Haşim Akın
Bir Dram Ve Dua Sağanağı
Geçen hafta rutin bir kontrol için hastanede sıramı bekliyorum. Koridorda bulunan bankın üzerinde oturmuş bir amca var. Üzerindeki pijaması, yanındaki idrar yoluna takılmış sonda ve torbasından hastanede yatmış olduğunu anlıyorum. O da sıra bekliyor olmalı.
Biraz sonra telefonla konuşmaya başladı. Konuşmanın seyrinden oğlunu aradığını fark ediyorum. Oğluna hastanedeki işinin bittiğini, eve dönmesi gerektiğini, ilaçlarını alıp bir an evvel onları kullanacağını söyleyip, eve dönüş için onu çağırıyor. Oğlunun ne dediğini duyamıyorum. Ancak amcanın gözleri kızarıyor, yüzü düşüyor, sağ eliyle şöyle bir sallayıp sessizce tepki veriyor. “Pekiyi anladım oğlum, Pekiyi anladım! Anladım... Anladım... Çok iyi anladım. Hepsini de anladım. Tamam, ben başımın çaresine bakarım. Bir de enişteni arayayım onlar Üçler mezarlığına gelmişti. Alırsa o alsın” deyip kapattı. Sonra da kendi kendine yüksek sesle konuşmaya başladı “Öyle ha! Arkaya dönersin, hastanenin arka tarafından dolmuş da geçer otobüs de geçer... Hatta helikopter bile değil mi?” dedi ve derin bir iç çekişle benim içimi eritti.
Tam adamın yanına yaklaşmayı düşünürken bizim doktor muayenehanesine girdi. Mecburen ben de daldım içeriye. Kısa sürede işimi bitirip döndüğümde amca yeni bir görüşme yapıyordu. “Bacanak” diyordu karşıdakine. Biraz önce aramayı düşündüğü bacanağıymış meğer. Ben dikkatle konuşmayı takip ediyorum. O da biraz zorlamayla gelecek. “Aman beni çok bekletme. Zaten hastayım ve yorgunum... Ben kantinin yanında bir çay içip içimi ısıtırken sen gel olur mu?” diyor. Bacanak gelecek ama biraz da geç olabilir gibi anladım.
Telefonu kapatınca omzuna dokundum, “nereye gideceksin amca?” dedim. “Meram yakaya gideceğim” dedi. “Ben arabamla gelmedim. Ama çok uzakta değil. Ben hemen arabayı getireyim ve seni evine bırakayım” dedim. Gözleri açıldı, göz bebekleri büyüdü, içi güldü ve “o tarafa gideceksen olur tabi” dedi. “Hayır, o tarafa gitmeyeceğim. Ama seni bırakmak için gideceğim” dedim. “Tamam, öyleyse olur” dedi. Biraz boynunu büktü, biraz da kalbini yasladı mutluluktan.
Anlaştık. O kantinin önüne inecek ben de arabamı alıp geleceğim. Bir koşuda gidip geldim. Adam kantinin bahçesine oturmuş garsona bir şeyler sipariş veriyordu. Beni görünce siparişini iptal etti.
Arabaya bindik. Yolda bir taraftan muhabbet ediyoruz. Ben biraz önce telefonla konuştuğu oğluyla ilgili bir şey sormak istemiyorum. Anladım ki oğluna biraz kızdı / kırıldı. Ama böyle bir durumda çevrenin seyircileri; oğlunu dinlemeden, onun şartlarını bilmeden “vurun abalıya” misali yargısız infaz yaptıklarını bildiğim için temkinli olmaya çalışıyorum. Böylesi yargısız infazlara hem şahit olmuş hem de yaşamış birisi olarak ihtiyatlı olmakta fayda var diye düşünürüm. Nihayet konuyu kendisi açtı. Bir oğlu ve bir de kızı varmış. Oğlu bir apartmanda kapıcılık yapıyor ve aynı zamanda bir fabrikada işçi olarak çalışıyor. Onun da üç çocuğu var. Daha önce kendisini doktora götürmek için birkaç kez izin almış. Bu sefer fabrikadan izin alması çok zormuş. Oğlunun izin almasının zor olduğunu biliyor. Oğlunun haklılığını savunuyor. Toz da kondurmuyor ona. Hatta çatı katı ve iki odası olan bir evde kaldığı için babasını yanına alamıyor.
Sonra kızına geldi sıra. Derin bir “Ah!” çekti ve “kızım hayırsız çıktı, benim yuvamı dağıttı” dedi. Bir kız babasının niye evini / yuvasını dağıtsın ki? Elbette bunun da iç yüzünü bilmiyoruz. Anlattığına göre; hanımıyla geçen ay aralarında bir problemi olmuş. “Bu yaşta ne problem olur?” demeyin. Bilmiyorum detayını ama olmuş. İnsanın hayatında yaşanacakların yaşı yok. Bu olay üzerine kızı da gelip annesini evine götürmüş. Bir de karakola müracaat edip iki ay evden uzaklaştırma almışlar. Adam evinde yalnız yaşıyor.
Oğlu uzak bir semte kalıyor ve arada bir geliyor, ona sıcak yemek getiriyor, kahvaltı hazırlıyor, ihtiyaçlarını gideriyor. Elbette bunlar onu mutlu etmek için yetmiyor. Bir daha iç çekip yeni bir derdini söylüyor. “Huzurevine müracaat ettim. Dosyam sırada bekliyor. Çıkarsa oraya gideceğim” diyor. Merak ettiğim başka bir soruyu sordum. “Sen bir emeklisin galiba. Nereden emekli oldun?” Bu sefer çok daha farklı bir dram döküldü eteğime. “Ah! Hocam sorma orasını. Yıllarca huzurevinde çalıştım. Oradan emekliyim. Görüyor musun kaderin işini? Yıllarca huzurevinde çalış, şimdi de orada kendine bakılacak bir yaşlı olarak girmek için sıra bekle...” diyor.
Yolda bacanağı aradı ve ona da gelmemesini söyledik. Konya'nın lüks bir Mahallesinde evinin yanındaki eczanenin önüne ulaşıyoruz. Yolda o da bana ait sorular soruyor, tanımak istiyor. Hatta memleketimi sordu ve geliniyle hem şehri çıktık. Fırsat buldukça dua etti ve dua sağanağı içinde vedalaşıp ayrılıyoruz.
Yaşadığım bu olay karşısında içim kıyılıyor. Ne olacak bu halimiz? Modern bir hayat işte... Lüks bir semtte babanın evi var ama oğlu başka bir yerde oturmak zorunda. Birbirinden uzakta... Oğluna sorsam kim bilir neler anlatırdı. Mesela o telefon görüşmesinden sonra fabrikada nasıl bir psikolojinin içinde kalmıştır? Babasına yetişemediği için neler hissetmiştir? İnanın hakkında hiçbir olumsuz yargıda bulunmadım.
Karşılıklı birbirimize dua ettik. Amcam en güzel dua cümlelerini sıralayarak vedalaşıp eczaneye girdi. Ben de sırtımda yeni bir dağ yüklenmiş olarak okula döndüm. “Öyle bir dua ırmağını benimle tanıştırana hamdolsun” dedim sadece.
Biraz içime, biraz dışıma döndüm.
Allah sonumuzu hayreyleye...