Bir albümün düşündürdükleri

Bir albümün düşündürdükleri

KTO'nun yayımladığı Geçmişten Günümüze Konya kitabının sayfaları arasında gezen yazar, eskiye olan özlemini de dile getiriyor.

Zeki OĞUZ

Konya Ticaret Odası, kuruluşunun 125. yıldönümünde iki önemli eser yayınladı. Biri, İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Caner Arabacı’nın hazırladığı 28 sayfalık  “125. Yılında Konya Ticaret Odası” adlı kitap. Kitapta Konya Ticaret Odası’nın 1988’ de kuruluşundan günümüze geçirdiği evreleri, geldiği noktayı ortaya koyuyor. Kitabı  şehrimizin 125 yıllık bir tarihi gibi de okumak mümkün.

 

Diğer eser ise bir albüm. 100 yıl öncesinin nefis fotoğrafları, bir şehrin tarihini görsel olarak anlatıyor bize. “Geçmişten Günümüze Konya” fotoğraf albümünün sanat yönetmenliğini Mustafa Akgöl arkadaşımız yapmış. 24x31.5 ebadında, 132 sayfadan oluşan albümde S.Eşref Balum, Garabet K.Solakyan, Ahmet ve Yılmaz oğlu, Hasan Behçet, İ.Nuri Tongur, Guillaume, Berggren, Ahmet Ekten, Cahit Sağlık, Osman Sağlık, Ekrem Karayel, A.Sefa Odabaşı, Serat Akkartal, A.Nevzat Ekten, A.Rasih İzzet Koyunoğlu, Selçuk Es, Dr. Haşim Karpuz ve Hasan Özönder arşivlerinden yararlanılmış. İlk 4 fotoğraf Konya Ticaret Odası’nın görsel bir tarihi.  Çıkrıkçılar içindeki köhne binadan bugünkü modern Ticaret Odası’na. Dört fotoğraf bu gelişimi söze hacet bırakmadan anlatıyor. “Atatürk Konya’da” bölümündeki dört fotoğraf büyük kurtarıcımızın değişik zamanlarda şehrimize gelişinde çekilmiş unutulmaz kareler.

 

“Konya’da ticaret hayatı” bölümünde 21 fotoğraf kullanılmış. Bu fotoğraf 1960’lı yıllara götürdü beni. makinalaşmanın hızlandığı yıllar. Musalla Mezarlığında ötesi hep tarla parsanda ortakçı olarak ekin ekerdik. Bir at arabası ile kağnımız vardı. Ekin makinemiz çok ağır olduğu için makineyi öküzler çekerdi.  Tarla sahiplerine buğdayı at arabası ile götürür, samanı ise kağnı ile götürürdük. Kağnı ile sokaklardan geçerken seyirlik bir görüntü ortaya çıkardı. Hayatında kağnıyı ilk defa gören şehirli çocuklar çevresine yığılırdı. Ovada çiftçiliğin en zor yanlarından biri ekin makinesinde deste atmaktı. Beldenadı her çekişinde bıçaklardan kalkan toz doğruca insanın suratına çarpardı ve bu işi de en çok bana yaptırırlardı. Bir diğer zor iş ise düğenle arpa sürmekti. Arpanın tozu sıcakla birlikte kavururdu insanın bedenini. Orakla işlenen, sıpa ile çekilen köye göre bizim kullandığımız teknik daha ileriydi ama bizimkinden çok çok ileri bir teknik görüyordum parsana tarlalarında: Biçerdöver. İmrenerek bakardım biçerdöverin işleyişine.

 

Aziziye pazarının fotoğrafına bakarken Çumra divleğinin kokusunu duyar gibi oldum. Bizim akrabalar da Sille Gırına Kavun Karpuz ekerlerdi. Kavunları üzüm hevengi gibi iple tavana asarlar, kış boyu yerlerdi. Sille Gırına bir sene de biz ekmiştik. Kavunlar olgunlaşamaya başlayınca on beş gün bekçilik yapmıştım Fotoğrafın sağındaki omuzu heybetli çocuk sanki benim. O zaman Zindankale’deydi pazar. Dedemle pazara gider, alış veriş yapar, heybeyi sırtlanarak eve götürürdüm. Bunun ödülü ise bir kilo siyah Lalebahçe Havucu olurdu. 26 ve 27. sayfalardaki fotoğrafları ne zaman görsem hüzün verir bana… Konya çevresindeki ormanların yok oluşunun hikâyesidir bu kareler. Yüzlerce köylü, yüzlerce eşek. Eşeklerin yükü odundur, çalıdır. Bizim köylüler dağlarımızda odun olmadığı için Sille’deki testi ocaklarına kesmik satmaya gelirlerdi. Başara, Keçimuhsine, Tepeköylüler ise odun satmaya gelirlerdi. Sekiz on tane köy odası vardı bizim köyde. Sabah odunu yükleyen Başaralılar akşam köydeki odalardan birinde kalırlar, sabah erkenden odunlarını yükleyerek şehre inerlerdi. Dönüşte yine bizim köyde konaklar ertesi sabah köylerine dönerlerdi.

 

İlk kadınlar pazarı Sultan Selim Camii’nin önündeymiş. Yakın çevre köylerdeki kadınlarımız ürettikleri meyve ve sebzeleri burada satarlarmış. Sonra bildiğimiz Kadınlar Pazarı yapılmış. Dedemle sık sık gittiğimiz yerlerden biri üzüm pazarı, diğeri ise kadınlar pazarıydı. Buraya özellikle tuluk peyniri almak için gelirdik. Şimdilerde tuluk bulmak imkânsız. Plastik çuvallarda satıyorlar tuluk diye. Tuluk demeye bin şahit ister. Pazara adını veren üretici köylü kadınlarımızı, adını verdikleri bu pazardan kovuyoruz şimdi. Kaç kere şahit oldum. Zabıta resmen mallarına el koyuyor ve kovuyor, kadınlarımızı. Oysa sattıkları her şey organik. Kendi emekleriyle ürettikleri meyve sebzeler. Bizim zabıtalar bizi seralarda üretilmiş ama tümüyle hormonlu, zehirli gıdalar yemeye zorluyorlar.

 

İlkbahardan güzün sonlarına kadar gittiğim pazaryerlerinde pazarın kıyı köşe yerlerini dolaşırım. Bilirim ki buralarda kendi ürettiği gıdaları satan köylüler vardır. Onlardan alışveriş etmeyi yeğlerim.

“Genel Konya Manzaraları” bölümünde 100 fotoğraf var. Bu fotoğraflara bakarak geçmişle bugünü kıyasladığımızda yüz yıl öncesi Konya’nın perişanlığının da farkına varırsınız. Yıkılmaya yüz tutmuş kerpiç evler, ağaçsız perişan bir Alaaddin Tepesi. 1960’lı yıllarda bile bu tepe serseri yatağıydı. Günümüzde şehrin en gözde alanlarından biri oldu. Burada şehitliğin çevresinde yaşıtlarımızla çizgi roman değiş tokuş eder, orduevinin bitişiğindeki orduevi sinemasına çocuk filmleri izlemeye giderdik.

 

61. sayfadaki fotoğrafa bakarken sıcak ekmek kokusu duymamak mümkün değil. Sokaklar kar dolu. Şalvarlı ak çalık örtünmüş bir kadının kucağında tandır ekmekleri var. Ya yeni yaptı ekmekleri, bir komşusuna götürüyor ya da evde ekmek bitti, komşudan ödünç istedi. Nenem vardı. Tandırdan çıkan ekmeği daha kendi tatmadan komşularına götürürdü, ‘kokusu duyulmuştur’ diye.

“İnsanlar ve Törenler” bölümünde 17 fotoğraf var. Her zaman şunu iddia ederim. Bir fotoğraf kimi zaman yüzlerce sayfadan daha çok şey anlatır.

Böyle iki güzel eseri bize kazandırdıkları için başta KTO Başkanı Hüseyin Üzülmez olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür borçluyuz.