Avrupa’ya, Çin’e, Müslümanlara dair

Avrupa’ya, Çin’e, Müslümanlara dair

Necmettin Erbakan Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmet Emre ile Çin’de Uygur Türklerinin maruz kaldığı zulmü konuştuk.

İsmet Hoca’nın “İnsanlık öyle bir çığırından çıkmış ki bir Müslüman’ın ölümü, bir gazete parçasının yırtılıp çöpe atılmasından daha az haber değeri taşıyor” cümleleri durumumuzu özetliyor aslında. Çin’de yaşananların ‘nasıl’ ve ‘niye’sini merak edenler için acı ama gerçek bir söyleşi...

Söyleşi: M: Ali Köseoğlu

-Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı insanlık dışı işkence ve uygulamalar yeni değil. Fakat bugünlerde gündemimizi yeniden meşgul ediyor. Çin’in Müslümanlara karşı tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

-Öncesinde de vardı ama, 22 Haziran 2015 tarihinden itibaren dünya kamuoyuna yayılan haberlerde Çin’in Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türklerine yaptığı zulüm daha üst perdeden yer almaya başladı ve haberler sosyal medya başta olmak üzere kitle iletişim araçları üzerinden her tarafa yayıldı. Özellikle sosyal medyada paylaşılan resimlere bakınca tam da Çin işkencesi türünden sayısız görüntü yer almaktaydı. Çin, 2009’dan beri bilinçli olarak ülke sınırları içinde yaşayan Müslümanlara yönelik tazyik uyguluyor. Bunların bazıları seddin dışına çıkma şansını yakalıyor, bazısı içeriden demir paravanlarla kuşatılıp dışarı çıkarılmıyor. Ancak bilinen bir gerçek var ki dünyanın her tarafında olduğu gibi Çin’de de birtakım bahanelerle Müslümanlar katlediliyor. Son katliamlara bakınca, insan ister istemez, 2050’lerde gücü Amerika Birleşik Devletlerinden devralacak olan Çin’in Müslümanlar karşısındaki tavrını sınamaya başladığını, gücünü pekiştirmenin bir yolunun da Müslümanları katletmek olduğu zehabına kapılıyor. Çin, dünyanın tek süper gücü olma hayallerini aynı yoldan giderek Müslümanlara yönelik baskı, tehdit ve katliamlarını yoğunlaştırarak gerçekleştirmenin somut örneklerini ortaya koyuyor.

-Diğer İslam coğrafyalarında da aslında durum Çin’dekinden farklı değil. Öyle değil mi?

-Dünyadaki ulusçuluk hareketlerinin kışkırttığı ulusal mücadelelerin artık genel olmaktan çıkıp tek tük coğrafyalarda kendini göstermeye başladığı 1960’lardan günümüze nispeten bağımsızlığını ilan etmiş İslam coğrafyalarına yönelik sürekli ve planlı saldırılar yapılıyor. Haddizatında zaten ulusal mücadelelerini kazanmış olsalar da Batılıların oraya yerleştirdiği yerli işbirlikçileri siyasetçiler, medya patronları, iş adamları ve avangardlar eliyle zaten uydu olmayı sürdüren İslam devletleri, bu yetmiyormuş yahut az geliyormuşçasına bir de dışarıdan müdahalelerle mağdur ediliyor. Daha Batı’ya karşı verdikleri özgürlük mücadelesinin kanı bile kurumamışken Kuzey Afrika’nın bir başından ötekine, Ortadoğu’nun tamamında, Güney ve Orta Asya’da sayısız çatışmanın eseri olarak milyonlarca Müslüman katledildi. Üstelik bu ölümlerin hepsi sanki hiçbir ayrım gözetilmeden planlanmış da icraata konuyormuş gibi Amerika Birleşik Devletlerinin ya doğrudan yahut İsrail eliyle Ortadoğu’ya, onlara destek amacı güden İngiltere, Almanya, Fransa ve bazen de Nato adı altında neredeyse Avrupanın tamamının, Afrika’da Fransa başta olmak üzere Avrupa’nın, Orta ve Batı Asya’da Rusya’nın, Güney ve Doğu Asya’da çoğunlukla Çin’in ama yer yer Hindistan’ın da içinde bulunduğu ülkeler eliyle gerçekleştiriliyor, üstelik süreklileştiği için de yadırganmıyor. Böylece, sürekli tazyiklerle, kültürel ve kolektif bilgi akışıyla zaten bölük pörçük hale getirilen İslam memleketleri sanki dünyanın öteki bütün milletlerinden farklı, gölge-insanmışlarcasına eziliyor, hırpalanıyor, işkence görüyor, ellerindeki mallar sömürülüyor ama en çağdaş insan hakları savunucuları bile bu ölümler karşısında iğne ucu büyüklüğünde bir sarsılma yaşamıyor, keder belirtisi göstermiyor. Sanki Müslümanlar insan olmaktan çıkarılmış, kanı çekilmiş, yüzlerindeki nemleri alınmış da karikatürlere dönüştürülmüşler ve bu karikatürler hoyrat eller tarafından gazete parçasıymışçasına yırtılıp çöpe atılıyor. İnsanlık öyle bir çığırından çıkmış ki bir Müslümanın ölümü, bir gazete parçasının yırtılıp çöpe atılmasından daha az haber değeri taşıyor.

-Bu durumu İslam’a karşı bir saldırı olarak özetleyebilir miyiz?

-Son örneğini Çin’in Sincar, Urumçi katliamlarında gördüğümüz bu zulümlerin bahaneleri ve zamanlaması farklı olsa da dünya Müslümanlarının her gün baskıya, zulme maruz kalıp katledilmeleri ve bu katliamların bir coğrafyada bitince ötekinde başlaması, böylece ölümlerin bütün süreçlere yayılarak yapılması doğrudan doğruya dünyanın egemen güçlerinin İslam’a yönelik planlı katliamı olarak elbette tasavvur edilebilir…

-Peki İslam’a karşı bu nefretin nedeni ne? Üstelik, hakları yenilen ve mağdur edilen Müslümanlar üzerinden ters bir algı yönetme çabaları da var...

-Geleceğin parlayan yıldızı olmaya aday, Batı ve Doğu arasındaki çatışmanın tam ortasında yer alan ve her ikisine de üst perdeden meydan okuma potansiyeli bulunan İslam dünyasına yönelik bu yok etme kampanyası belki de 2050’leri şimdiden paylaşmanın, garantiye almanın hesaplarının bir parçası olarak cereyan ediyor. Bununla birlikte, en az bu katliamlar kadar önemli bir başka gelişme daha var: İslam ve onun mensubu Müslümanlar bir taraftan sürekli sıcak savaşın içine sokulup bedenen öldürülür, sahip oldukları metalar ellerinden alınır, yaklaşık yüz yıldır sürekli geri çekilmeye maruz bırakılıp topraklarına el konurken, öteki taraftan manevi alanda da suikaste, katliama maruz bırakılıyorlar. Topraklarına asker gönderilenler onlar, üzerlerine yukarıdan bomba bırakılanlar, gecenin bir vakti uyandıklarında ateşi görenler olanlar, bir gün önce bahçesini çapalarken öteki gün evlerinin yerinde yüzlerce metre çukur görüp bütün aile efratlarını toprağa gömüp yasını tutanlar onlar, ülkeleri mağlup sayılıp toprakları vergiye, ipoteğe bağlananlar onlar, geceleri evlerinin dışına çıkamayacak hale getirilenler, korkudan evlerine hapsedilenler onlar, güncel yaşamları baskı altında tutulan, inançlarına sürekli dokunulan, kılık kıyafetlerine müdahale edilen, oruçlarına, namazlarına karışılanlar onlar, ama aynı zamanda kağıt üstünde ve kamuoyunda saldırganlar onlar, teröristler onlar, dünyanın tadını kaçıranlar, keyfine limon sıkanlar onlar...

-Amaçlarına ulaşıyorlar yani. Müslümanları yalnız bırakmayı ve suçlu göstermeyi başarıyorlar.

-Çin yaklaşık bir aydır Uygur Türklerinin kanını emiyor, lokantalarında en az beş çeşit içki bulundurma zorunluluğu getiriyor, oruç tutmalarını engelliyor, tam da Ramazan ayına denk getirerek içki festivalleri düzenliyor, genç kızlarına, kadınlarına tacizde bulunuyor, camilerin önünü kuşatarak namaz kılmalarını engelliyor ama suçlu Uygur Türkleri, çünkü Müslümanlar ve yaşam tarzlarından taviz verip asimilasyonu reddediyorlar. Rusya Çeçenleri kesti doğradı, ses çıkaracak tek bir Çeçen kalmayıncaya kadar kılıçtan geçirdi, ama suçlu Çeçenler, çünkü asimilasyonu reddediyorlar. İsimlerini tek tek saymaya gerek yok, Ortadoğu’da nüfus neredeyse yarıya indi ve sıkılan bütün kurşunlar, patlayan bütün bombalar Avrupa’dan, Amerika’dan geliyor, suçlu Müslümanlar, çünkü Batılılaşarak boyun eğmeyi kabul etmiyorlar. Gözlerinin önünde ve sadece coğrafi olarak değil kültürel olarak da Avrupa’nın göbeğindeki Boşnaklar’ın Sırplar eliyle katledilmesine göz yummadı, hatta destek vermediler mi? Birkaç yılda bir, sınırları tamamen Avrupa’nın içinde olan sayısız toplu mezarlara rastlanmıyor mu? Ortadoğu suçlu, Güney Asya suçlu, Kuzey Afrika suçlu, çünkü Müslümanlar ve genlerinde asimilasyonu geri püskürtecek bir öz; inançlarında entegrasyonu yok edecek bir nüve, yüreklerinde zulme dur diyecek bir damla kan var.

-Algı oluşturmada oldukça başarılılar ama haklarını yedikleri, mallarını ve kaynaklarını gasp ettikleri, dinlerini yaşama hakkını ellerinden aldıkları bu insanlardan daha fazla ne istiyor olabilirler?

İslam dünyası üzerinde hegemonya kuran, kurmaya çalışan, bu uğurda her türden kirli savaşın içinde olan bütün ülkeler Müslümanları sadece öldürerek yok edemeyeceklerini biliyorlar, bundan dolayı, ölümü genelleştirmek, yatay olmaktan çıkarıp dikeyleştirmek için toplumları etkileme araçlarının hepsi üzerinden bir de manevi ölüm tasarlıyorlar. Öldürdükleri, gözleri kapanmış insanların yüzüne utanmadan bakıp bir de terörist damgası yapıştırmak… Bedenen ölmüş olanı ruhen de öldürmeye çalışmak… Bu da yetmez, ölümü yaşamın vazgeçilmezi addetsinler diye, onlara savaşsız bir tek gün geçirtmemek… Televizyon kanallarını her açtıklarında İslam coğrafyası haberlerinin mutlaka ve sadece ölüm kokusu yaymasını talep etmek, bunu başarmak… Böylece, tedhişi görünür kılarak, onun gerisindeki bütün güzellikleri, incelikleri, kültür ve medeniyete özgü tevarüsleri görünmezleştirmek, Müslümanların manevi şahıslarına yönelik soyut karakter suikastleri gerçekleştirmek… Doğu da bunun istisnası değil Batı da, Kuzey de bunun istisnası değil, Güney de… Bütün yönler oklarını merkeze doğrultmuş, merkezi çökertmeye çalışıyor. Peki ama merkezi çökmüş bir dünyada hala yönlerden bahsedilebilir mi? Merkez çökünce, sen kalabilecek misin Doğu, sen kalabilecek misin Batı, sen Güney ve Kuzey, dünyanın merkezi çöktüğünde, hala ayakta kalmayı mı umuyorsun? Zalimlerin sorması gereken sorulardan biri de budur!