Hasan Ukdem
Bazen Yorulur Ya İnsan
Bazen yoruluyor insan, kırık düşlerinin kıyısında oturmaktan. Gençliğinin pembe günlerinde, başında esen kavak yellerini hatırladıkça yenilmiş hissediyor kendini. Elinde kalan hayal kırıkları canını kanatıyor. Çocukluk yılları, okul hatıraları, o zamanlardan el sallayan arkadaşları, aşkları... Bir bir karşına geçip hüzünlü bakışlarla bir şeyler söylemek ister gibi duruyorlar. Dostlukları vazgeçilmez, sevgileri unutulmaz, aşkları olmadan yaşanmaz dediği insanların, hayatından nasıl çıktıklarını anlayamıyor. O eşsiz insanların yerine ne zaman gelivermiş bunca katlanmak zorunda olduğu zatlar? Bilemiyor.
Bazen savruluyor insan kendi içinde. Ne düşüneceğini, nereye yürüyeceğini, nasıl nefes alacağını bilemez oluyor. Yaptığı hatalar, işlediği suçlar, girdiği günahlar dağ gibi dikiliyor önüne. Kapkara bulutlar sarıyor gökyüzünü. Ne zaman düştüğünü göremediği yıldırımlar yakıyor yüreğini. Her seçiminin bir vazgeçiş olduğunu anlar gibi oluyor ama realist beyinlere dinletemiyor. “Hayat” diyorlar, “Olur” diyorlar, “Geçer” diyorlar. Oysa geçince, hayat bitmiş, olan olmuş, geçen geçmiş oluyor.
Bazen naçar kalıyor insan. Hiçbir şeye gücü yetmiyor. En sevdiği insanlara, en muhtaç yanlarını söyleyemiyor. “Senin üzülmeni hiç istemem” diyenler üzüyor en çok da. “Mutlu olmanı istiyorum” diyenler mutsuzluğunu inşa ediyorlar. “Sen çok iyisin” diyenler en büyük kötülüğü yapıyorlar, kendilerini çekerek. Oysa hiç üzülmemek, hep mutlu olmak, her zaman çok iyi olmak istemiyor ki insan, sadece vasat, basit bir hayat diliyor.
Bazen çıldırıyor insan. Aklını en çok kullandığı zamanlarda yitiriyor dengesini. En iyiyi, ideal olanı, kusursuzluğu yakalamaya çalıştığı zaman acizliğini görüp aklı başından gidiyor. Dünyadaki hayatı yaşanılmaz hale getirip de uzayda hayat kurmaya çalışan modern beyinlerin usuna deli oluyor. Her şeyi kategorize eden rasyonel kafalar ruhu metafiziğe, bedeni diyetisyenlere ısmarlarken, paralelliği unutuyorlar. Maneviyat yok edilmeye mahkûm edilince ruh gıdasız kalakalıyor.
Bazen sığınacak bir şey arıyor insan. Toprağa dokunmak istiyor, bir akrabasına dokunur gibi. Bir ağacı kucaklamak istiyor, bir dostu kucaklar gibi. Bir çiçeği koklamak istiyor, sevgiliyi düşler gibi... Ve dua etmek istiyor, bir çocuğun annesinden şefkat umduğu gibi... Hepsi mümkün, hepsi ihtiyaç, hepsi elzemken yapmıyor, yapamıyor. Aklına bilgisayar geliyor, oyun geliyor, sanal paylaşımlar geliyor ve dalıp gidiyor o dünyaya... Ama kafasındaki sorular cevap, içindeki ihtiyaç muhatap bulamıyor.
Hep düşüyor insan, kendi kazdığı kuyulara. Gayretinin yorgunluğunu duysa da bilincine varamıyor. Savruluşunu hissetse de önleyemiyor. Çaresizliğini bilse de kibriyle örtüyor acizliğini. Çıldırtsa da yaşadığı hayat, yine aynı hayatın hazzına, hızına kapılıyor. Ve sığınacağı esas mercie müracaat etmekten imtina ediyor. Ve düştüğü kuyuda, karanlıklarla, türlü zehirli yaratıklarla baş başa kalıyor.
Haz, eğlence, mal mülk maddi şeyler olduğu için, manevi hastalıklara çare olamıyor. Bir ayetin nuru, bir hadisin ışığı, bir masalın rotası, bir atasözünün çizdiği ufuk, bir şiirin duygu dünyası, kitaplara, dillere, gönüllere hapsedilirken, mahkumiyetini de insanlık çekiyor. Kimse dönüp arkasına bakmıyor. Oysa arkamızdan Yunus sesleniyor, Mevlâna haykırıyor, Necip Fazıl nara atıyor. Ve modern insan tüm bu kudemayı sosyal medya figürü sanıyor, ya da o hale getiriyor. Okumuyor, dinlemiyor ve daha vahimi anlamıyor, anlamak istemiyor. Sonra yaşam koçlarına, psikologlara, diyetisyenlere koşuyor. Yanlış beslendiğimiz sürece hem bedenimiz hem de ruhumuz elbet obez olacak. Eğer kendi hakkımızdaki hükmü kaldırmazsak böyle de kalacak.
Hazdan manevi değerlere, kapitalizmden kanaat ekonomisine ve hepsinden öte çağın putlarından Allah’a sığınmadıkça bu hastalıklar devam edip gidecek. Hayat harekettir, müslümanın günü seher vakitlerinde, sabah ezanıyla başlar. Ve beş vakitte kalkar kıyama durur, bu kıyam şeytani düşüncelere, miskinlik hastalığına ve insani değerlere karşı olan her şeye karşı bir kıyamdır. Kimse soğuk bir odada “Yorgan! Yorgan!” diyerek kendini ısıtamaz, ancak kalkıp o yorganı bulunduğu yerden sırtına almasıyla amacına ulaşabilir. Hayat sanıldığı kadar bir muamma değildir, hatta oldukça basittir. Yeter ki kalkalım yolu bulalım ve işaret taşlarını takip edelim.
Bazen umutla dolar insan...
Ve hep gayretinden sonra, yetindiği zaman mutlu olur.
Sevgiyle kalın.