Prof. Dr. Ali Akpınar
Bir’den geldik, bir olmak için
Diyanetimiz, 1989’dan beri Nisan ayında Kutlu Doğum Haftasını çeşitli etkinliklerle kutlar. Her sene bu hafta münasebetiyle bir konu belirleyerek o konu çerçevesinde Peygamberimizin tanınmasını ister. Çünkü Peygamber layıkıyla tanınmadan O’na iman, O’na sevgi ve O’na bağlılık gerçekleşmez. O’nu doğru bir şekilde tanıyacağız ki O’nu gereği gibi sevebilelim ve izleyebilelim. Bu sene belirlenen konu da Tevhid ve Vahdet-Gelin bir olalım konusudur. Unutmayalım ki günümüz insanının Hz. Muhammed’e ve O’nun Muhammedî güzelliklerine ihtiyacı, Cahiliyenin putperest insanlarından çok daha fazladır.
Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz. Bir’den geldik, Bir’e döneceğiz. Sınav için geldiğimiz şu imtihan dünyasında tevhidi gerçekleştirmekle yükümlüyüz. Tevhid sözünün eylem alanı, vahdet içerisinde bir hayatı yaşamaktır. Bunun için de tevhidle irtibatlı bir hayat yaşamak gerekir. Bu ise;
Sağlam bir inançla Kalplerin tevhidi; tevhid sözünün bilinçli söylenmesiyle söylemlerin tevhidi; İslamlaştırılmış davranışlarla eylem dünyasının tevhidi ile gerçekleşecektir.
Tevhid de, vahdet de kuru bir iddia değildir. Her ikisinin hayata geçmesi için azamî müştereklerde bir araya gelmek kaçınılmazdır. Asgari müşterekler de değil, azamî müştereklerde bir araya gelmektir önemli ve gerekli olan.
Muhammed Ümmeti olarak bizi bir arada tutacak, bizi birbirimize kenetleyecek o kadar çok azamî müşterekimiz var ki! İnsan olmak, Müslüman olmak, bir Allah’a inanmak, Evrensel elçi Hz. Peygambere ümmet olmak, aynı Ka’be’yi kıble bilmek, aynı Kitaba inanmak, aynı kültürel değerlerin çocukları olmak… Aynı topraklarda yaşamak, aynı düşmanlara sahip olmak… Daha nice saymakla bitmeyecek müştereklerimiz var ki! Hepsi de muhteşem ve büyük müştereklerimiz. Bu müştereklerimiz yanında insan olmanın ve bir arada yaşamanın sonucu olarak mezhep, meşreb, dil, şive, parti, cemaat vb farklılıklarımız var ki bunlar, azamî müştereklerimize göre küçük şeylerdir. Asla bir ve beraber olmaya mani şeyler değildir.
Tarih boyunca düşmanlarımız, bizlere azamî müştereklerimizi unutturarak, asgarî/küçük farklılıklarımızı öne çıkarmaya ve bizi birbirimize düşürmeye çalışmışlardır. Müslümanlar olarak bizler, kendi aramızdaki savaşlarda, düşmanla yaptığımız savaşlardan daha çok zayiat vermişiz. Tefrika her zaman ümmetin izzetini, heybetini, kuvvetini tüketen bir tehlike olmuştur. Tefrika yüzünden koskoca iller, imparatorluklar kaybedilmiştir. Sözgelimi Endülüs’ü, tek bir Müslüman kalmayacak şekilde Küfür yurdu yapan, Müslümanların kendi aralarındaki kavgaları olmamış mıdır? Her bir köşesi mescidlerle donatılmış olan Balkanların bugün mescidsiz kalmasının temel sebebi de başka değildir. Ümmetin tefrika sebebiyle eriyip tükendiğini gören Mehmet Âkif pek çok şiirinde şöyle inler:
Sizin felaketiniz, tarumar olan vahdet.
Eğer yürekleriniz aynı hisle çarparsa;
Eğer o his gibi tek, bir de gayeniz varsa;
Düşer düşer, yine kalkarsınız emin olunuz;
Demek ki birliği temin edince kurtuluruz!
O halde vahdete hâil ne varsa, çiğneyiniz;
Bu ayrılık da neden, bir değil mi her şeyiniz?
….
Huzur-ı Hak’ta nasıl toplu durdunuzdu demin?
Günahtır, etmeyin artık, ayıptır eylemeyin!
Neden uhuvvetiniz münhasırdır namaza?
Çıkınca avluya herkes niçin boğaz boğaza? (Safahât, Fatih Kürsüsünde)
“- İslam’ı, evet, tefrikalar kastı kavurdu,
Kardeş, bilerek bilmeyerek, kardeşi vurdu,
Can gitti, vatan gitti, bıçak dine dayandı,
Lakin, o zaman, silkinerek, birden uyandı,
Bir gör ki, bugün can da onun, şan da onundur,
Dünya’da onun, dünde onun, han da onundur,
Bin parça olan vahdeti bağlarken uhuvvet,
Görsen ezeli rabıta bir buldu ki kuvvet,
Saldırsa da kırk ehl-i salip ordusu kol kol..
Dört yüz bu kadar milyon esir olmaz emin ol!.” (Safahât, Tacettin Dergahı)
Hani, milliyetin İslam idi. Kavmiyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine.
Arnavutluk ne demek, var mı şeriatte yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!
Arab’ın Türk’e; Laz’ın Çerkes’e yahut Kürd’e;
Acem’in Çin’liye rüchanı mı varmış, nerde?
Müslümanlıkta anasır mı olurmuş, ne gezer!
Fikr-i kavmiyeti telin ediyor Peygamber!
En büyük düşmanıdır, Ruh-ı Nebi tefrikanın.
Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın!
…
Artık ey Millet-i merhume, sabah oldu uyan!
Sana az geldi ezanlar, diye ötsün mü çan?
Ne Arablık kalacak, ne de Türklük kalacak, aç gözünü!
Dinle Peygamber-i zişanın ilahî sözünü:
Türk Arabsız yaşamaz. Kem ki yaşar der, delidir,
Veriniz başbaşa… Çünkü sonu hüsran-ı mübin.
Ne hilafet kalıyor ortada, billahi ne din!
Medeniyet size çoktan beridir diş biliyor;
Evvela parçalamak, sonra yutmak diliyor!
…
Bunu benden duyunuz, ben ki evet Arnavudum.
Başka bir şey diyemem. İşte perişan yurdum! (Safahât, Hakkın Sesleri)
O halde insan olmamız hasebiyle aramızda var olan asgarî farklılıklarımızı bir kenara koyarak, birbirimizle azamî müşterekleri konuşmalı ve onlar etrafında kenetlenmeliyiz. Bunun için de tevhidi doğru anlamalı ve onu vahdet içerisinde yaşamalıyız. Evet, biz hepimiz, Bir’den geldik bir olmak için, birliği gerçekleştirerek ve böylece diri kalmak için.
Selam olsun Bir’in biricik yolunda birlik içerisinde olanlara!