Başı yılanlardan kurtulmayan adam
İsmail Detseli bugün 50 yıl önce babasından duyduğu ona da dedesinin anlattığı köyde geçen bir hikayeyi anlatıyor.
İsmail DETSELİ
Bu hikâyeyi bana dedem anlatırdı… Çoban Salih’in hiç de fena bir niyet taşımadan yaptığı bir hareket sonrası onu adım adım takip eden yılanların hikâyesini ben de nefessiz dinlerdim… Kadir İnanır’la Fatma Girik’in oynadığı ‘Yılanların Öcü’ filmini bilirsiniz. İşte Salih’inki de böyle bir hikâye… Şimdi bu hikâyeyi size anlatmanın zamanı geldi.
Bundan 50 yıl kadar önceydi, merhum dedem (dedem 1894’lü idi) anlatırdı bu yılanların kinini... O da babasından dinlemiş; köyümüzde yaşanmış bir olaymış.
Yıl 1875-1880’li yıllarmış, günümüzden takriben130 yıl kadar önceymiş.
Köylülerden Salih isminde bir adam dağlarda davar, keçi, koyun sürülerini otlatırmış, hep yaptığı iş buymuş onun için adı da çoban Salih’miş… Ama çoban olduğuna bakmayın o bir okumuş, mektep medrese görmüş bilgide birisiymiş.
Yine bir gün dağda sürüsünü otlatmış… Mevsim yaz günü vakit öğleye doğru… Yakınlarda bulunan çevresi yeşillikli bol bir araziye sahip kaynağından bol miktarda su akan 2’şer metre uzunluğunda taştan oyma su kurnaları olan bir çeşmeye her zamanki gibi kalabalık olan sürüsünü sürmüş. Burada sürüsü sulanacak, öğleden ikindiye kadar burada yatacak öğle sıcağından çeşme başındaki ağaçların gölgesinde barınacak.
Bu tür yerlere köylerde suvat derler, çoban da gece sürüye örü verdiğinden (sürünün gece otlamasına örü denir) o da istirahat edecek, bir kenarda uyuyacak…
Sürüsü önde çoban arkada çeşmeye kadar varırlar ama önden ilk olarak suya koşan koyunlar ve keçiler birden ürküp çeşme başından geri kaçarlar. Bir daha yanaşmazlar suyun başına.
Geriden bu durumu fark eden çoban Salih çeşmeye doğru elinde çomak denen özel yapılmış yay şeklinde eğri ve başı da topuzlu olan değneği ile emin adımlarla varır.
Bir de ne görsün, çeşmenin kurnalarından birinin dibinde bir yılan var ki sanki bir ejderha… Korkunç bir görüntüsü var, yanına kimseyi yaklaştırmıyor, kendinden çok emin, insan ve mal halt etmiş yanında… Kim biraz yaklaşırsa hışırtılı bir ses çıkarıyor ki oralar adeta bu sesten yankılanıyor, her taraf sese boğuluyor.
Bizim çoban Salih hem tecrübeli hem ilim okumuş… Yaratılana yaratandan ötürü saygılı…. Bir müddet bekler yılanın kendiliğinden çekip gitmesini… “Bu hayvan da susamış, ortalık sıcak… Varsın suyunu içip gitsin” der.
Zaten “su içerken yılan bile dokunmaz” derler bizde… Ona dokunmayalım diye bekler ama ne var ki yılan buradan bir türlü gitmiyor, sürü dersen susuzluktan yanıyor. Salih çoban tedirgin ve nihayet sabrı tükeniyor. Elindeki ucu topuzlu eğri çomakla müdahale ediyor ve elini şöyle değnekle yukarı doğru kaldırıyor yılana vurmak veya korkutmak için… Ama yılanda o büyük cüssesi ile yarı yerine kadar yukarı başını kaldırıp Salih’e karşı saldırıya geçmeye hazır vaziyete geliyor… Çobana adeta kafa tutuyor.
Bir müddet yılanla böyle mücadele eden Salih’in artık sabrı taşıyor, insanın fendini akılla birleştirip geriden koca taşları yılana fırlatması ile vücudu yara alan yılanın orayı terk etmesini sağlıyor. Nihayet sürü suya yanaşıp suyunu içip çevre yeşilliklerine yatıveriyor. Bir büyük ağacın dibine istirahata çekilip yatan Salih hala korkulu gözlerle yılanla yaptığı mücadelenin etkisinde sürüsünü gözetlerken, çeşme başındaki bazı koyunların ayaklarını şiddetle yere vurarak yaptıkları acayip hareketleri görüyor ve koşarak oraya varıyor ki ne görsün!
Bir müddet önce yılanla mücadele ettiği yerdir orası… Bakar ki üç beş tane yılan yavrusu var… Koyunlar bunlara ayakları ile vuruyorlar, Salih de yine koyunlar ürküp kaçacaklar diye çomağı ile koyunlara yardım ediyor… Yavruları öldürüp koyunlardan uzak bir kenara çomağın ucuna takıp, götürüp bırakıveriyor.
Ve yine gelip o koca ağacın dibine yatıyor… Biraz sonra yine büyük bir inleme, sızlama sesi ile uyanan Salih o sesin geldiği tarafa gidiyor… Baksa ki yine o yılan ölü yavrularına sarılmış ağlamakta, hışımla sağa sola göz gezdirmekte. Meğer yılanın yavruları sürü çeşme başına ilk geldiğinde orda imiş, onun için yavrularına sürü zarar vermesin diye mücadele ediyormuş. Yılanın ağlaması Salih’i çok tedirgin etmiş ama yapılacak da bir şey yokmuş.
Salih’in başı bundan böyle yılanlar ile hep derde giriyor.
Salih yavrulara dolanmış ağlamakta olan yılanın yanından ayrılırken yılan on öyle bir bakmış ki, Salih bu bakışın ne demek olduğunu kavrar ama sonra der ki “Ben nasıl olsa biraz sonra burayı terk ederim, o da gider bu işte biter.” Ama tabi böyle olmaz çünkü daha henüz sürü oradan kalkmadan koyunlardan bir kaçının telaşlı ve kıvranmakta olduğunu görünce aklı şaşar… Koşar yanlarına ama koyunlarda 5-6 tanesi kıvranarak gözünün önünde ölürler, çünkü yılan koyunların göğüslerini emerek zehirlemiş, bu yüzden ölmüşlerdir. Yılan daha ilk anda çobana büyük bir darbe vurmuştur. Durumdan korkan Salih daha ikindi olmadan zamansız sürüyü yerinden kaldırır, maksadı bu belalı yeri terk etmektir. Çünkü yılanın öcünün fena olacağını anlar tecrübeli çoban. Ama Salih artık adım adım takip edileceğini hiç düşünmez.
YILAN TEHDİT ETMEYE DEVAM EDİYOR
Bizim Salih, mevsim yaz olduğu için sürüsü ile kapalı mekân olan ağılda damda değil de açık alanlarda, tarlalarda ve kırlarda yatmakta ve geceleri sürüye örü (örü gece otlatmadır) vermektedir. Bir gece çok yorgun gelir ve yemek filan yapıp yemeden kuru ekmeklerden biraz acı soğan kuru yavan yiyip kepeneğine sarılıp toprağın üzerine yatıverir.
Gecenin bir vaktinde tuvalet ihtiyacından dolayı kalkmak ister ama bir türlü kalkamaz… Üzerinde çok ağır bir yük vardır, bu üzerindeki baskıyı güç bela atar ve kepenekten dışarı çıkar. Bakar ki birkaç tane iri cüsseli yılan etrafını sarmışlar, yanından hiç ayırmadığı eğri hançeri ile can havliyle Salih de saldırıya geçer ve bu mücadeleyi de kazanmayı başarır.
Başka bir gece yine yılan bu sefer Salih’in kepeneğinin altına girer, yine Salih’e zarar verecektir… Bu sefer de Salih’in sadık köpeği karabaş devreye girer ve Salih’e doğru sokulan yılana saldırır… Bir yandan da havlar bu sayede Salih yine yılandan zarar görmeden kurtulur.
Artık yaz bitimi gelmiş, ortalık güze doğru gidiyor… Salih de yaz boyu otlattığı sürüsünün çoğunu köyünde sahiplerine dağıtır ve kendisine ait olan mallarını da evine getirir. Artık kışın sürü otlatmayacak, çobanlık yapmayacak, bu yıl istirahat edecektir. Yazın koyunlarının sırtından kırktığı yünleri de evine getirir, bir alıcı gelirse satacak, gelmez ise eşi bu yünlerden yatak ve minder dolduracaktır.
Yünleri evin gerisinde ayak değmeyen yani her zaman girilip çıkılmayan bir kenar yere koyarlar… Bu arada Salih’in peşini bırakmayan kinci yılan da eve gelip bir yerlere yerleşmiştir. Birde yün olan yere girer ve yumurta yapar, bu yünlerin sıcaklığı ile yine 4-5 tane yavru yapar. Salih’in çok değerli sevecen iyiliksever bir hatunu vardır ismi Ayşe kadın ikide çocukları vardır ikisi de kız yazın çeşme başında yaşadığı olayı Salih eşine anlatmıştır, eşi durumu biliyordur. Salih’in korkularına ve evhamına karşılık o şöyle der: “Aman bey, Allah’a dua et Allah korusun evimizin direği Allah seni hanemize bağışlasın. Sen olmasan bizler ne yaparız üç tane eleyağsa (eleyağsa: üç kız veya kadın demektir). Ama bu yılanlar çok kinci olurmuş öcünü almadan da bırakmazmış insanları onun içi daha dikkatli davranalım.”.
Ve bir gün Ayşe kadın “Yünlerden biraz alayım da kış yaklaşıyor ip eğireyim. Beyimin ayağına ve çocuklarıma çorap, sırtlarına kazak filan öreyim diye yünlerin yanına varınca 5 tane yılan yavrusunu yünlerin arasında görür ve hemen onları üşümesin diye yattıkları evin üzerindeki sıcak bir yere yünlere sarıp kaldırır. Ve eşine der ki: “Bey bizde yılan aşkı mı var yoksa? Allah’ın hikmeti bir şey midir bu? Bizim yün odasına yılan yavrulamış, 4-5 tane yavru yapmış, önümüz kış hazar onları daha sıcak bir yere, yatak odamızın üstüne kaldırdım. Ne de olsa bu odanın üstü sıcak olur” der. Salih bunu duyunca fena korkar ve “hanım onlara zarar vermeseydin, yoksa o yılan da bize ve yavrularımıza zarar verir maazallah” der.
Saf Ayşe kadın “yok beyim yok onları daha sıcak yere kaldırdım. Onlar da bilir insanın niyetini, zarar gelmez korkma” diye teselli eder. Bu konuşmalardan sonra, zaten gece vaktidir yatarlar. O gece Ayşe kadın gece vakti namaz kılmak için kalkar, idareyi yakar, fenerin içersine koyar. Abdest alır, namazı kılmadan önce “yılanın yavrularına bir bakayım üşümesinler” diye o yavruları bıraktığı yere gider. Bakar ki yavrular iyiler, feneri yanlarına bırakır döner. Ana yılan gelince görsün bu yavrucakları diye. Namazını kılar, Allah’a dua ederken bir çatırtı duyar. Merakla dışarı çıkar bakar ki; yılan evin gerisinde duran ve su içmek için devamlı kullandıkları su testisini beline dolanmış, olanca kuvveti ile sıkarak testiyi kırıp parçalamış, suyunu akıtmış. Meğer gündüz yavrularını yerinde bulamayan yılan ev sahiplerinin onlara zarar verdiklerini zannettiği ev halkını zehirlemek için testinin içersine zehrini kusmuşmuş… Sonra fenerin ışığında yavrularını bulunca onları zehirlemekten vazgeçtiği için testiyi de kırıp zehirli suyu akıtmış. Bunu ertesi gün köyün bilge kişilerinden öğrenmiş Salih Efendi ve eşi.
Ama Salih yazık korkamaya devam eder ve eşine “Bu yılanı bulup öldürelim bu bana zarar verecek, ben çok korkuyorum” dedikçe hanım “Yapma Salih Efendi. Bir şey yapmaz, iyilik yapalım yılanın güvenini kazanalım” dediyse de Salih artık eşine baskı yapmaya devam eder. Çünkü yaz sonlarında Ayşe kadına söylemediği bir olay daha yaşar Salih… Kırda bir taşın üzerine oturmuş ayaklarını da aşağı doğru salmışmış. Yılan taşın altından çıkıp Salih’in bacaklarına dolanmış. Salih “Ben sana bilerek bir şey yapmadım beni niçin böyle takip ediyorsun” demiş. Yakınında bulunan arkadaşları “Kiminle konuşuyorsun Salih” deyince yılan bacaklarından çekilir. Serbest kalan Salih de var gücü ile kaçmaya başlar… Yılan da peşine düşer, bir hayli kovalar... Arkadaşları durumu görünce “güneşe doğru kaç Salih yılan güneşe doğru gelemez” diye akıl veririler. O da denilen yöne kaçar ve canını kurtarır. Meğerse yılan güneşe doğru pek gidemezmiş, güneş gözünü alırmış…
VE NİHAYET ÖCÜNÜ ALIR
Bu korkular içinde yaşamı zorlaşan, kuşkulardan kurtulamayan Salih kendine zamanın yeni icadı sayılan ve tek el ile atışı yapılabilen çakmaklı orta namlulu bir silah alır. Her gittiği yere bununla gitmektedir. Sürüsünü bir gün o ilk olayların yaşandığı pınarın başına sürer, bu sefer elinde silahı var ya, ona güvenerek herkesten önce gider Salih… Sürüsü de ardından gelmektedir su içmeye… Bakar ki çeşmenin başında eski yılandan daha büyük bir yılan var ve bunlara doğru sanki hücuma hazır gibi duruyor; rengi de siyahtır. Önce taş atmayı filan denemek ister Salih ama korkar ve… Silahın verdiği cesaretle hemen yılana doğrulttuğu silahını ateşler… Bir de yaygın görüş vardır, köy yerlerinde yılana tam nişan almasan bile yılan saçmayı çeker derler… İşte ona da aldanıp ateşler… Bizim oralarda karayılan derler.
Bu olanlar karşısında Salih’e öyle bir bakmaktadır ki karayılan, sanki gözlerinden alev saçar gibi… Artık korkunun da verdiği vesvese ile silahı ateşler ama ateşler ateşlemez de kendisi yere yığılıp kalır. Çünkü yılan Salih’in ateş ettiği kolunun tam üstünden ve omzundan sanki uçarak hışımla geçip Salih’in arkasına düşmüş ve tekrar hücum için hazırlanmaktadır. Salih o yana döner, yılan bu sefer yine Salih’e saldırıp tam göğsüne olanca gücü ile kendini vurur… Salih bir daha yerden kalkamaz. Çevreden silah seslerini duyan ekin biçmekte olan köylüler imdadına yetişirler, “Ne oldu diye sorarlar” ama yılan ortalarda yoktur ve bir daha da bulamazlar.
O an biraz kendinde olan Salih bütün hikayeyi anlatır baştan sona. Salih’in zaman içinde ağzı ve elinin başparmakları yılanın kafası şeklini alır, sanki büyükçe açılmış bir yılan ağzı gibi iki başlı olur parmakları. Ve Salih’i o anında gelip ziyaret edenlere parmağını gösterip şunu der: Beni bu yılan çarptı.. Başka bir daha konuşmaz, kırk gün yaşar. Doktorlar ve koca karı ilaçları fayda etmez, sonunda Hakkın rahmetine kavuşur. Allah rahmet eylesin.