At benim nam senin, salın Cici beyim

At benim nam senin, salın Cici beyim

Köyde biraz haylaz, bir evin bir oğlu, hayırsız bir kişi olan ve köylülerin Cici Bey diye isim taktıkları bir genç vardır.

İsmail DETSELİ

 

Şu insanoğlu dünyada bir tatlı yuva kursun

O yuvanın içersine sevgi ve huzur dolsun

Oğlu ile ordu olsun kızı ile komşu olsun

Oğlu ile elkızına kızı ile eloğluna muhtaç etmesin atayı

Dinden imandan edip de son demde çıkartmasın baklayı

 

1940’lı yılların başlarında Konya’nın dağ köylerinde yaşanan yoksulluk, kıtlık, açlık İkinci Dünya Harbi gibi zor dönemlerde çok insanın köylerde sadece topraktan rızkını alabilmek, bir çift öküz ile iki eşeğe sahip olabilmek için çırpındıkları bir ortamda bu insanların içerisinde o yıllara göre çok zengin sayılan kendisine saygı gösterilen hatta gıpta ile bakılan bir adam varmış.

Bu köyün eşrafından sayılan Kadir ağa mütevazı biri olarak tanınmasına rağmen hanımı, çevresindeki yoksul insanlara hep tepeden bakar; köylüler, kırk yamalı bir şalvarı kolları iyice eskimiş kopmak üzere olan bir işliği sabaha kadar yamayıp giyerek günlük işlerine giderken Kadir ağanın 35’lik görgüsüz hanımı Rukiye ise günlük güzel elbise ve kabaralı kunduralarını giyer, sokak sokak gezer, ekin tarla bilmez, dağ, orman, odun, yakacak bilmez, dış işlerini kocası amele bulup para ile yaptırırmış. Rukiye kadın yanına işi olmayan ihtiyar kadın bulabilirse onunla gönül eğler, bulamaz ise sabahtan sütlerini sağıp çoban önüne sürdüğü iki ineğinin işi de bitince, o yıllarda köyde çok az insanın evinde bulunan radyosunun sesini sonuna kadar açar, şarkılar, türküler, radyo skeçlerini dinler, kendisi gibi avare birkaç çoluk çocuk ve kadın bulursa, onlara ballandıra ballandıra anlatmaya çalışır. Oysa köyün % 99’unun onu dinlemeye vakti yoktur, ama o yine de kadınlara fırsat buldukça bunları anlatmaya çabalar. Köyün tam giriş yönünde bulunan evlerinin penceresine oturur, daima oralardan gelip geçmekte olan köylülere de caka satarmış.

 

Bu ailenin iki oğlu vardır büyüğü köy dili ile İbram (İbrahim) 16 yaşlarında, onun küçüğü 14 yaşlarında Kamil, ikide kızları var Hatice 11 yaşında, Naile ise daha küçük, 8 yaşlarında… 4 çocuklu bu ailenin geliri de çok iyi.

Bu yaşam böylesine tatlı devam ederken evdeki kadının bu yersiz ve görgüsüz tutumundan dolayı köyde aileye karşı bir soğukluk, sevgisizlik baş gösterir. Çünkü bu hanımın çocukları da annelerinden gördükleri ile devam eder ve komşulara hor bakmaya başlarlar. Ve bu zenginliğin verdiği rahatlıkla köylülerin tarlasına bahçesine zarar verip daha çok düşmanlık kazanırlar.

Bu durumu az çok sezinleyen Kadir ağa bir akşam eşini ve çocuklarını başına toplar ve onları ciddi olarak uyarır: “Bakın ey ailem, çocuklarım! Bu tutumunuz hiç hoş değil, sizin bu davranışınızdan dolayı köylümüzün bizim aileye ve bana karşı tavrı çok değişti. Bizler bu köyde gelir elde edebiliyorsak, bu köydeki insanların sırtındandır. Onların ürettiği ve yetiştirdiği malları alıp satıyor, aracılık ederek para kazanıyoruz. Onların şehirden ihtiyaçlarını getirip onlardan da para kazanıyoruz. Köylümüzü kendimizden soğutmayalım, aksine onlara çok iyi ve sevecen davranalım. Bizler bunlar ile beraber yaşayacağız neşemizde, acımızda, ölümüz-dirimiz de hep beraber olacaktır”.Ne var ki ev halkının durumunda pek bir değişiklik olmaz, hanım ve çocuklar yine bildiğini okurlar.

 

EVDE BİR FELAKET BAŞLIYOR

Evin reisi Kadir ağa, uyarıları ve nasihatlerinden sonra köyden bir hafta on gün kadar bir iş için ayrılır. Kadir ağanın köyüne dönüşte bir akşam evin kapısına köyün bekçisi gelir ve “Kadir ağa muhtarın selamı var, civar köylerin çobanları ve insanları arazilerimizi ekinlerimizi, otlakıyelerimizi mallarına yedirerek hatta çok kez ormanlarımızı keserek köyümüze zarar veriyorlarmış. Köylüler bir aydır bunları önlemek için dağ ve arazimizi korumaya gidiyorlar sen de bu köyde hayatını yaşadığına göre yarın sen de bu dağ bekleme kafilesine katılacaksın. Gidip angaryanı veya imece sıranı savacaksın” der. Bu duruma pek alışık olmayan genelde işleri başkalarına ücret vererek yaptıran Kadir ağa bir kaç gün önce çocuklarına talimat ve öğüt verdiğini hatırlar ve “Olur yarın ben de geleyim efendi” der köy bekçisine.

 

O gece çok sıkıntılı bir rüya gören Kadir ağa sabah bu işten vazgeçmek istese de bunu kendine yediremez ve düşer 40-50 kişilik kafile ile arazi beklemeye yola. Gecenin de verdiği korku ile Kadir ağa daima kıyıdan kenardan giderek o günü bitirip akşamı etmek ister. Ama bir söz vardır Anadolu insanında “olacakla öleceğin önüne geçilmez” veya “sakınılan göze çöp batar” diye. İşte bu söz orada tam tecelli eder. Karşı köyün adamları da kalabalık gelmişlerdir ve birkaç koldan orman kesmekteler. Bunları durdurmak ve suçluları yakalamak için Kadir ağa ve köylüleri de karşı atağa geçince kavga kaçınılmaz olur. Silahlar konuşur. kesici aletler kullanılır. Derken Kadir ağa her iki köyün insanlarını da cambaz ve alavereci olduğundan tanıdığı ve de tanındığı için çok uğraşır “yapmayın etmeyin, ayıptır filan” der ama iki testi çarpışınca bir kırılan olacaktır. Olanlar olur ve karşı köyün adamlarından bir kişi hangi tüfekten atıldığı belli olmayan bir kurşunla vurulur ve ölür.

 

Ölüm vuku bulunca herkes mecburen ayrılır, her köylü geriye çekilir köylerine giderler.  Acı haber tez ulaşır, her tarafta olay duyulur ve Cenderme Kadir ağanın köyünü basar ve herkesin çok iyi tanıdığı Kadir ağanın ismini vermiştir diğer köylüler Cenderme’ye. İlk olarak Kadir ağa yakalanır, Cendermeler tarafından ve daha başka 8-10- kişi daha tutuklanıp karakola götürülür. Sorular Kadir ağa üzerinde yoğunlaşır. Kim attı, kim vurdu derken kalabalıkta kimin attığını bilemeyen Kadir ağa kimseyi de karalayıp şudur diyemez. Başkalarının ve tutulan bir avukatın da telkini ile içlerinden 5 kişi suçu üstlenirler. Ve beşi de “ben vurdum” der. Kadir ağa da bu beş kişinin içersindedir.

O yıllarda genelde 24-25 sene olarak verilen ölüm cezaları suçu üstlenenlere pay edilirdi.

 

İşte öyle olur ve aralarında Kadir ağanın da bulunduğu beş kişi mahkeme sonunda 4’er 5’er sene gün alıp hapse düşerler.

Evin reisi Kadir ağa bir hiç uğruna köylü b.kuna kader kurbanı olarak hapse düşünce ailenin üzerine bir kabus gibi çöker, geceler gündüzler. Daha evvel durumları iyi iken köylülere tepeden bakan ve zaten köylüler tarafından hiç sevilemeyen ailenin bu acıları da köylüler tarafından pek paylaşılmaz ve kendi kaderlerine terk edilirler.

 

Tabi bu arada evdeki olan maddi birikimde hazıra dağlar dayanmaz hesabı yavaş yavaş suyunu çeker. Koca Kadir ağanın evinde bir sıkıntı, bir bunalım, bir çöküntü başlar ki sormayın. Daha evvel üzerlerine hiç sorumluluk almayan anne ve çocukları bunalıma girerler. Kafaları dank eder ama çaresizlik içerisindeler buna biraz da olsa göğüs germeye çalışan ailenin fertleri en sonunda köylülerin tabiri ile teker taşa dayanınca başlarlar kendilerince çareler aramaya.  Köylerinde gelenek haline gelmiştir, gurbetçiliği dener evin büyük oğlu İbrahim. Amaçları biraz daha rahat bir ortam bulmak ve eski durumlarına kavuşmaktır. Boğulursan da büyük denizde boğul derdi babaları Kadir ağa. Bu lafı aklında tutan İbrahim de “Ver elini İstanbul” der ve gider. Ama ne var ki köydeki tembellik ve başarısızlık sorumsuzluk burada sürer nerede beleş ve kolay yoldan para kazanabilirim hesabı yaparken kumar, bar, pavyon, derken bu sefer de İstanbul’un kötü insanları ile tanışır ve esrar, eroin gibi pis işlerde boy gösterir ve tanımadığı bilmediği kişilerle tanışır. Onlardan bir hanım ile evlenir ve kısa zamanda polis, adliye, hapis derken bırak ana babaya yardımı, kendine hayrı olmaz ve daha iki üç sene içerisinde bir onulmaz hastalığa tutulup hapishanede can verir. Köyündeki ailesi kötü haberle bir daha yıkılır.

 

KADİR AĞA HAPİSTEN ÇIKIYOR

Nihayet Kadir ağa yıkılmış, tükenmiş, bitmiş bir vaziyette hapisten çıkıyor çıkmasına da eski itibarı kalmamıştır, halkın gözünde itibarını kaybetmiştir.

Ne kadar çabaladı ise de başarılı olamamış ve evde huzursuzluk hep devam etmiştir. 17 yaşlarına giren Hatice kız da bu çilelere dayanamayıp verem olmuştur. Bu aile dramından dolayı her ne kadar tedavi için uğraşmışlarsa da Kadir ağa ve aile o sıralarda çok ölüm saçan bu illet hastalığa bir çare bulamamış ve güzeller güzeli evin en mütevazı kızı ne yazık ki aralarından ölümle ayrılıvermiştir. Artık aile büyük bir çöküntü içerisindedir.

Kadir ağanın küçük oğlu Kamil biraz çaba içerisindedir ve bazı alavere işleri ile uğraşır. Babanın eski itibarından biraz faydalanır. Derken aile kendine biraz gelip bir nefes alır.

 

Kamil köyde sayılı bir aile olan Aslanlar’ın kızını almak ister ama buna aile karşı çıkar. Çünkü eski fakir aslan oğlu Murat ağa bir hayli bir ilerlemiş köyün sevilen sayılan orta halli bir komşusu olmuş. Eee Kadir ağanın oğluna hele hele o nurayi, mağrur kadının yanına gelin olarak kız mı verilir diye tereddüt ederler.

 

Bu işi biraz gevşek tutan Kadir ağa ile oğlu Kamil’in arası açılır  ve anayı babayı evi terk eden Kamil soluğu İstanbul’da alır ama bu arada Aslanlar’ın kızı Ayşe’nin de Kamil’de gönlü vardır. O mağrur anası olmasa hemen Kamil’e kaçacaktır, ama anasından ve geleceğinden endişelidir. Kamil İstanbul’da biraz çalışıp eli ağzına uyduktan sonra köye gelip giden bir arkadaşı ile Ayşe kıza haber salar, “hala bende gönlü var ise haber salsın gelip onu kaçırayım” der. Kızdan kısa zamanda olumlu cevap alan Kamil, bir gece İstanbul’dan arkadaş edindiği Çalımlı Ali namıyla bilinen biri ile bir gün gelir köyün etraflarında biraz gezer ve Ayşe’ye bir şekilde haber eder geldiğini ve bir gece belirledikleri yerde buluşup kaçarlar.

 

Yolda otobüste kimlik kontrolü yapılırken, polise yakalanan gençler İstanbul ve dolaylarında çok tanıdık çevresi olan Çalımlı Ali’nin gayreti ile bu dertten kurtulurlar ve İstanbul’da gizlice evlenirler.

 

Oğlu Kamil’in kız kaçırması Kadir ağanın yine başına dert olur Aslan oğlu Murat ağa kadir ağanın evini basıp “Kızımı bul ulan deyyus, zaten kendin ne b.ksun da oğlundan ne olacak” der kavga büyür ve araya giren iyi niyetli komşular hatta Cenderme olayı yatıştırıp tatlıya bağlar ve Murat ağayı da bir hayli tazir ederler “Kızına sahip olaydın bu adam ne yapsın” şeklinde azarlarlar.

 

Kadir ağa biraz daha kendine gelerek bazı yatırımlar yapar ve eski günlerine doğru gelirken küçük kızı Naile de büyümüş, serpilmiş, gelinlik kız oluvermiş. Köyde biraz haylaz, çok çalışmayı sevmeyen ve bir evin bir oğlun olup babası ölmüş anası ile beraber yaşayan hayırsız bir kişi olan ve  köylülerin Cici Bey diye isim taktıkları bir genç vardır. İşte o genç Naile’ye anası Oynak Fadik’i dünür gönderir. Çaresiz Kadir ağa her ne kadar bu işe taraftar olmaz ise de gerek hanımı yüzünden, gerekse bazı mecburiyetlerden dolayı kızını bu adama vermek mecburiyetinde kalır. Yörede hep konuşulan bir söz vardır zoraki yapılan işler için, “çaresiz kaldık çıra yakanı aldık” diye.

İşte Kadir ağa da köyde eski sahaveti kalmayıp köylü tarafından horlanınca çok sevdiği kızını Oynak Fadik denen kadının oğluna vermek mecburiyetinde kalır. İşte koca ağa bu minval üzeredir. Söz kesildikten kısa süre sonra düğün, dernek kurulur ve güzel Naile kız Oynak Fadik’in gelini ve çalışamadan yemeyi seven Cici Bey’in de eşi olur.

 

Kadir ağa bu ihtiyar halinde oğlundan hayır olmadığı için kendinin kızı Naile’nin ve eşinin maişetini zar zor temin ederken bir de Cici bey ve anası Fadik kadının maişeti için çaba sarf edecektir, bunu iyi bilmektedir. Cici beyin yuvası genişleyip çoluk çocuğa karıştıkça Kadir ağadan istekleri de çoğalır ve ağanın tarla tapan hazırda parası pulu neyi var ise hepsini ya zimmetine geçirir ya da tehditle sattırıp her şeyini yer.

 

Kadir ağada tek sevdiği kızı olan Naile’nin yuvasını korumak için her şeyine “evet” der Cici Bey’in. Son olarak artık iyice ihtiyarlayıp sobanın dibinden veya evin hayadından kalkamayan Kadir ağaya bir sabah sert bir eda ile gelir Cici bey. O yılların uzaklara yetişmede avlanmaya dağa taşa tarla bahçeye gitmede çok kullanılan ve revaçta olan bir at almasını ve kızı ile bu ata binip gezeceğini söyler kaynatasına... “Ve civar köylerde çok nam salmış olan Koncalı köyündeki Rasim ağanın atını mutlaka almalıyız” der. Bu teklifi “belki kızım rahat eder” diye yerinde gören Kadir ağa, o gün için büyük bir meblağ olan parayı borç harç verip Rasim ağanın atını alır damadına.

Damat bey artık her gün köyün içerisinde ve köyün kıyılarında ata binip salına salına gezer ve etrafa caka satarmış. Bir gün kalabalık köylülerle birlikte köy camisinin önünde aralarında Kadir ağa da varmış ve oturuyorlarmış. Bunların önünden rahvan yürüyüşlü atın kuyruğunu top şeklinde bağlamış, yandan püskülleri sarkan eyeri ata vurmuş kendisi de üzerine binmiş ve iki üç defa bu insanların önünden geçmiş Cici bey.. Daha evvel de köyde atı ve beyliği ile nam salmış olan Cici bey oradan böyle defalarca geçince köylüler bir Cici bey’e bir de pirifani olmuş ve belki çok heves ettiyse de öyle bir ata binemeyen Kadir ağa’ya kinayeli kinayeli bakmışlar. O anda ayağa kalkan koca Kadir, şöyle tırıs tırısa açılıp gitmekte olan damadının ardından bakar ve şu anlamlı cümle dudaklarından dökülüverir: At benim nam senin, salın be Cici beyim salın!

İşte o gün bu gündür bu laf hala o köyde söylenegelmektedir. Gerçi şimdi öyle felek sırtından kelek kesenler, kene gibi yapışıp geçinip gidenler, her yerde daha çoğaldı bunu da bilesiniz. Onlarda biraz sallansın bakalım neresi nereye varır…