Salih Sedat Ersöz

Salih Sedat Ersöz

Binlerce Destan Yazıldı Çanakkale’de…

Binlerce Destan Yazıldı Çanakkale’de…

Çanakkale Zaferinin 98. yıldönümünü kutluyoruz. Bir destan yazıldı Çanakkale’de… Bir iman gürledi coştu, bir inanç patlaması yaşandı. Kuru kuruya kazanılan bir zafer değildi bu… Bitti denilen bir ruhun yeniden coşması, yeniden ayağa kalkması, yeniden dirilişiydi. Kurtuluşun müjdesi, bitmek üzere olan ümitlerin yeniden yeşermesiydi Çanakkale Destanı…

Çanakkale ruhunu ve Çanakkale şuurunu yaşatmamız, yeni nesillerimizi bu iman ve bu inanç şuuru ile yetiştirmemiz lâzım. Çanakkale ruhunun bize bıraktığı emaneti yaşatmamız, o kutsal emaneti evlatlarımıza aktarmamız lâzım. Çanakkale destanını daima diri tutmamız, o inanca sıkı sıkıya bağlanmamız lâzım. Milli şairimiz Mehmet Akif Ersoy, o şuuru ve o ruhu canlı tutmak adına şöyle sesleniyor:

Şu Boğaz harbi nedir? Varmı ki dünyada eşi?

En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi.

Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya

Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde -gösterdiği vahşetle- "Bu bir Avrupalı!"
Dedirir: Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünya, Yeni Dünya, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi... Mahşer mi, hakikat mahşer.

***

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;

Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;

Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin.

Yerin altında cehennem gibi binlerce lâğam,

Atılan her lâğamın yaktığı, yüzlerce adam.

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;

O ne müthiş tipidir: savrulur enkaaz-ı beşer…

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,

Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak.

Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller,

Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller.

***

Âsım'ın nesli... diyordum ya... nesilmiş gerçek

İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmeyecek.

Şûhedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar...

O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar...

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor;

Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!

 

İşte Çanakkale’de bu manzara yaşanmıştır 98 yıl önce… Böyle bir manzaranın ardından toprağa düşen her yaştan tam 250 bin şehit… Fotoğraflarda görülüyor. Topluca dua ediyor Mehmetçik… Biraz sonra öleceğini, vatan için şehit olacağını düşünerek… En ufak bir tereddüt duymuyorlar, koşarak, sevinerek gidiyorlar ölüme… Aynen Bedr’in aslanları gibi… Önde gidenler şehit olup düşüyorlar toprağa… Onların arkalarından gelenler de en ufak bir tereddüt duymadan koşuyorlar ölüme…

Unutmak mümkün mü Çanakkale’yi ? Aradan değil 98, binlerce yıl geçse de...Bir değil, bin değil binlerce destan yazıldı Çanakkale’de… Bir avuç iman âbidesi kahraman insanın, “kimi hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ” olan, “eski dünya, yeni dünya bütün akvâm-ı beşer” e karşı 15 ay boyunca denizde ve karada verdiği amansız mücadelenin ve insanı nice ibretlere, nice hayretlere, nice dehşetlere düşüren unutulmaz savaş sahnelerinin yaşandığı yerdir Çanakkale… Tabii ki, “bu topraklar için toprağa düşmüş” olan 250 bin vatan evladını unutmak mümkün değildir.

Unutmadık onları… Her yıl andık vermiş oldukları şanlı destanı… Toplantılar düzenledik, konuştuk… Onların şehit olduğu aynı amaçlar için çalışmaya söz verdik… Ama ne yazık ki tutamadık sözümüzü… Onların canlarını seve seve verdikleri ruhu yaşatamadık benliğimizde… Onların uğrunda şehit düştükleri kutsal emaneti taşıyamadık yeterince… O emanetin kıymetini bilemedik.

Onlar Allah’ın dinini yaşatmak için canlarını verdiler, biz o dinin gereklerini yaşayamadık nefsimizde… Onlar kenetlendiler birbirleri ile, biz parçalandık, dağıldık. Onlar son nefeslerini bile verirken yanlarındaki yere düşen kardeşlerini düşündüler, uzattılar ellerini kardeşlerine, kaldırmak için son bir gayretle… İman birliği, yürek birliği, gönül birliği içinde olduklarını son nefeste dahi gösterdiler kardeşlerine…Biz ise yerlerde sürüklemek için ayaklarını kaydırdık kardeşlerimizin…

Onlar ahde vefaya sıkı sıkıya bağlıydı, verdikleri sözü namusları bilirlerdi. Biz ise ağzımızdan çıkan sözlere kıl kadar kıymet vermedik, vefasızlık karakterimiz oldu bizim… Onlar atalarından aldıkları kutsal emaneti, imanı, azmi ve cesareti bir sonraki nesle aktarmak için olağanüstü gayret gösterdiler, kanlarını döktüler, canlarını verdiler bu uğurda… Biz ise keyfimizden, rahatımızdan, konforumuzdan, makamımızdan, maddiyatımızdan zerre kadar fedâkârlıkta bulunmadan göz göre göre kaybettik bütün mânevi değerlerimizi…

Onlar güvendiler önce Allah’a, sonra beraber yola çıktıkları ve omuz omuza çarpıştıkları kardeş bildikleri insanlara… Ve asla ihanet etmediler kardeşlerine… Beraber yola çıktılar, beraber şehit oldular kardeşleri ile… Kanlarının son damlasına kadar bırakmadılar kardeşlerinin ellerini… Biz ise beraber yola çıktığımız insanları kullandık ve fırlatıp attık ilk fırsatta…Yanı başımızdaki insanlara, kardeş gözü ile değil, ihtiyacımız varken yararlanılan sonra da atılan bir meta gözü ile baktık.

Sonuç olarak; Çanakkale muharebesini kazandıran yüksek ruh kudretini terk ettik ve canlarını vererek bize bu vatanı, bu dini ve dinin bütün temel vasıflarını emanet eden o 250 bin şehidimize lâyık olamadık, onların yaşadığı gibi yaşayamadık ve onların dâhil olduğu sonsuzluk kervanına katılamadık.

Selam size, hürmet size, rahmet size ey şehitler ordusu… Sizden, sizin ruhaniyetinizden binlerce kez özür diliyoruz. Sizin yaşadığınız gibi yaşayamadığımız, sizlere lâyık olamadığımız ve sizin imanınızı, sizin inancınızı, sizin emanetinizi, sizin samimiyetinizi, sizin vefa duygunuzu ve sizin uğruna canlarınızı verdiğiniz o yüce ruhu yeni nesillerimize yeterince aktaramadığımız için…

Çanakkale savaşındaki iman ordusunun erleri, Hz. Peygamber'in güzel ahlâkını kendilerine örnek almış, İslâm'ın yüce hasletlerini yaşayarak numune olmaya hak kazanmış kimselerdi. Onlar şu övgüye fazlası ile lâyıktılar:

“Bu, taşındır” diyerek Kâbe’yi diksem başına;

Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namiyle,

Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmiyle;

Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,

Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;

***

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…

Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.

***

Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… heyhât,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,

Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

Mutlu yarınlar efendim.

Önceki ve Sonraki Yazılar