yazar-59
Asıl mesele Viyana seferlerimiz! - 1
Ermeniler bahane… Asıl mesele Viyana seferlerimiz! - 1
Fransız meclisi, “Ermeni Soykırımı’na inkâr yasağı” getiren bir kanun çıkarıyor.
Aynı gün, ‘Türkler şu kadar Ermeni kesti’ diyen Orhan Pamuk’a Nobel Edebiyat Ödülü veriliyor.
Yine aynı gün, Lübnanlı Ermeniler Beyrut’ta “soykırımcı Türkler”i protesto ediyor.
Bütün dünyanın, Ortadoğu ve Afrika’da elan hüküm süren emperyalist vahşeti bir kenara atıp, hâlâ dumanları tüten 1992-95 Boşnak Soykırımı ile 1994 Tutsi Soykırımı’nın hesabını sormayı da düşünmeyip, “1915’te Ermenileri soykırımdan geçiren barbar Türkler”le meşgul olması için muazzam bir propaganda taarruzu başlatıldı.
Niye başlatıldı?
Ermenilerin gönlünü almak için mi?
Fransa’daki Ermenilerin oylarını kazanmak için mi?
Soykırım suçunun fenalığına dikkat çekmek için mi?
Adaletin yerini bulması için mi?
Hiç alakası yok.
Üç-beş milyon Ermeni’nin gönlü dünya emperyalizminin umurunda bile değil; 1.5 milyarlık İslam âleminin gönlüne metelik vermeyen emperyalistler, dünyanın gidişatı üzerinde tayin edici bir rol oynamayı hayal bile edemeyecek bir milleti hoş tutmak için kendilerini bu kadar yormazlar.
Fransa’daki 500 bin Ermeni oyu da hikâye; bu oylar zurnanın son deliği bile değil.
Sahip oldukları her şeyi Asya ve Afrika’da 1000 yıldır hiç ara vermeden devam ettire geldikleri soykırımlara borçlu olan bu alçakların, ‘Tüyler ürpertici soykırım suçunun bir daha işlenmemesi için insanlığı siyasi ve kültürel faaliyetlerle bilinçlendirmemiz lazım’ diye düşünüyor olmalarına da ihtimal veremeyiz.
Hakkı değil kaba kuvveti üstün tutan zalimlerin adalet ateşiyle yanıp tutuştuklarına ve bir hakkı teslim etmeye çalıştıklarına inanacak kadar salak da değiliz.
Mesele adalet olsaydı, Fransız meclisi lütfedip Türk tarafını da dinler, Ermeni Daşnak ve Hınçak çetelerinin Rus bayrağı altında masum Müslümanları nasıl kesip biçtiğini, buna tepki olarak Ermenileri suçlu-masum ayrımı yapmadan kesip biçen çetelerin Cemal Paşa gibi en üst düzey hükümet yetkilileri tarafından nasıl durdurulmaya çalışıldığını, bugün Suriye ve Lübnan’da yaşayan yüzbinlerce Ermeni’nin (ayrıca Anadolu’da Türk, Kürt veya Çerkez olarak yaşayan sayısı meçhul ama çokluğu malum Ermenilerin) devlet adamlarıyla merhametli vatandaşların işbirliği ile katliamdan kurtarıldığını, “soykırım” tanımı için elzem olan devlet kararının bulunmadığını, Ermeni halkını yok etme yönünde bir halk iradesinin de bulunmadığını, fanatik çetelerin karşılıklı bir kıtalinin sözkonusu olduğunu, bu kıtalde son sözü Ermeni çetelerinin söylediğini, 1917’de Erivan’da Müslümanların diri diri toprağa gömüldüğünü, faşist Ermeni liderlerinin Müslüman kadın ve çocukları nasıl katlettiklerini hatıratlarında gururla anlattıklarını da öğrenir, üstüne vazife olmadığı halde Ermeni meselesi hakkında ille de bir şey söyleyecekse ondan sonra söylerdi.
Mesele, hak ve adalet değil.
Mesele, emperyalizmin soysuz çarkında öğütülen insanlığın yegâne kurtuluş ümidi olan İslam’ın soykırım suçuyla birlikte anılmasını temin ederek bu aşağılık dünya düzeninin devamını sağlamak.
Türkiye laiktir, şudur, budur, ama yemezler!
Frenk, Haçlı ordularına kök söktüren Kılıçarslan’ı, Nureddin Mahmut Zengi’yi, Selahaddin’i unutmaz!
Frenk, Konstantinopolis’i İstanbul yapan Fatih Sultan Mehmed’i unutmaz!
Frenk, Viyana kapılarına dayanan orduyu unutmaz!
Frenk, Selçuklu’yu, Eyyübi’yi, Osmanlı’yı affetmez’
Ve Frenk, Türkiye’yi –istediği kadar laik ve Batıcı olsun- bunların mirasçısı olarak görür.
İngiliz Veliaht Prensi Charles, Londra’daki İslam Kültür Merkezi’nde yaptığı bir konuşmada, Osmanlı’nın yıkılışının Avrupa’da Hıristiyanlığın İslam üzerindeki nihai zaferi olarak görüldüğünü söylemişti…
1924’te bir Amerikan gazetesi “Turkey saved by kicking out the Qur’an and the Caliph” (Türkiye, Kur’an’ı ve halifeyi kovarak kurtuldu) diye manşet atmıştı…
Ama zamanla, Türkiye’nin İslam’dan kopmadığı, koparılamadığı, İslam’ın sancaktarlığına her an yeniden soyunabileceği, yerli işbirlikçilerin bunu ilelebet engelleyemeyeceği anlaşıldı.
Bu anlaşılınca, Frenkler, Türkiye’yi, İslam dünyasını toparlama misyonuna yönelmeyi aklının ucundan bile geçiremeyecek kadar bunaltmak, etnik ve mezhebi sorunlarla boğuşturmak, Sevr Sendromu’na sokmak ve sonu gelmez “Ermeni Soykırımı” kampanyaları marifetiyle sonu gelmez bir savunma pozisyonuna iterek dünyanın gidişatı üzerinde tayin edici bir rol oynamaktan alıkoymak için harekete geçtiler.
Nihai hedef ise, hiç şüphesiz, Türkiye’yi parçalamak suretiyle İslam dünyasının toparlanmasında kullanılabilecek büyük bir potansiyeli etkisiz hale getirmektir.