buyur” der.
Şaşkınlıktan ne yapacağını bilemeyen ağa “Oğlum Memet, sen ne zaman geldin biz dört aydır yoldayız madem gelecektin de beraber gelseydik ya” der. Memet ses vermez ellerini göbeği üzerine kavuşturup durur.
Ağanın köylü arkadaşları işin farkına varırlar. “Yahu ağa sen gelince Beyti Şerifin dibinde şöyle demiştin ya, belli ki bu saf kalpli Allah dostu Memet’e malum olmuş. Bu senin Memet’te bir değişiklik var, sen bu adama iyi sahip ol” derler.
“Kadir baba sen gelirken helkeyi al gel köyde lazım olur, ben gideyim” der. Ağa “dur Memet bir şeyler alayım da abana götür ver” diye baya bir çıkın içersine kıymetli şeyler koyar… Arkadaşlarının yanında kendisini belli bir şeyini de koyar Memedi “hadi güle güle” diye gönderir.
Deli Memet sabah erkenden evde abasına varır, “aba bakır tası ağam alıkoydu, helvayı yiyip gelirken getirecek, sana da şunları gönderdi, hepinize selamı var” der. Kadın yine bir şey anlamaz “Allah Allah bu kıymetli şeyleri nereden aldı bu adam acaba? Beyim Mehmet giderken filan mı unuttu da bu bir yerden buldu mu geldi?
Çünkü beyimin tespihi de var” der ve Memedin verdiği eşyaları saklar. Beyi hacdan dönünce “bey bizim memet bazı şeyler getirdi, senin verdiğini söyledi, ben de inanamadım, aha şuraya sakladım, bak hele” der. Beyi “yahu hanım böyle böyle oldu, Memet sana gönderdiğim şeyleri getirdi mi? Bana gönderdiğin helvayı birkaç gün yedik. Bu Memet’te bir keramet var” deyince, kadın durumun inceliğini anlar ve Allah’ın verdiği bu Memet’teki hasletten haya eder, baygın düşer ve bütün aile fertlerinin Memet’e karşı sevgisi bir kat daha artar. Hatta işleri bile bazen onun söz oluruna bırakırlar hiç yanlış işi olmazmış. Bu ailenin yanında Memet tam 17 sene kalmış, hatta bazı hastalık durumlarında bile, aileye telkinde bulunur, dediği yapılınca şifa bulurlarmış.
Nitekim bu olaydan sonra baygınlık geçiren abasının ayılması için ağaya “baba şunu yap abam ayılır” demiş. Memedin dedikleri yapılınca kadın kendisine gelmiş. Ve günler böyle iyi geçerken aile mutlu iken bir gün Memet “ağa ben o dağa odun kesmeye gideceğim” der. Ağa Memet “beraber gidelim veya oğlanlardan birini yanına al olur mu?” der. Memet, Ağa ile beraber gitmeyi kabul eder ve. Giderler, Memedi buldukları dağa varırlar. “Ağa sen odunu kese dur ben şurada bir yere bakayım, tamam mı baba? Benim günüm artık burada yetti, burada bitti, burada yitti gitti” der. Ve gözden kaybolur, bir daha da görünmez. Sonra Akören’den hacca gidenler dönüşte ağaya “Senin deli Memedi hacda gördük, o ne güzellik, o ne sadakat bize çok yardımı oldu” derlermiş. Ne olduğunu Allah bilir, asla kimseyi hor görmeyelim. Yunus’un dediğiyle “Yaratılanı sevelim Yaratandan ötürü.”
Saygılarımla…