Biri kaçar diğeri kovalar...
Hatıra zengini İsmail Detseli, 1950'li yıllarda bir köylünün ormancı ve jandarma ile mücadelesini yazdı.
Köylüler, ormancı ve jandarmanın halleri
İsmail Detseli
Benim bu gün yazacaklarım ne ormancı türküsü ne de jandarma marşı değil.
Sadece dağ köylerinde jandarma ve ormancılar ile yaşanan hatıralar ve onlara karşı köylülerin soğukluğu ile ilgili aydınlatıcı ve ilginç anılar olacak.
1950’li yıllardan beri dağ köylerindeki yaşamı iyi bilen bir yazar kardeşiniz olarak o yıllarda ve daha sonraları kırsal kesimlerde yaşanan olayları ve anıları bugünün gençlerine aktarayım da gelin hep beraber hem düşünelim hem gülelim istiyorum.
Genelde dağ köyünün insanları gerek ekime elverişli arazileri az olduğundan gerekse küçük ve büyük baş hayvancılıkla uğraşarak geçimlerini sağladıklarındandır ki, köylerde asayişi sağlamakla ve ormanları korumakla görevli devlet adamları ile sık sık muhatap olurlar… Bunlar da ya jandarmalardır ya da ormancılardır.
Bu köylülerin yaşanmış bazı diyaloglarından konuyu açalım. Bazı orman köylüleri gerek dağlarındaki ormanları veya gerekse köylerine ait arazilerdeki ekili tarlalarını, otlaklarını diğer civardaki köylülerin kaçak orman kesen insanlarından veya davar otlatmakta olan çobanlarından korumak için… Köylerde usul olan imece yolu ile dağ bekleme adı altında her evden birer genç olmak üzere toplanıp dağları ve ekinleri beklemeye giderler.
Tabi bu tür dağ ve arazi beklemelerinde çok çeşitli hadiseler de olabilir, bunlar kavga, dövüş, silahlı yaralama, daha büyük olaylar; hatta öfkede akıl olmaz deyimi ile cinayetler bile olurdu.
BİRİ KAÇAR DİĞERİ KOVALAR
Bir de köyün bazı gençleri kendi ailelerine ait olan davar sığırlarını geceli gündüzlü dağlarda otlatırken, gelebilecek yırtıcı hayvanlardan, dağ eşkıyası hırsızlardan hayvanlarını korumak için ruhsatsız av silahı, hatta tabanca bile bulundururlardı yanlarında. Bunun için devletin kolluk kuvvetleri asayişi sağlamak için şehirde polis dağlarda ve köylerde ise jandarma marifetiyle kol gezerlerdi. Bazen bu tür çoban ve avcılara rastladıklarında kaçma, kovalama, yakalayıp cezalandırma gibi hareketlere başvururlardı. Orman köylüsü de ormandan odun ve orman emvali diğer ürünlerden kaçak faydalandığından, ormancılar tarafından yakalanırlar, bazen para cezası ile bazen de hapis cezası ile cezalandırılırlar. İşte bu yüzden köylülerce jandarma ve ormancılar çok sevilmez, onların daima yüzleri soğuk olarak tabir edilir… Aslında bu bir cehaletin düşüncesidir, çünkü gerek ormanı gerekse asayişi sağlamak tabiî ki devlete ve onun kolluk kuvvetlerine düşer.
Bu tür işlerde bazen köylüler haklı olur bazen de jandarma ve ormancılar haklı olur. Çünkü disiplini sağlayabilmek için bazen jandarmaların köylü üzerinde çok ağır baskılar kurduğu olurdu… Bunları uzun zaman köyde yaşamış olan biri olarak ben de bizzat çok yaşadım.
İşte bu anıların üzerinden aşağı yukarı 30 yıl geçti…
Çevre köylerimizden biri ile her zaman yaşadığımız olaylar o yıl biraz daha şiddetli ve ağır şekilde cereyan ediyordu. Köyler arasında yaralamalı geçen bir hadiseden sonra aramızdaki kin ve düşmanlık hat safhaya gelmişti. Bu olaylar sırasında 4-5 onlardan 4-5 bizden yaralı olunca iş çığırından çıkmıştı. Bizim karşı köye daha yakın olan arazimizdeki ekinlerimize davarlarını sürüyorlar, ormanları kesip tahrip ediyorlar, odunlarını merkepler ile köylerine kışlık yakacak olarak taşıyorlar. Ve bunları yaparken de 50-60 kişilik bir koruma ordusu ile gelip adeta yangına körük tutuyorlardı. Tabi bizim köylüler de bu kadar zararı içlerine sindiremiyorlar, onlar da “Biz korkak mıyız yahu, biz köyümüzü ve ekinlerimizi korumaktan aciz miyiz? Biz de gidelim vuralım kıralım… Ne olacak böyle pusacağımıza başımıza geleni çekeriz, ölmek de var öldürmek de” diyorlar ve köy ayaklanıyordu. Bunlara ‘dur’ demek tabi muhtar ve ihtiyar heyetine düşüyordu ama… Ne yazık ki bunlar artık muhtarın da kontrolünden çıkmıştı.
DURUM TEHLİKEYE DÖNÜYOR
Silahlı guruplar bizim köyün arazisi içinde ormanların arasında karşı karşıya gelip pusuya yatıyor, her iki tarafta bir cınga bekliyordu… Ateşi tutuşturmak için her iki köyün gençleri arasında büyük bir husumet doğmuştu. Bunlara göz yummak, neme lazım demek her iki köyün ihtiyar heyeti için zordu… Buna devletin kolluk kuvvetleri el atmalıydı, aksi takdirde mutlaka her iki taraftan da 50-100 ölü olabilirdi.
Köyümüz ihtiyar heyeti, muhtar, ben, katip olarak köyün imamı, köyün okul müdürü, iki aza, iki köy sakini 6-7 kişilik bir heyet köyde toplandık, istişare ettik ve durumu jandarmaya bildirmeye karar verdik. Şikayetçi olmak için bir sabah halk kavga için dağa giderken içlerine aklı selim büyük insanları gönderip durumu iyilikle idare etmelerini sağladık ve kendimiz de Konya Jandarma Bölük Komutanı Metin Bey’e izaha geldik. Durumun vahametini anlattığımız yüzbaşı bizim telaşımızı pek gaileye almadı ve bizi “Muhtarın haricinde kimse konuşamaz sizler bu işi abartıyorsunuz, hele sen kâtip bozuntusu bu işleri sen körüklüyorsun… Seni disipline atar bir hafta dayak atarım Hanya’yı Konya’yı öğretirim sana” dedi ve bizim binadan çıkmamızı istedi. Ben “Komutan yanlış yapıyorsun bu insanlar bir köyün temsilcileri olarak buradalar. Sen kimseyi konuşturmuyorsun, bu ağır vebali ben taşıyamam. Durum çok vahim onun için sizi Vali Bey’e şikâyet edeceğim, sonra kırılmayın” dedim.
DERDİMİZİ ANLATAMADIK
O ise bizi hakir görmeye devam ederek “Hadi si..tir git, beğendiğin yere git beni Vali Bey iyi tanır, senin dilekçeni durdururum ve bu cezayı sana ağıra mal ederim” deyip kovdu.
Bu köyden gelen heyet hiç dağılmadan zaten Valilik binasının yanında olan merkez jandarma binasından çıkıp Vali Bey’in makamına vardık. Önce Vali yardımcısı ile görüştük… Vali yardımcısı ifadeyi dinledikten sonra işin vahametini kavrayıp bana, “İsmail Efendi, siz bu işi bizzat Vali Bey’e bildirin, işin önemi beni aşıyor” dedi. Ve bir görevli arkadaşı çağırıp “Bu beyi valimize götür” derken, bana da “Arkadaş Vali Bey’e durumu kısa ve öz anlat, dilekçeyi ver, çık” dedi. Vali Bey’in yanına girdim. Vali Ömer Haliloğlu idi. Beni hoş karşıladı ve dinledi. Hemen daha yanımda jandarma komutanını aradı ve ona sertçe bir şeyler söyleyip azarladı ve “Vatandaşın dilekçesini nasıl durdurabileceğini” sordu. Bana “hemen jandarmaya gidin, müfreze çıkaracaklar. Durumları hal edin, suçluları yakalasınlar durumdan beni tekrar haberdar edin” dedi. Makamdan çıktık yine jandarmaya vardık. Komutan daha mütevazı karşıladı ve “Durumun bu kadar mühim olduğunu bana niçin söylemediniz” diyerek hayıflandı ama bu tabi bir azarlanma sonucunun mazereti idi. Ve hemen 12 kişilik bir müfreze çıkardı, köyün arazisi içindeki olay yerine gittik.
KALABALIK ABLUKAYA ALINIYOR
Karşılıklı siperlerde yatanları geriden ben komutana gösterdim. Komutanın bana sorusu şu oldu: “Bu iki gurubun da siperde bulunduğu araziler kimin?” “Bizim köyün!” Yakında olanları gösterip “bunlar sizin köylüler mi?” “Öyle sanırım.” “Ne demek?” “Komutanım uzaklar, insanları görmeden kim olduklarını bilemem ki. Ama şu karşıdakiler diğer zarar yapan köyün silahlıları.” Komutan hemen askerlere “Karşıdakilerin etrafını çevirin” diye emir verdi. Biz buna itiraz ettik. “Komutanım onlar gelenlerin jandarma olduğunu bilemezler de köylü diye kurşun yağdırırlarsa askerin üzerine zayiat olur başka bir çare düşünün” dedik. Fikri makul buldu ve o kızgınlığını yenip bu karşı kalabalığı köyleri tarafından ablukaya almaya karar verdi ve o gece tam kırk kişiyi yakalayıp jandarma merkezine getirdi. Birkaç gün disiplinde yatırıp bıraktıktan sonra ortada işlenmiş suç görülmeyince zanlılar serbest bırakıldı. Tabi bu arada arazi keşfi yapıldı, arazinin bizim olduğu tespit edildi, aksi takdirde bizim köylüleri de tutuklayacaklardı. Böyle hadiseler çok yaşanırdı köylerde, hepsi birer hatıra olarak anılarda kaldı. Sonraları jandarma bölük komutanımız Metin Bey ile samimi olduk, bu hatıraları onunla da paylaştık.
BABAMIN BAŞINA GELENLER
Gelelim ormancı olaylarına… Köyümüzde orman da bol olduğundan ormancılar ile de birçok maceralarımız oldu… İşte bunlardan hatırladıklarımız…
Köyde yaşadığım ve hatırladığım 1950-1960’lı yıllarda birçok olayları ya yaşadık gördük ya da atalarımızdan dinleyip duyduk. Zaten bizim köyümüzde 1949-1950 yıllarında devletten görevli bir ormancı ailesi ve at bakıcısı (seyis) olan kişiler daimi otururlardı… O zaman Hatunsaray Orman Bölge Şefliği değil de Gilistra Orman Şefliği adı altında işlem yapılırdı. Bölgenin en çok ormanına sahipti çünkü yöre Botsa ile beraber ve halen de bu unvanını korumaktadır. Sonraları ulaşım imkânından mı neden bilmiyoruz bu bakım şefliği Hatunsaray nahiyesine alındı; bunda diğer orman köylerini de kontrol altında tutmak amaçlandı sanırım.
Köyümüzde çalışan bir tek açık kamyon var… Köyün rençperlik ve malcılık dışında tüm geliri ormandan… Köylü yaş kuru odunu keser, evinde veya gizli yerlerde saklar, kamyonculara gelir tartar, alır ücretini öder. Ya da köylü kendisi geceden merkeplere sardığı odunları köye 40 km olan Konya’ya götürüp satar, evin ihtiyaçlarını alıp köyüne döner, bu iş günlerce devam eder.
BABAM ODUNLARLA YAKALANINCA
Bir gün babam odun kesmek için bütün köylüler gibi ormana gitmişti. Her zaman öğleden önce gelirdi, gecikince annem rahmetli o zaman 5 yaşlarında olan beni köyün dışına doğru babama bakmak için gönderdi. Giderken baktım merkepler yükleri ile yalnız geliyor. Babamın da üstü başı toz toprak, gömleği pantolonu yırtık… Hışımla “Eşekleri çabuk sür guzum evimize” dedi, kendisi ortadan kayboldu… Ben eşekleri eve getirdim, odunları yıktık, babam anneme seslendi “Beni soran olursa eve gelmedi deyin” deyip yine kayboldu. Biraz sonra köy bekçisi ile bir ormancı evimize gelip kapılarımızı zın zın diye şiddetle vurmaya başladı. Kapıya çıkan anneme “Desteli Osman’ın evi burası mı?” Annem “evet”, “kendisi nerde?” “Yok, eve gelmedi.” “Biz evinize girip odun arayacağız, aç kapıları.” Annem “Olmaz yapamazsınız” dedi. Ormancı bekçiyi de dinlemeden kapılara tekme ile vurup ahıra girdi ve orda ne kadar odun var ise kendi yöntemince yazdı. Meğerse babamı yolda eşeklerin sırtında odun yüklü yakalamış, ormancı ile babam dövüşmüşler, rahmetli babam ormancıyı biraz hırpalamış o da o hınçla gelmiş salahiyeti olmadan şahsi kinini kusarak bizim evdeki odunların hesabını yapmış ve zabıt tutmuş. Ormancı gitti, biraz sonra babam eve geldi, annem bu durumu anlattı. Ben daha ufaktım ama bu işleri iyi takip edebiliyordum. Babam hemen ok gibi yerinden fırladı ve köyün nakliyatçısı olan kamyoncuyu bulup, “Memet ağa kamyonu acele çalıştır, benim hanımım hastalandı ormancı eve gelip odunlara zabıt tutunca o da korkmuş hamile idi, sanırım çocuğum telef olacak belki de hanımım ölecek” dedi.
ORMANCIYI TELAŞ SARDI
Bu olay hemen köy odasında oturmakta olan ormancıya ve muhtara duyuruldu. Muhtar telaşla bizim eve geldi, annem de üzerine bir şeyler sarınıp birkaç köylü kadının kolunda kapımızın önündeki kamyona bindirilmek üzere idi. Bu vaziyeti gören köy muhtarını bir korku bir telaş aldı. Ve hemen ormancıya varıp çıkıştı, “Yaptığın işi beğendin mi buranın bir sorumlu muhtarı var” diye “düşünmeden kimseye danışmadan elin evinde odun tespiti yapmayı gördün mü? Şimdi temizle bakalım bu b..k işi” dedi. “Adamın hanımı korkmuş ölümle pençeleşiyor bir vasıta ile Konya’ya doktora götürüyorlar” deyince ormancıyı da bir korku sardı.
Ormancı hemen biraz evvel kavga ettiği babamın yanına yaklaştı. “Arkadaş o kızgınlıkla bir yanlışlık yaptık, özür dilerim. Hastalık için ne masrafın olursa ben karşılarım bak odun için tuttuğum zaptı da yırtıyorum. Allah aşkına ne olur benden şikâyetçi olma” dedi.
Babam “Onu kanun bilir arkadaş artık bu iş çığırından çıktı” deyince kamyon da çalıştırıldı ve Konya’ya doğru yola çıktı. Ormancı yine de babama tam 50 lira verdi, 50 lira çok para idi. Babam parayı almadı ama orada bulunan ihtiyar heyetinden birine verip “sen ver bu parayı” dedi. Ve acele ormancı atına binip köyü terk etti. Bir iki saat sonra babam annem ve kamyoncu geri geldiler. Zaten böyle bir tehlike de yoktu. Hem tutulan zabıt varakası yırtıldı mahkemelik olmadık, hem de ormancıdan alınan 50 lirayı babam arkadaşları ile yediler.
Bu tür olaylar çok yaşanırdı, daha maceraların hepsini yazmaya kalksak kâğıtlar almaz. Bu kadar yeter, daha ileride çok yaşanmış maceralar yazarız inşallah. Saygılarımla…