Seyit Küçükbezirci
Bu yazıyı okuyacak olanlardan...
BU YAZIYI OKUYACAK OLANLARDAN; ÜÇ GÜN SONRASI İÇİN BİR İSTİRHAMIM VAR
Bilen bilir, belki sizde bilirsiniz. Kırk yıldır çeşitli gazetelerde bir “PAZARTESİ YAZILARI” diye seri tutturdum gidiyorum... “Pazartesi Yazıları” yedi yüzü, kitaplaşacak olsa üç bin beş yüz sayfayı geçer. Allah büyük; “Şehir ve Kültür” ne demek bilen “Etkili ve Yetkeli” bir kamu görelisinin himmeti bekler... Pek de umudum yok ya, neyse ... Diyeceklerim bunlar değildi..
Siz, benim “Okurlarım”sınız.. Bilirsiniz, Sizden olsun, “Siyasi ve İktisadi Ekâbirandan olsun; “kendi payıma” pek isteğim olmaz..
Ama, bugün sizden bir istirhamım var.. PERŞEMBE GÜNÜ 24 KASIM, ÖĞRETMENLER GÜNÜ.. Bu yazımın o gün yayınlanmasını isterdim, ama, “perşembe” benim yazı günüm değil.. Yazımı doğru bilirseniz, okurlarım olarak, 24 Nisan Perşembe günü, benim her 24 Kasım’da benim yaptığımı yapar mısınız?
Postane’nin önüne götürdüler, Hacıveliler’in Siyid’i. Bir iskemleye oturttular; körüklü “foturaf makinesi”nin karşısında. “Suret”i ak kâğıt üstüne basıldı; Akif Paşa İlkokulu’na kayıt için.
“Çente” yaptırıldı tahtadan, “Gonya’nın en iyi dülgeri Çolak Selâdin”e. Bir kalem, bir “alfabe”, bir defter. Okuldan eve kaçmasın diye Fato Hala Akif Paşa’nın önünde bir hafta bekledi.
24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ’NDE ZAMAN TÜNELİ
Yandaki çiçekçide bir telâş, bir telâş. Öyle tatlı heyecanlar içinde ki çocuklar. Biri gidiyor, üçü geliyor. Öğretmenlerine en güzel çiçeği götürmek istiyorlar. Öyle güzeller ki, öyle aydınlıklar ki.
İçimde bir hüzün, bir umut met/cezirleri. “Ben de çiçek götürmeliyim, öğretmenlerime” diye düşünüyorum. Telâşla, kalkacak gibi oluyorum. Ama, benim öğretmenlerimden kimse kalmadı ki.
Bir umut ışıyor. Gönlümde. “Beni de hatırlayan olur, belki.”
Sönüveriyor. Birden. Onlarca yıl geçmiş aradan, çoğu çoluk çocuğa karıştı; “dede” olmaya doğru gidiyorlar. Nasıl hatırlasınlar? Hem nerede olduğumu bilmezler ki.
“Türkçenin Dev Şairi” Fazıl Hüsnü Dağlarca çıkageliyor; “Öğretmen” şiirini getirmiş.
“A’dan başlar aydınlık
Bir taş koyar bütün yapılarda temele öğretmen
Soluğudur düşüncenin buğdaydan yalaza dek
Yeryüzünde ne varsa ondan gelmedir.
Yeryüzü ile el ele öğretmen”
AKİF PAŞA’DA 1949 GÜZÜNDE, YENİ BİR DÜNYA
İstanbul Caddesi’nde Akif Paşa’nın önü. Pamuk şekerciler, horoz şekerciler, “ballı ballı” satıcıları. Alıçlar cepte, harçlıklara karışmış; çantada güz ayvaları. Sınıfta cıvır cıvır, serçe sürüsü gibiyiz. “OKU” diyor, Vesile Öğretmen. “Baba bana top al!” / “Al Ali sana top”.
Sonra “Müyesser öğretmen” açık mavi önlüğü tebeşir tozu içinde. “Başöğretmen”imiz Namık Ayas. Konya’nın ilk çocuk gazetesi “İleri”yi yayınlıyor; kucak kucak taşıyoruz, matbaadan okula.
Bir cumartesi, “bayrak” törenindeyiz. “Ben kimim?” diye soruyor Namık Ayas. Beş sınıftan on şube bağırıyoruz, “Başöğretmenimizsiniz.”
Namık Ayas; “Hayır” diyor, “Bilemediniz” diyor. Sonra tane tane söylüyor; “Sizin Başöğretmeniniz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Benim de, sizin de Başöğretmeniniz O’dur.”
TİCARET LİSESİ, KIRMIZI ŞERİTLİ ŞAPKA;1954
Babam benimle Fahrettin’i bir “körükle” getirip, bir toz denizi ortasına kurulmuş Ticaret Lisesi’ne bırakıp gitti. “İyi okuyun burada; banka müdürü olacaksınız” diyerek. “Galib’in oğlu Fahreddin gibi” diyerek.
Araplar’dan, Türbeönü’nden, Uluırmak’tan, Uzun Harmanlar’dan alaca karanlıkta çıkıp ya yaya, ya “velesbit”le, altı yıl gittik, geldik. Yüksek Mezarlık’taki Liseye.
“Hocalarımız” geliyor gözümün önüne; bir bir. Müdürümüz Ali Rıza Bey. Her zaman ciddi, gülümsemesini hiç görmedik. Birinci sınıfta ilk kez O’ndan duyduk “Büro Komersiyal” sözünü. Herkesin “Muallim Bey” dediği “Mal Bilgisi” öğretmenimiz Nuri Oturaç’a göre biz “Kâtip” olacağız; bize göre “Banka müdürü” olacağız.
Remziye Karacadağ matematik, cebir, geometri okutur. Müsamahasız; “tahtaya kaldırmaması için” sürekli dua ederiz. Fizik-kimya öğretmenimiz Mehmet Çelik; ben altı yılda değişmez asistanıyım. Fizik, kimya laboratuarı bana emanet; zimmetli.
Arif Bilge. Gerçekten “bilge” bir tarih öğretmeni. Altı yıl bizi bırakıp bir yerlere gitmeyen, aramızdan ayrılıncaya kadar kırk yıl bizi her gördüğünde her şeyimiz ile ilgilenen “Büyük Hoca”. Ad taktığımızı, kendi aramızda “Heredot” diye söz ettiğimizi hep bildi, bilmezden geldi.
Mustafa Biroğlu. “Dahi hesapçı” denirdi; saygı duymamak mümkün değil. “Ticari Matematik”i, “Mali Cebir”i ondan öğrendik. Kitapları, onlarca yıl “ders kitabı” olarak okutuldu. En karmaşık “Mali Cebir” problemlerinden yanıldığımızda “eşek” der, tahtaya doğrusunu yazardı.
Bir lise düşünün; ortaokulu ile birlikte altı yıl okunan bir lise düşünün. O lisede “iskisadi coğrafya” okutulur; “Deniz Ticaret Hukuku” okutulur; “Mali Cebir” okutulur,“Daktilografi” okutulur, “steno” okutulur ve “Trigonometri” ders olarak okutulur.
2010 yılı mayıs ayında, 1960 yılında son sınıfta okuduğumuz arkadaşlarımızla aynı sınıfta toplandık, yoklama yaptık. 29 kişiydik, sağ olanların hepsi geldi; 21 kişi kalmışız.
“SELÇUK EĞİTİM ENSTİTÜSÜ”NDE 1964
“Konya Kız Öğretmen” okulunu bitirmiştim; bir yanda da gazetecilik yapıyordum.
Tayinim çıktı, “Taşkale Kasabası”na. Taşkale, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “Ata Yurdu”. “Hikmetinden sual olunmaz”, “tesadüf” demek mümkün değil.
Eğitim Enstitüsü’nde müdürümüz Hüseyin Köroğlu. Ciddi, zarif, fizik âlimi bir Konyalı. Tarih öğretmenim Bekir Elam. “Osmanlı Tarihi” nedir O’ndan öğrendik. Gönül adamı, çelebi.
Sultan Veled Caddesi (Hapishane Caddesi), Maarif Derneği binalarında kurulan Eğitim Enstitüsü’nde ne soğuk kışlar geçirdik. Meram Yeni Yol’da yapılan yeni binalarda çamur içinde yüzdük. Hüseyin Köroğlu’nun başkanlığında “Ağaç Bayramı” düzenleyerek bugünkü dev çamı biz diktik. “Konya Selçuk Eğitim Enstitüsü” adının katledilişini, binasının yakılışını hiç unutmadık.
GÖNÜL BU... OLMAYACAĞINI BİLSE DE UMAR
“24 Kasım Öğretmenler Günü”. Yandaki çiçekçide bir telâş, bir telâş. Tatlı heyecanlar içinde çocuklar. Öğretmenlerine en güzel çiçeği götürmek için gelmişler.
İçimde bir hüzün, bir umut. “Çiçek götürecek öğretmenim var mı?” diye aklımdan geçiyor. İrkiliyorum, kendime geliyorum. Sevgili öğretmenlerimden yaşayan kimse yok ki. İçimde bir umut. “Hatırlayan öğrencim olacak mı?” diye. Umudumun sevinç kanatları düşüveriyor. Onlarca yıl olmuş, onlardan ayrılalı.
Ansızın Fatma Tekeli giriyor, kapıdan. Bir saksı kucağında, şahane bir çiçek. “Öğretmenler Günü’nüz kutlu olsun” diyor, sarılıp öpüyor.
Çiçeğin üstüne bir yazı “Senin verdiğin dersler bir yaşam boyu sürecek armağandır. Eğer bir başkasına herhangi bir şekilde düşünceli ve anlayışlı davranıyorsam, bunun nedeni, sana özenmemdir. Sana sevgim asırlarca geçmez”
Fatma’ya, bir şeyler demek isterdim, diyemedim. Neden sonra “Ömrün çok olsun” dedim.
ZİYARET ETMEK, MÜBAREK ELLERİNİZİ ÖPMEK İSTERDİM; AMA…
Ziyaret etmek, mübarek ellerinizden öpmek isterdim; ama hepiniz “rahmetli” oldunuz. Hakkınızı ödemem mümkün değil. Zaten hiç hakkınızı istemediniz ki. Ancak, sizin olamadıklarınızı bizim olmamızı istediniz. Daha yüksekleri bize lâyık gördünüz.
Kendim adına, kefil olabileceğim arkadaşlarım adına söylüyorum: Sizi hiç utandırmadık. Sizi mahcup etmedik.
1928’de Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Ulus Okulları Başöğretmenliğini” kabul eder. Gün: 24 Kasım. “Millet Mektepleri” ile 1927’de yüzde 10.5 olan okur yazar sayısı; 1935’de yüzde 20.4’e çıkar.
“Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal’in; eğitimde-öğretimde bugünkü sayıya ulaşmamız için ömürlerini veren bütün öğretmenlerin mekânı cennet olsun
24 Kasım’da gidip ellerini öpecek, hayır dualarını alacak hiçbir öğretmenim kalmamıştı. Ama, ben onların her birine ayrı yarı “Fatiha” okuyacağım.
Öğretmeniniz sağsa, ihmal etmeyin; ziyaret edin, ellerini öpün. Sonra pişman olmamak için.