ANALİZ - Alman devletinin sırları, 'ihanet' ve basın özgürlüğü

ANALİZ - Alman devletinin sırları, 'ihanet' ve basın özgürlüğü

DEAŞ karşıtı koalisyonun Rakka'da bir okula düzenlediği ve 33 sivilin hayatını kaybettiği saldırıda, 'hedefe' ait fotoğrafların Alman uçakları tarafından çekilip ABD'ye teslim edildiğinin basına yansıması Alman hükümetini zor durumda bıraktı- Verilen yanl

İSTANBUL (AA) - İHSAN GÜRSOY - ABD öncülüğündeki DEAŞ karşıtı uluslararası koalisyona bağlı savaş uçaklarının 22 Mart’ta Rakka’nın batısında bir okul binasına düzenledikleri hava saldırısından sonra, binada teröristlerin değil yüzlerce sığınmacının yaşadığı ve 33 kişinin de bu saldırıda hayatını kaybettiği ortaya çıkmıştı. Pentagon her ne kadar saldırıda sivillerin hayatını kaybettiği iddialarını reddetmiş olsa da sahadan gelen haberler sivillerin katledildiği gerçeğini ortaya sermişti.

Bu noktaya kadar olanlar, aslında daha önce Afganistan, Pakistan, Irak ve Yemen’de sivillerin hayatını kaybetmesiyle sonuçlanan birçok saldırı düzenlemiş olan ABD için artık ‘normal’ kabul edilen bir durumdan farklı değildi. Ta ki saldırı düzenlenen okulun fotoğraflarının, İncirlik’teki Alman Tornadoları tarafından çekilip ABD’ye verildiği bilgisi Federal Almanya Meclisi’nin Savunma Komisyonu’ndan sızarak basına yansıyana kadar.

Alman kamuoyuna yansıyan haberde, Alman Ordusu Genel Kurmay Başkanı Volker Wieker’in Federal Meclis’in Savunma Komisyonu’ndaki gizli oturumunda komisyon üyelerine konuya ilişkin bilgi verdiği, söz konusu hava saldırısının ardından, Tornadoların hedef bölgeye yeniden uçuş yaparak ortaya çıkan tahribatı belgeledikleri de yer aldı.

Yani Suriye ve Irak’ta ABD öncülüğündeki DEAŞ karşıtı koalisyonun operasyonları çerçevesinde keşif uçuşları yapmakla görevli Alman Tornadolarının verdikleri bilgilerle düzenlenen hava saldırısında 33 sivilin hayatını kaybetmiş olduğu hakikatinin basına sızmasının, Alman hükümetini epey rahatsız ettiği anlaşılıyor. Bu rahatsızlığın temelinde ise keşif uçuşu yapmakla görevli Alman Hava Kuvvetleri’ne ait uçakların verdiği yanlış bilgiler sebebiyle 33 sivilin hayatını kaybettiği gerçeğinin ifşa edilmesi olduğunu söylemek yanlış olmaz.

- Medya kuruluşlarına 'ihanet' uyarısı

Alman Hükümeti basına yansıyan bu gerçeğin üstünü örtmek için çok yoğun bir çaba harcadı ve harcamaya da devam ediyor. Öncelikle Federal Meclis Başkanı Norbert Lammert, bu bilgileri yayınlayan medya kuruluşlarına tehditkâr, üstü kapalı uyarılarda bulunarak, bu tür bilgilerin ifşa edilmesinin kanunlar nezdinde “ihanet” olduğunu ve suç sayıldığını söyledi. Zaten otosansürün en yoğun uygulandığı, yani devletin çıkarlarına zarar verecek türden haberlerin medya kuruluşları tarafından genellikle gönüllü olarak sümen altı edildiği Avrupa ülkelerinden birisi olan Almanya’da, hükümet temsilcilerinin yaptığı uyarıdan sonra medya kuruluşları, Alman Hava Kuvvetleri’nin Suriye’de yaşanan sivil katliamının müsebbibi olduğu gerçeğini perdeleyerek, yaşanan katliamdan Almanya’nın değil ABD’nin sorumlu olduğu tezine hızlı bir dönüş yaptı.

Aynı zamanda, Almanya Savunma Bakanlığı Sözcüsü Jens Flosdorff da Alman Tornadolarının çektiği resimlerden kimin, hangi zamanda, nerede bulunduğunun anlaşılamayacağını, dolayısıyla çekilen resimlerle yaşanan sivil katliamı arasında direkt bir bağlantı olmadığını iddia ederek, saldırı emrinin Almanya tarafından verilmediği için, Almanya’nın sebep olduğu katliamın asıl sorumluluğunun ABD’ye ait olduğu tezini öne sürdü.

Yaşanan bu gelişmeler, öncelikle Almanya ve ABD arasında, ABD Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) Almanya’da başta Başbakan Angela Merkel olmak üzere bazı siyasetçileri dinlediği iddialarını kapsayan casusluk faaliyetleri ile başlayan istihbarat geriliminin, iddia edilenin aksine, birçok kulvarda devam ettiğini gözler önüne seriyor. Bu bağlamda Almanya’nın, Suriye’de sebep olduğu sivil katliamını inkar etmesi ve açık bir şekilde sorumluluğun sadece ABD’ye ait olduğu tezini öne sürmesi ise yaşanan bu gerilimin en belirgin kanıtı durumunda.

- Savcılık gizli bilgileri sızdıranları araştırıyor

Bu konu çerçevesinde asıl dikkati çeken nokta ise Alman hükümetinin Suriye’deki operasyonlar hakkında savunma komisyonunda ele alınan gizli bilgilerin sızdırılması ve basına yansımasından sonra verdiği tepki. Dışarıya karşı özellikle basın, haber alma ve ifade özgürlüğü gibi konularda oldukça hassas görünen Almanya’nın, konu kendi iç güvenliği ve istihbaratı olduğunda, aslında iddia edildiği kadar özgürlüklerden yana olmadığı ve gizli bilgilerin sızdırılmasını cezalandırılması gereken bir “ihanet” olarak gördüğü, bu olay üzerinden açık bir şekilde ortaya çıkmış oldu. Alman Cumhuriyet Savcılığı şu an hâlâ bu gizli bilgilerin kim veya kimler tarafından, bu konuyu gündeme taşıyan ilk medya kuruluşları olan Süddeutsche ve ARD ile paylaşıldığını araştırıyor. Çünkü Alman ceza hukukuna göre bu tür gizli bilgilerin dışarıya sızdırılması, 3 yıla kadar hapis cezasını gerektiren bir suç.

Alman hükümetinin açık bir şekilde kendi basınına yönelik özgürlükleri kısıtlayıcı bu tutumu ise birkaç marjinal gazete haricinde eleştirilmediği gibi, zaten otosansüre alışık olan, hatta bunu yayın politikası haline getirmiş olan Alman basını tarafından da doğal karşılandı. Hükümetin yaptığı uyarı çerçevesinde, “istihbari bilgilerin basına sızdırılması” meselesi, basın yoluyla Alman toplumunu rahatsız etmeyecek bir kıvama getirilerek, Suriye’deki sivil katliamının sorumlusunun sadece ABD olduğu tezini merkeze alan haber ve yayınlarla, Alman hükümetine yönelik toplumsal tepki başka bir yöne kanalize edilmiş oldu.

- Almanya'da güvenlik, Türkiye'de özgürlük

Bu noktada akla gelen bir diğer soru ise uzun zamandır Türkiye ve Almanya arasında tartışmalara sebep olan Can Dündar meselesinde Almanya’nın takındığı tutumun sebepleri. Bilindiği gibi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından aralarında Can Dündar’ın da bulunduğu kişiler hakkında “PKK/KCK ve FETÖ/PDY terör örgütlerine müzahir olduklarına” ve 15 Temmuz darbe girişiminden kısa bir süre önce darbeyi meşrulaştırıcı yayınlar yapıldığına dair iddia ve tespitler üzerine, “FETÖ ve PKK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” suçlarından soruşturma başlatılmıştı. Ayrıca Can Dündar'ın “Devletin güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle gizli kalması gereken bilgileri temin edip açıklama ve bu suça iştirak” eylemleri nedeniyle cezalandırılması istenmişti. Soruşturmalar devam ederken Almanya’ya kaçan Cumhuriyet gazetesinin eski genel yayın yönetmeni Can Dündar’a Alman hükümeti tarafından geçici pasaport verildiği gibi, Dündar, dönemin Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck tarafından kabul edilerek adeta bir kahraman gibi ağırlanmıştı.

Almanya içinde üstü sistematik olarak kapatılmaya çalışılan bir krize sebep olan “istihbari bilgilerin basına sızdırılması” meselesinde Alman devletine zarar verecek veya onu küçük düşürecek “gerçek” bilgilerin dahi paylaşılmasına tahammül edemeyerek Alman basınını üstü kapalı olarak “ihanetle” tehdit eden Alman hükümetinin, dava sürecinin hâlâ devam ettiği Can Dündar meselesinde Türkiye’yi ağır şekilde suçlaması ve Türkiye’yi haber alma, basın ve ifade özgürlüğü gibi konularda her fırsatta eleştirmesi, Almanya’nın kendi çıkarları söz konusu olduğunda tamamen tersi yönde işleyen ikircikli tutumunun yarattığı paradoksu özetliyor.

Alman hükümeti ve medyası tarafından sadece “araştırmacı gazetecilik yaptığı ve Türkiye hükümetine muhalif olduğu sebebiyle haksız yere suçlandığı” iddia edilen Can Dündar’ın neredeyse bir özgürlük ve demokrasi savaşçısı olarak lanse edilmesi, bu olayla birlikte değerlendirildiğinde, aslında siyasi bir arka plana delalet etmekle birlikte, Can Dündar meselesinin “demokrasi ve özgürlük” gibi Batı toplumu üzerinde yüksek seviyede meşrulaştırıcı gücü olan bir retorikle perdelenerek Türkiye’ye karşı kullanılan bir manivela haline getirildiği anlaşılıyor.

AA

Kaynak:Haber Kaynağı