Doç. Dr. Murat Kayacan
Ayak takımıyla mücadele
Tamer Korkmaz’ın verdiği bilgilere göre Milli Şef İnönü döneminde emir-komuta zinciri içinde İstanbul valiliği yapan Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay, İstanbul'da "halk"a karşı mütemadiyen "adam adama markaj" uygulamış ancak bir keresinde "halkı zapturapt altına alamayınca" çok fena bozulmuş ve apar topar "devletten" yardım istemiş ve Ankara'ya çektiği telgrafla "ortaya çıkan endişe verici durumu" şöyle rapor etmişti: "Halk plajlara hücum etti, vatandaş denize giremiyor!" Yani halk ayrı vatandaş ayrı. Kasketliler, ağzı ayran kokanlar, Hasolar, Memolar, vatandaşın “istediğini yapabilme” sıfatına “ortak” olmaya çalışıyor mütegallibe sınıfına göre.
Halktan rahatsız oluş günümüzde de değişik şekillerde kendini gösteriyor. Sözgelimi DİSK ve TÜSİAD’ın partilerin kapatılmasını engelleme girişimlerine tavır almaları bunun bir örneği. Bu olay bazı kesimleri şaşırttı. Öyle ya sol bir sendika nasıl olup da Türkiye’deki en büyük kapitalist örgüt ile ortak hedef belirleyebilirdi? Aslında ortada bir çelişki yok. Zira kapitalizmden komünizmi bağımsız düşünmek mümkün değil. Teoride komünizm kapitalizmin açtığı yaraları sağaltacaktı. Her ikisinin de rahatsız olduğu ortak şey vardı ve bu din idi. Birisi, dini afyon diğeri tüketim kültürünün önünde bir engel olarak telakki ediyordu. Bu bağlamda “DİSK de TÜSİAD da ilkelerine uygun hareket etmişlerdir.” diyebiliriz. Konu İslâm olunca tek millet olduklarını gösterdiler. İkiyüzlü davranmadılar. Halk adına hareket ettiğini ileri sürenler de zenginler adına söz söyleyenler de ayaktakımı gördükleri dindar/dine saygılı kesime birlikte cephe almayı yeğlediler. Çözüm “karnını kaşıyan adam”ı (!) gözden ve iktidardan uzak tutmakta idi.
Kendisini halktan tenzih edip vatandaş statüsünde görenler magazin dünyasında da boy gösteriyor. Müjde Ar, Pınar Kür, Çiğdem Anad ve Aysun Kayacı'nın sunduğu NTV’nin Haydi Gel Bizimle Ol programının genç kuşak temsilcisi manken Aysun Kayacı: “Yüzde 47 (oy alan kesim), ayaktakımıdır. Ayaktakımı iktidar oldu. Dağdaki çobanla benim oyum bir mi? Ben vergisini veren bir vatandaşım, dağdaki çobanla benim oyum eşit olmamalı.” dedi. Yüzde kırk yedi oy alan parti ve onlara oy verenlerin hepsi çoban mı (Acaba Necip Fazıl’ın “Sen gül diyarının yapma gülüsün!/Aynı yapmacıkla Çoban Sülü’sün!” dediği eski Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel bu tahkire ne der)? Yoksa çobanlar “milletin efendisi” olduğu söylenen köylülerden ayrı mı? Onlar mankenlerin diyetleri için yarım yağlı sütün temininde rol alırken iyi, oy verirken kötü öyle mi? Ayaktakımından çoban olmayıp vergi verenler niçin ayaktakımı olarak görülmekten kurtulamıyorlar? Kayacı kendi oyunun holding patronlarının, tabiplerin oyu ile eşit olmasını da makul buluyor mu acaba? Acaba örtünse ait olduğunu düşündüğü kesim onu yine de sahiplenecek mi yoksa onu “ayaktakımı” diye tahkir ettiği kesime mi dahil edecek farkında bile değil. Yarın bir gün birisi çıkıp da “Gayr-ı ahlaki bir iş tutmuş olan Kayacı gibi mankenlere toplumu ifsat ettikleri için dantela ve kanaviçe örme cezası verilmeli. Onlar, devlet yönetiminden ne anlar? Onlara oy verme imkânı bile sağlanmamalı. Toplum idaresi ciddi insanların işidir.” derse şaşırmamalı!
Kayacı’nın bu sözlerini duyunca Hz. Nuh döneminde de inananların karşılaştığı bir itiraz aklıma geldi: “(Nuh’un) Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni sadece bizim gibi bir insan olarak görüyoruz. Alt tabakamızdan başkasının sana uyduğunu görmüyoruz. Ve sizin bize karşı bir üstünlüğünüzü de görmüyoruz. Bilakis sizin yalancılar olduğunuzu düşünüyoruz." (Hud, 11:27). Aysun Kayacı vahyi biraz okusa ibret alacak ama işi vücut sergilemek ve (NTV gibi ciddi olması beklenen bir haber kanalında) cinsel çağrışımları dikkati alınarak “Haydi Gel Bizimle Ol” adı verilmiş bir programda boy göstermek olan birinin vahiy ile ne işi olur, ancak kendini ıslah etmeye niyetlenmesi hariç!