Bugün başka analiz okumanıza gerek yok! Oray Eğin nisanda yazmıştı..
Seçim sonuçlarını anlamaya çalışan okurlarımız için, Oray Eğin'in aylar öncesinden yazdığı "25 Haziran sabahına mektup" yazısını okurlarımızın dikkatine bir kez daha sunuyoruz...
Cumhurbaşkanlığı seçimini Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ilk turda kazandı. Erdoğan oyların yüzde 52.5'ini alarak yeni hükümet sisteminin ilk Cumhurbaşkanı oldu.
Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonuçlanmasıyla Türkiye, 1923'ten beri uygulanan parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne sistemine resmen geçmiş oldu.
Yeni sistemle birlikte yürütmenin başı artık Cumhurbaşkanı olacak. Cumhurbaşkanı'nın belirleyeceği Bakanlar Kurulu vasıtasıyla ülke yönetimi sağlanacak. 600 milletvekiliyle temsil edilen Meclis yasama görevine devam edecek.
ORAY EĞİN'DEN ÇARPICI ANALİZ
Bundan aylar öncesinde seçimden çıkacak sonuçlarını değerlendiren Habertürk yazarı Oray Eğin, geçtiğimiz nisan ayında "25 Haziran sabahı" başlığını taşıyan bir yazı kaleme almış ve Türkiye'yi bekleyen olası senaryoyu okurları ile paylaşmıştı.
"Erdoğan neden gitmiyor?" sorusuna yanıt arayan okurlarına seslenen Eğin "Rejimin önceliğinin ülkeyi ele geçirmeye çalışan güçlere karşı sistemi korumaya almak olduğu unutulmamalı." notunu düşerek, temel motivasyonunun FETÖ ile mücadele olduğunun altını çizdi.
Eğin yazısında şu dikkat çeken ifadeleri kullandı;
"Rejime yönelik tehditle Erdoğan dışında hiç kimsenin mücadele edemeyeceği ortada; örgüte böyle gözünü karartıp savaş açacak bir başka isim yok. “Erdoğan’dan kurtulalım” korosunun ucu bundan dolayı ilgisiz kesimlerde bile hep FETÖ’ye dokunuyor. Şimdi bir de iktidar yanlısıymış gibi görünüp FETÖ mücadelesini baltalamaya çalışan kuvvetli bir kripto güç var; daha bunların temizlenmesi gerekecek.
Mücadelenin yarım kalması rejimin düşmesi demek.
Türkiye’yi bu tehlikeden temizlemek Erdoğan’a verilen bir görev. İlahi bir görevden bahsetmiyorum ama tarih bazen insanları hiç beklemedikleri bir dönemeçte bulur ve tercih yapmaya zorlar. Erdoğan bir süre önce bu tercihi yaptı ve dönülmez yola girdi."
İşte o köşe yazısı;
- 25 Haziran sabahı
BİR süredir herkes gibi ben de Türkiye’nin nereye gittiğini merak ediyorum. “Seçimlerin sonucu ne olacak?” gibi gündelik sorular değil, dünyanın Türkiye’ye biçtiği rolü ve ülkemizin nasıl şekillendirileceğini merak ediyorum.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı 2000’lerin başında yere göğe sığdıramayan New York Times, tam olarak ne zaman 180 derece dönüp en sıkı Türkiye muhalifi oldu? Kafamı kurcalıyor mesela.
Devlet Bahçeli’nin hamlesiyle Ecevit hükümeti erken seçime zorlanmadan önce de dış basında rüzgâr bugünü andırırcasına dönmüştü.
New York Times’ın Türk liberalleri tarafından çok sevilen o dönemki Türkiye muhabiri Stephen Kinzer ise “Hilal ve Yıldız” kitabında abartılı bir şekilde Bülent Ecevit’i eleştiriyordu. Kinzer’a göre Türkiye’nin içinde bulunduğu durumun en büyük sorumlusu bütün tarih boyunca Ecevit’ti. Kitabın sonuna bir sorumlular listesi koyup Ecevit’i en başa yerleştirmişti.
Ecevit’in kuşkusuz onlarca kusuru vardı ama gerçekten Türkiye’de en büyük kötülüklerin tek sorumlusu o olabilir miydi ABD’nin Ecevit’ten vazgeçmesine denk düşen bu abartılı iddiayı taşıyan kitap, Türkiye’de de liberallerin en sevdiği yayınevi İletişim’den çıkmıştı. Ya yabancı muhabirler kendi ülkelerinin başka hükümetler hakkındaki hassasiyetini çok iyi okuyorlar ya da bazı gazeteciler olayları olmadan yazıyor.
BATI MEMNUNDU
Türkiye’de FETÖ kumpasları yaşanırken, Ergenekon-Balyoz davalarında insanların hayatı kararırken, 2011 yılında 100’den fazla gazeteci hapisteyken Batı basınının ülkemizdeki demokrasi ve insan haklarıyla ilgili bir hassasiyeti yoktu. Türkiye eleştirileri ancak küçük sağcı gazetelerde kırk yılda bir çıkıyordu.
Ama Batı’daki merkez medyada FETÖ ve operasyonları övülüyor, Türk askerinden düşman diye söz ediliyor, bu ülkenin çimentosu insanlar “seküler elit” diye küçümseniyor, cumhuriyet kazanımlarının yerle bir olmasına alkış tutuluyordu.
Ne zaman ki Türkiye siyasetinde iç kırılma yaşandı, Erdoğan aleyhindeki haberler de yabancı gazetelerde artmaya başladı. Tesadüf mü? Zamanlama manidar mı? Zira FETÖ etkinliğindeki Türkiye’nin gidişatı tam da Batı’nın hareket alanını belirlemeye çalıştığı modele uygundu. Kırılma yaşanınca ezber bozuldu.
ŞOK ÜSTÜNE ŞOK
Devamında şoklar ardı ardına geldi. Muazzam bir örgütlü çalışmayla kaset savaşlarının yaşandığı 17-25 Aralık olayı, 15 Temmuz darbe girişimi, Reza Zarrab olayının abartılı bir davaya dönüşmesi arka arkaya tarihin kendi doğal gelişimi içinde olmadı herhalde.
Türkiye’yi derinden etkileyen şoklarla eşzamanlı olarak dış politikamızda da belirgin değişimler oldu. Rusya’yla kurulan işbirliği, şüpheli uçak düşürme olayı ve daha da büyük bir soru işareti olan Rusya Büyükelçisi’nin vurulması gibi sabotajlara rağmen bozulmadı. Dahası Türkiye, kendi başına buyruk, Batılının gözünde “cüret” ederek Afrin operasyonu gibi adımlar attı.
Dünyada yeni bir blok kurulduğuna dikkat çeken, Rusya ve Çin’le yakınlaşılması gerektiğini savunan ilk isim Tuncer Kılınç Paşa’ydı ve Ergenekon’dan tutuklanıp hapis yatmıştı; hatırlatırım.
Belli birtakım yerlerde karar verildi ve Erdoğan’ın üzeri çizildi. 2013’ten beri Türkiye üzerinde bu oyun oynanıyor. Kaset operasyonları, darbe; ama Erdoğan en imkânsız senaryodan bile kurtuluyor.
Sanki Erdoğan’ın gidişi için son umut 24 Haziran seçimleriydi ancak “Batılı, centilmen, demokrasi ve insan haklarına saygılı” Abdullah Gül’ün adaylığı da tutmadı.
Ben merak etmeye devam ediyorum, Türkiye’yi şimdi ne bekliyor?
***********
DEĞİŞMEZ KAİDE
KEMAL Kılıçdaroğlu’nun CHP’si iyi gibi görünen bir iş yaparsa mutlaka bir yerde, ya yolun başında, ortasında ya da sonunda her şeyi berbat eder. Anamuhalefetin kuralıdır bu...
İşte, stratejik bir hamle gibi duran İYİ Parti’ye ödünç verilen 15 milletvekili. Daha şimdiden “Biz ne olacağız?” diye sızlanmaya başladılar. Birkaç güne istifa ederlerse şaşırmayın.
Ya Cumhurbaşkanı adayı?
Rauf Tamer, “Ben biliyorum kim olduğunu ama söylemem çünkü o zaman Kemal Kılıçdaroğlu da öğrenir” diye dalgasını geçiyor.
Ve bir değişmez kaide de CHP’nin sol görünümlü bir merkez sağ partisi olduğudur. Meral Akşener’e en büyük desteğin CHP tabanından gelmesi ironik değil, bir Türkiye siyaseti gerçeği.
***********
‘NEDEN HEP BAŞARILI?’ SORUSUNUN YANITI
DİKKAT ediyor musunuz, Türkiye’nin yapısıyla her oynanmaya çalışıldığında rejimin koruma refleksleri devreye giriyor ve oyun bir şekilde bozuluyor. Bazen hiç beklenmedik bir şahıs ya da gelişme olarak kendini belli ediyor bu refleks.
Meral Akşener inatla direnmese, “Erdoğan gitsin de nasıl olursa olsun” kitlesi manipüle edilmeye hazırdı. Siyasetteki böyle bir sismik değişimin nelere yol açabileceği tartışılmadı bile.
“İyi de her seferinde Erdoğan kazanıyor” demek yanıltıcı ve yüzeysel bir okuma olur. Direnen ve tehlikelere karşı kendini koruyan Türkiye Cumhuriyeti. Ve öyle görünüyor ki rejimin hâlâ Erdoğan’a ihtiyacı var, yapılması gereken işleri ondan başkasının sırtlayamayacağı da ortada. Otoban ya da havayolu inşaatından bahsetmiyorum.
Rejimin önceliğinin ülkeyi ele geçirmeye çalışan güçlere karşı sistemi korumaya almak olduğu unutulmamalı.
GÖREV VERİLDİ
Rejime yönelik tehditle Erdoğan dışında hiç kimsenin mücadele edemeyeceği ortada; örgüte böyle gözünü karartıp savaş açacak bir başka isim yok. “Erdoğan’dan kurtulalım” korosunun ucu bundan dolayı ilgisiz kesimlerde bile hep FETÖ’ye dokunuyor. Şimdi bir de iktidar yanlısıymış gibi görünüp FETÖ mücadelesini baltalamaya çalışan kuvvetli bir kripto güç var; daha bunların temizlenmesi gerekecek.
Mücadelenin yarım kalması rejimin düşmesi demek.
Türkiye’yi bu tehlikeden temizlemek Erdoğan’a verilen bir görev. İlahi bir görevden bahsetmiyorum ama tarih bazen insanları hiç beklemedikleri bir dönemeçte bulur ve tercih yapmaya zorlar. Erdoğan bir süre önce bu tercihi yaptı ve dönülmez yola girdi.
“Neden gitmiyor?” sorusunun yanıtı da burada.