Bedir Oğlu'ndan Mahmut Öldüğü'ne

Bedir Oğlu'ndan Mahmut Öldüğü'ne

Bizim yöremizde iki “Mahmut öldüğü boğazı” vardır. Hikayeleri de böyledir.

İsmail DETSELİ

 

Anadolunun fethi ile başlayan göçler sürü sahibi olan Aşiret, Türkmen ve Yörük liderlerini bu topraklarda ormanlık alanlara, orman kıyılarındaki otlak meralara ve çayırlıklara bunun yanı sıra sulu vadilere oturmaya mecbur etmiş. Çünkü bunca deve koyun keçi ve sığır sürülerini ancak böyle yerler muhafaza edermiş.

Bu yörelerin Türkleşmesi konusundaki yazılarımda çok vurguladığım efsaneleşmiş olan atalarımdan dinlediklerimden birini daha sizinle paylaşıyorum.

 

Anadolu içlerine gelip Konya’nın dağ yörelerini tercih eden aşiretlerden birisi de Bediroğlu aşiretidir. Bu aşiret bizim köyümüz Gilissıra ile komşu köyümüz Botsa’nın arazileri arasındaki Aşırı deresinin kuzeyinde güneye nazır bir tepeye yurt tutmuş ve bu tepeye bundan dolayı Bediroğlu tepesi denmiştir. Ve asırlardır bu tepede yerleşim yeri olduğu yıkıntı ve taş yığınlarından belli olmaktadır.

Bediroğlu namı ile bilinen bu zengin saltanatlı ağa Behram Bey aşağıdan akan Aşırı deresine hakim tepede bodur meşe ve ardıç ağaçlarının yapraklarından keçileri vadideki yeşil otlak ve çayırlıklardan koyunları ve tam buranın karşısında yükselen verimli bir dağ olan Andıkkuzu diye bilinen sarp ve dik dağın yamaçlarındaki alıç, yaban eriği, yüksek meşe ağaçlarından sığır ve develerini otlatarak yıllarca bu tepede yaşamını sürdürüyor. Ayrıca vadi içerisindeki verimli topraklarda bağcılık yaparak, ekin ekerek, suladığı çayırlıklardan kışlık ot biçip saman yaparak kış hazırlığı da yapmak sureti ile zenginliğine zenginlik katmış. Burada diktiği büyük üzüm bağlarının adına da Mağras adı vermiştir. Ve halen bu yöreye Mağras Bağları denmektedir. Buralarda yetiştirdiği ve mallarından elde ettiği ürünleri daha henüz civarda mukim olarak yaşamakta olan Rum ve Ermenilere satar, yetiştirdiğini pazarlayarak hayatını idame ettirmiş.

 

Aradan zaman geçtikçe gayri müslimlerin Türklerce fethedilen yerleri terk etmeye başlaması ile bu aşiret beyleri de göçer ve çadır ikametinden vazgeçip köy yerleşik düzenine girmeye başlar. Ama bu yerleşime pek sıcak bakmayan Behram bey nihayet o koca arazide yalnız kalır. Sonra yerleşik düzene geçen akrabalarının tavsiyesi ile geçen koca Behram Bey “acaba Botsa’ya mı Gilissira’ya mı yerleşeyim” diye düşünmekte iken her iki adı geçen köylerdeki akrabaları da kendi yanlarına bu sakafetli, dirayetli, sözü özü bir olan bilgili ağayı yanlarına çekmeye uğraşmaktadırlar. Ama Behram Bey çok kararsızdır. Otağını kurduğu Bediroğlu tepesine yakın olan ve kuzeyindeki damla sarnıç çakıllı içi oğlan koyağı, civarında otağı olan ve geldikleri Horasan’dan akrabası sayılan Kaymakçıoğlu Salih Bey’in otağı vardır. Botsa, İlyasbaba, Gilissira üçgeni arasında bulunan ve Bediroğlu’nun güney batısına düşen büyük karanlık vadide ise yine akrabası olan Oruç Bey’in otağı vardır. Bu yan akrabalar her ne kadar sürü sahibi iseler de Behram Bey’inki kadar mal ve saltanata sahip değillerdir ve ona karşı da saygılıdırlar.

 

Behram Bey’in bir de bilge hatunu vardır ki adı Seniha kadındır. Çok cabbar, çok sakafetli, çok hamarat bir kadındır. Buraya çadır kurduklarından beri çevresindeki otağlardan ve gayri müslim olan köy insanlarının çok güvenini kazanmış ve onlara daima yedirmiş, içirmiştir, kendisini çok sevdirmiştir. Bu beyin iki oğlu iki de kızları vardır. Büyük oğlan Murteza küçük oğlan ise Yakup’tur. Kızları Huri ve Asiye’dir. Behram bey aslında bu köylerden Botsa’ya yerleşmeyi pek istememekte çünkü onun gözü daha yukarılarda Gilissira’dan daha yukarı dağları istemektedir. Ama oralara geçmek için bazı engeller vardır. Bu da yerleşik olanlardan değil ne yazık ki akrabası olan Kaymakçı ve Oruçoğlu aşiretlerindendir. Bu hengame ile hayat devam ederken bir istenmeyen bir şey olur. Behram beyin oğlu Mürteza ile Kaymakçı Salih’in oğlu arasında mal otlatması yüzünden kavga çıkmış ve daha güçlü olan Mürteza Kaymakçı beyinin oğlu Yusuf’u kovalayıp Oğlan Koyağı diye adlandırılan yerde bir hayli hırpaladıktan sonra yarı beline kadar toprağa gömüp bırakıp gitmiş oradan artık nasıl kurtulduysa kurtulan Yusuf babasına ve ağabeyi Mahmut’a durumu bildirmiştir. Araya bir girip uzlaştıran da olmamış. Onun için büyük bir kin başlamıştır bunlar arasında. Bu kavgadan pek hoşnut olmayan, kötülüğe daima karşı olan Behram Bey bu kez mallarını Aşırı dere boyuna sürmelerini emretmiş oğullarına. Ama ne var ki burada da onları bekleyen bazı zorluklar varmış. Oruç beyin oğullarının adı ise Hasan ve Mahmut’muş. Burada şunu belirtelim Oruç ile Kaymakçı aynı soydan oldukları için ikisinin de Mahmut diye oğulları varmış. Ve bunlar artık daha uzaktan akrabaları olan Behram beye ve onun malına canına savaş açmış olmuşlar.

 

Aşiretler genişledikçe malları çoğaldıkça daha iyi otlatılacak daha iyi bol suyu olacak yerlere sahip olmayı yeğleyen Behram beyin büyük oğlu Murteza, o gece düşünür. Sabahtan sürüsünü suyun dağlardan akıp geldiği yukarılara doğru açılmak, batı istikametinde ilerlemek daha verimli arazilere sahip olmak ister bunu da gece çadırda yatarken kardeşine söyler. Bu arada şunu da belirtelim bu aşiretlerin sürülerini bekleyen kurttan kuştan hatta kötü niyetli insanlardan koruyan azgın ve saldırgan köpekleri vardır. Bir de süratle gidilmesi lazım olan yerlere gidebilmek için ve hatta dövüşlerde kendisine yardımcı olacak yeğin atları...

 

Sürüyü o gün sabahtan vadiden yukarı doğru süren Murteza sürü açıldıkça keyfe gelir. Bir ağacın gölgesinde dirsek keyfi uyuklarken sürünün ürküp kendisine doğru gelmekte olduğunu görünce keyfi kaçar ve sürüyü güçlükle sakinleştirip etrafı bir kolaçan eder, araştırır. Bir de ne görsün hasımlı oldukları Kaymakçı’nın oğlu Mahmut ile Oruç Bey’in oğlu Mahmut pusu kurmuşlar aniden Murteza’nın üzerine saldırıp iyi bir dayak attıktan sonra bir daha sürülerini bu yöreye sürmemesi konusunda da uyarmışlar. Bir de yanlarından ayrılırken onlara şöyle seslenir: Yarın atlarınızla, sürülerinizle, köpeklerinizle gelin üçümüz bu vadide kozlarımızı paylaşalım. Kaçmak yok başkalarından yardım almak da yok.

 

VADİDE BÜYÜK SAVAŞ BAŞLAR

Serde beylik ve efelik de olunca gençler, olanları ailelerinden kimseye bahsetmezler ve ertesi sabah yine sürülerini suyun aktığı batı vadisine doğru yönelten Murteza’nın değişik hareketleri küçük kardeşi Yakup’u şüpheye düşürür ve o da babasına bir şey anlatmadan ağabeyinin ardından takibe koyulur. Vadideki bol verimli topraklarda sürüler, atlar, köpekler hepsi birbirine karışır öyle bir savaş başlar ki Murteza’nın atı çok kuvvetli olduğundan karşı tarafın hem atlarını hem de insanlarını perişan eder, köpekler de azgındır onlar da karşı tarafın köpeklerini boğup yıldırınca Murteza bu kavgadan başarılı çıkar ve o gece yanına gelen kardeşi Yakup “artık bu topraklarda otlayacak davarımız burada yayla yaylayacak anamız bacımız olacak” der. O gece Murteza kardeşini obaya gönderir kendisi de bu topraklarda sürüsü ile beraber kalmaya karar verir.

Sabah erkenden bir kız uyandırır Mürteza’yı uykusundan. Elindeki kılıcı ile yerinden fırlayan Murteza karşısında bir güzel göçer kızı görünce, önce öbürlerinin bir oyunu zanneder ama sonra kızın getirmiş olduğu sıcak bazlama sıkmasını görünce biraz gevşer ve bir gün evvelki yaptığı yiğitlikten dolayı kendisini öven kızın kimliğini sorar. “Ben de bir aşiret kızıyım babamın da kendine göre bir sürüsü var biz de şungurda (şurada diye karşı obayı gösterir) otağ kurduk mütevazı yaşarız beğim ama sen buralara sahip olursan bize burada yurt kalmaz mı gayrı” deyince Murteza “bakalım düşünürüz” diye açık bırakır kapıyı. Çünkü onun gönlü hemencecik akmıştır sünnetçi oğlu Cabir’in kızı Nurşah Sultan’a.

 

Ve ertesi gün bir ata binip oğlunun durumuna bakmaya gelen babası Behram beye durumu anlatır. Baba zaten sünnetçi oğlu Cabir’i tanımaktadır. Kızını hemen oğluna ister, istek kabul görür ve hemen bir kısa Yörük düğünü ile Nurşah ile Murteza dünya evine girerler. Behram bey çok akıllıdır, buralarda oğlunun hakimiyetini pekiştirmek için onun nüfuzunu artırmalıdır. Verimli tarlaları kayın pederi Cabir’e veren Murteza kendisi daha biraz yukarı çekilerek çay kıyısındaki verimli iki suyun ağzı olan bir yere bahçeler, bağlar, yapmayı yeğler ve babasının Mağras bağlarına karşılık “Bağras” diye ad verir yöresine. Bu isimler halen Sünnetçikuzu Üçkoz ve Bağras diye yöre halkının dilinde devam etmektedir. Bunların buralara yerleşmesi kuzeye hakim Kaymakçı beyin oğlunu ve güneyde dar bir yörede kısılıp kalan Oruç beyin oğlunu çok rahatsız eder. Bunlar bir çare düşünüp bu Murteza’nın gücünü kırmak için yukarı dağlardan akmakta olan sularını kesip mallarının otlaklarını azaltmak isterler ve kuzeydeki Kaymakçı oğlu Mahmut, Tuztaşı, Adaçayır ve İkikiris derelerini takiben yukarılara batıya doğru açılır ve buralarda otağını kurar.

Diğer güney yakadaki Oruç beyin oğlu Mahmut ise Genge’den (Gilissıra’nın güneyinde bir mevki) aşarak Musabey vadisinden akan suyu kesmek için oda bu dağlarda yurt kurar otağını oturtur.

 

TEHDİTLER GELMEYE BAŞLAR

Behram bey altındaki güzel bir at ile oğulları kızları arasında gidip gelerek onların sorunlarını gidermek torunları ile uğraşmak ister. Hanımı ise küçük oğlu Yakup’un otağında kalmayı tercih eder. Çünkü küçük oğlanın eşi de zaten yine dağ tarafında otağı olan kardeşi Kalaycıoğlu’nun kızıdır. Murteza’nın ünü gittikçe çevrede artmış, yiğit kişiliği, dürüstlüğü ve mal varlığı ile sakafetli oluşu ile sevilip sayılmakta ama akraba çocukları Mahmutlar yenilgilerini hazmedemediğinden Mürtezayı daima tehdit etmektedirler.

Yaşanan olaylardan çok muzdarip olan Behram Bey bir gün atına biner ve daha yükseklere çekilmiş olan uzaktan akrabaları Mahmutlar’ı ziyarete gider. Ve buralarda uzaklardan gelerek yurt tutmak üzere olduklarını birbirleri ile iyi geçinmeleri gerektiğini ve daima kenetlenmiş halde olmaları lazım geldiğini söyler. Ama onlar bilge ihtiyarı ve bindiği atını küçümserler ve alaya alırlar. Onun bu önerilerini korkaklık sayıp aşağılayıp kovarlar ve “git bunları söylemeye oğlun gelsin” derler.. Buradan daha yukarılarda çadır kuran ve bir tanesi Behram beyin kayınbiraderi olan Kurtoğlu’na ve onun yakın akrabası ve bu yörede oturan Kalaycıoğlu’na gider ve ziyarete geldiğini söyler: Bir gün onlarla kalıp geri gelir olanları da oğullarına pek aksettirmez. Ama içinden de haliyle kırgın ve kızgındır. Gelince oğluna “at biraz zayıflamış. Aslında bu at çok asil bir attır kayınpederinde bu cinsten bir kısrak vardır. Tez o kısrakla bu atı birleştirin onlardan daha yeğin bir tay bekleyin. Ben sağ olursam ben yetiştirip torunumu onunla büyütürüm yok ölürsen gelinim Nurşah onu oğluyla beslesin” der.

Kayınpederini can kulağı ile dinleyen Nurşah Hatun hemen söyleneni geciktirmeden yapar ve tay beklemeye başlarlar. Bu arada Murteza’dan haber çıkmayınca daha da azgınlaşan Mahmutlar korktuklarını zannederek ikide bir Murteza’nın sürülerine ve sığırlarına saldırırlar. Bunlara babasının sus telkinleri ile susan gerekli cevabı vermeyen Murteza bir gün dayısını ziyarete gider ve o yörede otağı olan Oruç oğlu Mahmut ile karşılaşır ve Mahmut “haber gönderdik sana korkak herif, niye karşılık vermedin çadırda avratla yatmak seni tembelleştirmiş ve korkaklaştırmış” deyince Murteza üzerine hamleder Mahmut’un. Ve onun da niyeti bunu daha derin bir boğaza çekip orada olan akrabaları ile öldürmektir. O kaçar bu kovalar şimdi yöre halkının “Mahmut öldüğü boğaz” diye adlandırdıkları boğazda atının tökezlemesi ile düşüp ölür ve Murteza onu  kurtarmak için çok çaba sarf ettiyse de başarılı olamaz ve kendi kazdığı kuyuya düşen Mahmut ölür gider. Mürteza dayısı kurt oğlunu ziyaret edip döner bu Mahmut un ölümü duyulur ve cenazesi o boğazda defin edilir.

 

Oruç bey kalan oğullarına ve dul gelinine giderek bir daha Behram beyin sülalesi ile takışmamaları konusunda uyarır bu düşmanlık son bulur. Çünkü o zamanki Türklerde ataya karşı koyma yok o ne derse o olur aksi takdirde ataya uymayan evladın sonu hüsran olur. Bu arada beklenen doğum olur, bir yıl sonra tüyleri daha doğuştan pırıl pırıl parlayan bir yağız tay doğar. Cabir’in kısrağından ve bu tayı anası ile beraber Cabir getirip torunu Tolga’ya teslim eder. Buna çok sevinen dede Behram bey taya bir yaşına kadar bakar ama onun yetiştiğini göremez ve o yıl hakkın rahmetine kavuşur ve bu yörede yerleşik düzen olan ve en eski köy olarak kabul edilen Mevlana akrabası Horasan erlerinin yattığı yer olan İlyasbaba Tekke köyüne defnedilir. Baba ölümü ile atı kısrağı unutan Murteza bey artık olgunlaşmıştır. Kavgadan gürültüden uzak kalmak ister. Nurşah kayınpederinin isteği üzere atı ve oğlunu yetiştirir. Murteza ne kadar kavgadan uzak olmak istese de bela gelir de göz görmez derler. Ya bu sefer Kaymakçı oğlu Mahmut musallat olur, Murteza’nın mal varlığına. Murteza her ne kadar aşağıdan aldıysa o korktu sanarak üzerine gelir.

 

Ve bir gün oğlu ile sürüyü otlatmaya giden Nurşah Hatun’a Mahmut dağda saldırır ama Nurşah ve oğlu bu belayı akıllı bir savunma ile bertaraf ederler. Akşama kocasına bir şey demezler, çünkü deseler ya yuva yıkılacak ya da yiğit kocası başına bela alacak, birkaç gün sonra kocası davara gidince, evde kalan Nurşah Hatun “babamgile gideceğim, beyim dönmez isem merakta kalma” der. Ondan izin alır ve tebdili kıyafet ederek bir keçi derisini başına geçirip keloğlan sıfatına girer ve ikinci Mahmut’un otağına gidip yakınlarında olan bir mağaraya gizlenir. Arada bir Mahmut’a görünüp cemalini gösterir. Bunu gören Mahmut gönlünün esiri olur ve atı takibe koyulur o kaçar, Mahmut kovalar. Derken “Kere Güneyi” denilen yerin kuzeyindeki bir ıssız boğaza çeker. Ve başından deriyi çıkarıp Mahmut’u cenge davet eder. Karşısında Nurşah’ı gören Mahmut “işte seni bekliyordum elinle geldin bunu sen istedin, kocan istedi. Çünkü kendi gelemedi korkudan seni gönderdi” diyerek hücum eder ama Nurşah’ın altındaki özel yetiştirilmiş at ön ayaklarını kaldırıp şahlanarak saldırıya geçer. Ve öyle bir şaha kalkar, kişner ki oralar sanki sesten inler ve bir darbe ile Mahmut’u ve atını yere serer.

 

Onları o vaziyette bırakan Nurşah öylece bırakır otağına gelir. Mahmut yakınları tarafından bulunur ama o da gururludur. Kimseye olanları söylemez ve “ben ölünce bu boğaza gömün” der ve onu da o boğaza defnederler.

Şimdi bizim yöremizde iki “Mahmut öldüğü boğazı” vardır. Hikayeleri de böyledir. Onlar günahıyla, sevabıyla buralarda yaşamış ve ölmüşlerdir. Kim bilir belki de bizlerin atalarıdırlar. Onlar ölmüş, hakka varmışlar. Allah rahmet eylesin, kabirleri nur olsun. Günahlarını Allah sevaba tebdil eylesin.(amin)