Avrupa Türkiye’nin tarihini içine sindiremiyor

Modernizmin bütün kavramların içini boşaltıp, herşeyi imaja indirgediği ve "bana imajını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim", sözünün düstur olduğu bir dünyada, Türklerin ve Türkiye'nin en önemli problemi imaj'dır. Türkiye'nin son 20-30 yıldan beri bir imaj sorunu mevcuttur. Batı, hatta diğer ülkeler Türkiye'yi ve Türk insanını, değişik ve yanlış bir şekilde algılıyor ve bu yanlış hatta "kasıtlı" algılama hâlâ sürmektedir.

 

Avrupa tarihindeki Türk imajına baktığımızda iki ayrı döneme ayırabiliriz. Bu dönemlerden ilki 18. yy.'a kadar olan dönemdir. Bu dönemde Türk imajı, Türk korkusuyla ölçülebilecek bir durumdur. Bu anlamda Avrupalının gözünde Türk kötü bir imaja sahiptir. Bu kötü imaj üç değişik tarihten kaynaklanıyor. 1453 Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethi. 1529 I. Viyana Kuşatması ve 1682 II. Viyana Kuşatması. Özellikle "İki Viyana kuşatması da başarısız geçmesine rağmen Avrupa'da bu dönemlerde çok büyük bir Türk korkusu" mevcuttur. Hatta haçlı seferlerinin de bunda büyük etkisi mevcuttur. Avrupalılar Türkler'e "İslam'ın Delisi" anlamında "Deli İslam" diyorlardı. Coğrafi olarak Avrupa'nın içlerine kadar giren hatta sınırını "Viyana" olarak çizen Türkler Avrupalı olarak algılanmıyordu. Türklerin dili, dini, töresi, herşeyi çok farklıydı. Dikkatinizi çekmek istiyorum, aynı bakış açısı Avrupalı'da hala mevcuttur.

Bu olumsuz Türk imajı 17. yüzyılın sonlarına doğru ve özellikle 18. yüzyıldan itibaren pozitif yönde değişmeye başladı. Bu hem Avrupalı'nın yavaş yavaş üstünlüğü ele geçirmesinden, hem de Osmanlı saray kültüründen kaynaklanıyordu. Avrupalı, 18. yüzyıldan itibaren Osmanlı İmparatorluğu'nun saraylarına, sanatına, mimarisine ve zevklerine hayran kalmıştır.Adeta bir Türkhobisi gelişmiştir.  Bu tarihlerde İstanbul'dan gelen herşey beğeniliyordu ve Osmanlı'nın bu değişik hayat tarzına Avrupalı hayran kalmaktan başka birşey yapamıyordu. Bu dönemde özellikle Türk kahvesi ve Türk banyo kültürü, Avrupa'da benimsenip yayılmaya başlandı, başka ilginç bir örnekte Wolfgong Amedeus Mozart "Saraydan kız kaçırma" operasında Osmanlı saraylarını anlatıyor.

Bu olumlu imaj özellikle de Almanlar'da çok üst düzeyde idi. 1945'e kadar Türkler Almanlarla hem I. Dünya Savaşı'nda silah dostluğu yaptılar hem de ekonomik anlamda işbirliğinde bulundular. Bir de gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var. 1945 yılına kadar iki tane dünya savaşı cereyan etti, böylece bu dönemlerde bütün devletler hayati sorunlarla karşı karşıya kaldılar ve aslında imaj sorunu ile de kimsenin uğraşa-

cak vakti yoktu.

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Avrupa'da birtakım değişiklikler ve gelişmeler ortaya çıktı. Bu değişiklikler özellikle Türkiye'nin iç ve dış güvenlik politikasını da içeriyordu. Türkiye, 1952'de NATO'ya girmesiyle beraber Batı Avrupa devletlerinin ve özellikle ABD'nin güvenlik politikalarına dahil edildi. Türkiye soğuk savaş döneminde   NATO'nun   en öncelikli devletlerinden biriydi. Jeo-stratejik konumu itibariyle Batı     Dünyası     Türkiye'yi Komünizme karşı bir siper olarak algılıyordu. Fakat Batı Dünyası Türkiye'yi sadece bir güvenlik politikası olarak değerlendirmeyecekti.   Bu   çerçevede değerlendirseydi Türkiye'nin gayet olumlu bir imajı olacaktı. ancak Avrupa, Türkiye'yi değişik kategorilerden   algılıyor   ve değerlendiriyordu. 1856'dan bu tarafa Avrupa devletler sistemine dahil olmasına rağmen Türkiye, Avrupalı'nın gözünde Şarklı, Asyalı bir devletti. Hatta ve hatta, azgelişmiş bir üçüncü dünya ülkesidir.  AB’nin içine aldığı Bulgaristan ve Doğu Avrupa ülkelerinin çoğundan her bakımdan üstün olan  Türkiye’nin  sık sık eleştirilmesi aslında  Türkiye’nin hem stratejik mevkiiyle hem de oynadığı tarihteki rolüyle doğru orantılıdır.  Avrupa siyaseti Türkiye’nin tarihini içine sindiremiyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar