Prof. Dr. Ali Akpınar
Bir asır sonra aslına dönen bir mahzun yapı
Bir asır sonra aslına dönen bir mahzun yapı: Kâdî Hacı Ali Efendi Dâru’l-Kurrâsı
Kıraat ilmi tahsil edilen ihtisas medresesi demek olan Dâru’l-Kurrânın tarihi Hz. Peygamberin kutlu dönemine kadar uzanır. Zira Peygamberimizin görme engelli müezzini ve güzel Kur’ân okuyucusu Abdullah b. Ümmü Mektum, Medine’ye hicret ettiğinde Mahreme b. Nevfel’in Dâru’l-Kurrâ denilen evinde misafir olmuştur.
Osmanlı Medeniyetinde eğitim kurumları mektep, medrese, dârul’-huffâz, dâru’l-kurrâ diye sıralanır gider. Bunlardan Dâru’l-huffâz, Kur’ân hâfızı yetiştiren okulların adıdır. Dâru’l-kurrâ ise, kıraat ilminin okunduğu mekteplerdi. Buralara Dâru’l-huffâz mezunları alınırdı. Özel seçilen bu talebeler, Kur’ân kıraati konusunda ihtisas sahibi olurlardı.
Dâru’l-kurrâ vazifesini bazen cami ve tekkeler verirdi, bazen de müstakil olarak dâru’l-kurrâlar inşa edilirdi. Bunlardan Kâdî Hacı Ali Efendi Dâru’l-kurrâsı, kesme taştan yapılmış müstakil bir eserdi. Eskiden kapının önünde mini bir kubbe, binanın hemen sağında Yavuz tarafından yaptırılan bir çeşme bulunurdu ki bu çeşme Yavuz’un Konya’da yaptırdığı on bir çeşmeden birisi idi. Hacı Ali Efendi XV. Yüzyılın ilk yarısında Karamanoğulları döneminde Konya’da kadîlık ve müderrislik yapmış bir şahsiyettir. Onun sarraf olduğu da söylenir. Kâdî Hacı Ali Efendi adıyla anılan Dâru’l-kurrâ 1428’de tedrisata başlamıştır. Şerafettin Caminin hemen yanıbaşında yer alan bu bina, uzun yıllar Dâru’l-kurrâ olarak vazifesini yerine getirirken, XIX. Yüzyılın sonlarında medreseye dönüştürülmüş, 1908’de Konya Valisi Muammer Bey tarafından yeniden Dâru’l-kurrâya çevrilmiştir.
Dâru’l-kurrâ vakfiyesindeki bilgilere göre Cuma, Ramazan ve Kurban bayramları dışında senenin her günü açık olması şart koşulan okulda, hafızlardan seçilmiş, onaltı yaşından büyük on talebe, şeyhü’l-Kurrânın rehberliğinde ders görecek ve mezun olunca Kurrâ/Kur’ân okuyucusu unvanını alacaktı.
Cumhuriyet Döneminde bina önce Sağlık Müzesi, Müftülük binası, 1968’de Kütüphane, 2001’de Polis Karakolu olarak kullanılmıştır. 2016 Şubatında ise yine bir Konya Valisi olan Muammer Bey’in görevi sırasında Dâru’l-kurrâ olarak asli vazifesine dönmüştür. Bir asır aralıkla Konya’da görev yapan ve müesseseyi aslına rücu ettiren iki valinin aynı isimde olması da güzel bir tevafuktur.
Müftülüğümüze tahsis edilen ve Vakıflar Bölge Müdürlüğünden kiralanan Dâru’l-kurrâda bugün, Diyanet İşleri Başkanlığının hâfız-ı Kur’ân olan personeli arasından seçilen 10 kişilik talebe kadrosuyla Kur’ân ilmi üzerine tedrisat sürmektedir. Yıllardır Kur’ân özlemi içerisinde olan mahzun kubbemiz, nihayet Kur’ân sadalarıyla buluşmuş ve hasret sona ermiştir. Her şey eninde sonunda aslına rücu eder kuralınca aslına dönen bu ilim yuvamızın hayırlı olmasını niyaz ederken, emeği geçenlere şükranlarımızı, gönül koyup tedrisata katılanlara da başarı dileklerimizi sunarız.
Dâru’l-kurrâ vakfiyesindeki kayıtlardan anlaşıldığı üzere, Dâru’l-kurrâda eğitim-öğretimin devam etmesi için Konya içinde ve çevresinde pek çok gayr-i menkul vakfedilmiştir. Dâru’l-kurrânın hemen yanındaki Mahkeme Hamamının bitişiğindeki dükkan, şu anda Konya’nın bir mahallesi olan Hasanköy mezrası, Küçük Muhsine civarındaki Devletşâh mezrası, Dâru’l-kurrânın bitişiğinde bir bahçe, Aymanas’ta bir tarla, Fenarî Hamamının bazı hisseleri, mevkii söylenmeyen bir bağ bu yerlerdendir. Bu yerlerden elde edilen gelir, Dâru’l-kurrâda eğitim gören on hâfıza, Şeyhu’l-kurrâya ve Dâru’l-kurrânın diğer giderlerine harcanacaktı. Bu vakıf yerlerinin bugünkü akıbetini elbette herkes gibi bizler de merak etmekteyiz. Zira her vakfiyede olduğu gibi, Kur’ân’ın tecvit, tertîl ve iclâl üzere kıraatinin yapılması şart koşulan Dâru’l-kurrâ vakfiyemizde de şu kayıtlar mevcuttur:
Kim olursa olsun hiçbir fert için bu vakfı ve şartını bozmak, değiştirmek, başka şekle çevirmek ve iptal etmek, helal ve caiz olmaz. Her kim bu vakfın aslını tahrip ve müebbet olan şartını tahrif ederse bir haramı irtikâp ve bir günahı üzerine almış olur. Onlar, zalimlere, ortaya koyacakları mazeretlerinin fayda vermeyeceği bir günde Melik-i Cebbâr olan Cenab-ı Hak huzurunda cevap vermeye mecbur olacaktır… (Bkz. İbrahim Hakkı Konyalı, Hacı Ali Sayrafî Dâru’l-Huffazı-Muallimhâne, Konya Tarihi, s, 625-627; Yusuf Küçükdağ, Konya Darülkurraları, s, 1-46; Eşref Temel, Darülkurra, Konya Ansiklopedisi, III, 15)