Çalışma çok, darılmaca yok!
İsmail Detseli'den yine güzel, masal tadında bir hikaye...
Çok eski zamanlarda bir köyde fakir bir çiftçinin üç tane oğlu varmış. Baba, anne, oğlanlar kıt kanaat yaşarlarken emri hak vaki olmuş anneleri ölüvermiş. Daha onun yokluğuna alışmaya çalışırken; bir gün babaları, oğullarını yanına çağırmış ve onlara şöyle demiş: Oğullarım ben de kendimi çok iyi hissetmiyorum. Size dünya hali ile bazı nasihatlerim olacak. Bunlara dikkat ederseniz, huzur içinde yaşarsınız fazla hırsa kapılmayın, çalışmadan yılmayın, doğruluktan ayrılmayın, her insana güvenmeyin. Akıllı olun ama saf olmayın. İşinize dikkat edin. Haramı helali ayırın. Nasibinizi köyümüzde arayın, bilmediğiniz yere gidip de başkasına köle olmayın… Çok zorda kalır da çoban çırak duracak olursanız da sakın ha köselere yani çocuksuzlara çırak durmayın.
Bu nasihatten bir kaç ay sonra ona da emrihak vaki olur, hakkın rahmetine kavuşur. Oğlanlar bir kaç ay yuvalarında köylerinde şanslarını denemişler. Lakin elde yok avuçta yok anadan babadan kalma bir fazla, tarla bahçe para pul da yok babalarının yaşadığı zor durumunu da göz önüne alarak evin en büyüğü küçüklerine, “kardeşlerim, ben şöyle yabancı köylere gidip çoban durayım işler iyi olursa sizi de çağırayım” der ve kardeşlerini bırakır, babasının nasihatini unutarak köyden ayrılır.
Az gider uz gider, dere tepe düz gider. Bir ikindi vakti köyün birinin etrafında çift süren bir adama rastlar. O köyde kendisine göre bir iş olup olmadığını sorar adama. Adam da “Bana çoban çiftçi lazım bana çırak durur musun?” deyince, oğlan adamın yüzüne bakar, adam kösedir ve babasının nasihati aklına gelir, “Olmaz, ben babamdan vasiyetliyim köselere çırak durmam” der. Yanından gider bir başkasına rastlar. Onunla da konuşur ama o da kösedir durmaz. Halbuki her konuştuğunun aynı adam olduğunu fark edemez garip. Yine bir çiftçiye rastlayan oğlan artık bıkmış ve acıkmıştır, bunun çırağı olmaya razı olur ve çiftçinin evine gelirler. O gece yerler, içerler, yıllık hesabı belirlerler, anlaşmaya bazı katı maddeler de koyarlar. Örneğin çalışma çok, darılma yok! Şayet darılır gücenirse ve bunu da karşısındakine söylerse kafasının derisi yüzülecek. Anlaşma sağlanır ücrette de anlaşılır çalışma başlar.
Günler geçip gider bizim çoban Ahmet yılı tamamlayacak olur. Bir ay kala ağa hanımına “Yarın çobana azık yiyecek koyma” der ve çoban azıksız gönderilir. Akşam eve gelince ağa “Oğlum Ahmet bu gün yengen sana azık koymayı unutmuş, darıldın mı yoksa?” diye sorar. Ahmet “Hayır ağa darılmadım, bir gün açlıktan ne çıkar bu gün oruç tutmuş olurum” der fakat çocuğu olmayan evlat ve adam kıymeti bilmeyen gaddar ağa her gün hanıma azık koymamasını söyler. O kadın da azık koymaz.
Günler günleri kovalar. Ahmet bir gün patlar: “Ağa ağa” der “Bu azık her gün mü unutulur canım tabi ki darıldım” deyince ağa hemen anlaşmayı yerine getirir ve çobanın kafa derisini yüzer ve çobanı öldürür senelik vereceği ücretten de kurtulur. Bizim evde kalan iki kardeşten ortancası ağabeyinden bir haber alamayınca küçüğe “Kardeşim, ağabeyimiz bizi unuttu sen burayı idare et ben de şöyle gideyim. İyi iş bulursam sana da haber edeyim, sen de gel” der. O da gider. Gider de o da büyük ağabeyi gibi yine aynı adama rastlar. Durumları bilmeden “İş var mıdır?” diye sorar ve kendisine iş verileceğini öğrenince sevinir. Aynı adamla eve gelirler ve aynı anlaşmayı bu sefer bununla yapar zalim ağa. Yine bazen çift sürme bazen çobanlık ortalık güllük gülistanlık devam eder. Yıl sonu yaklaşır, yine ağa “Hanıma çobana azık koyma” diye tembih eder. Her akşam eve gelişinde de çobana darılıp darılmadığını sorar. Bizim garip Mehmet’in de aç çalışmak canına tak demiştir. O da tabi ki darıldığını söyleyiverir. Hemen zalim ağa tarafından aynı hüküm uygulanır ve kafa derisi yüzülür yıllık kazancı olan parasını vermekten de kurtulur. O da öldürülüp kabre konur.
Gelelim bizim köyde kalan küçük oğlan Şakir’e. O da bakar ağabeylerinden gelen giden yok der ki: Oğlum Şakir yanı başına dön. Kimseden kimseye fayda yok! Bu köyde de bize ekmek yok, ben de gideyim rızkımı başka diyarda arayayım. Düşer yola, köyde kimse kalmaz. Olan malını da ucuz pahalı satar ve köyü terk eder.
Tesadüfler birbirini takip eder. Allah’ın takdiri. O da yine Sekiler köyünden ağabeylerini öldüren Köse Rüstem’e rastlar. Bilmeyerek o da aynı anlaşmalarla ibibikler ötene kadar çırak çoban durur. Anlaşma aynı, çalışma çok yorulma darılma yok. Bizim Şakir altı ay çalışmadan ağa işinden pek razı olmaz. Onu erken öldürmek ister ve hanımına yine çobana azık katmamayı unutmasını söyler. Bir gün iki gün azık unutulunca akşam eve gelen çobana da daima sorarmış Rüstem ağa, “Ablan azık koymayı unutmuş, darıldın mı yoksa” diye.
Bir gün bizim Şakir, çift sürdüğü öküzün birisini satar ve karnını doyurur. Akşam eve gelince ağa “yarın bir öküz daha al, çünkü öküz tek kaldı” der. “Neden oğlum” diye sorunca “Ablam azı koymayı unutmuş. Ben de öküzün birisini sattım, yedim. Ağa sen darıldın mı yoksa” der. Adam da “Hayır oğlum, darılmadım” der. Çünkü “darıldım” dese anlaşma onun için de geçerli. Yalnız Köse Rüstem inatçı her gün azığı koydurmuyor, bizim Şakir de her gün önündeki öküz, at, davar, keçi, koyun ne varsa satıp yiyor. Nihayet Köse Rüstem bakıyor, pabuç pahalı, mallar hep gidecek evin önündeki dut ağacının dalına ihtiyar annesini çıkarıyor ve ibibik kuşu gibi ötmesini söylüyor. Dut ağacının dibinde birde derince su kuyusu bulunmaktadır. Köse Rüstem “Oğlum Şakir senin günün doldu. Bak ibibikler ötüyor hesabımızı görelim sen git” der. Uyanık Şakir, ağa daha ibibik ötmesine çok var, zaman kış günü erken öten horozun vadesi tez dolar” der ve kapının önüne çıkar. Dut ağacında öteceğim diye uğraşan koca karıya bir taş vurur ihtiyar kadın dut ağacının dibindeki su kuyusuna düşer ölür. Şakir “Ağa, anan dalda ötüyormuş, beni görünce heyecanlandı kuyuya düştü öldü, darıldın mı yoksa?” deyince Rüstem’in cevabı “Yok oğlum darılmadım anamın vadesi zaten yetmişti” olur. Akşam olur yatmaya giderler. Köse Rüstem gece hanımı ile gizlice konuşur, bu işçiden kurtulmak için çareler ararlar. Ve Şakir’i gece uyurken başına çuval geçirip kuyuya atmaya karar verirler. Bunların konuşmasını dinleyen akıllı Şakir, gece kalkar ağanın hanımının elbiselerini giyer. Ve kadın kıyafetiyle Köse Rüstem’e varır, “Haydi herif şu işçiyi atalım” der ve Köse Rüstem’in hanımını çuvala koyup kuyuya atarlar. Sabah erkenden Şakir ağa “Kalk görülecek işleri görelim” diye ağasına seslenir. Şakir’i karşısında gören ağa “Oğlum yengen nereye gitti?” diye sorar. Şakir de “Ağa akşam beni kuyuya atacağınızda ayağı kaydı kuyuya düştü, ne oldu darıldın mı yoksa?” der. “Yok oğlum darılmadım, hiç sana darılır mıyım” diye cevap verir. Fakat Şakir’den kurtulamayacağını anlar. Zaten hiç bir şeyi, kimi kimsesi kalmamıştır. Komşularına “Ben öleyim beni kabre koyun, ağzıma nefes alacak bir delik bırakın. Şakir’i de kovalayın, sonra gelin beni kabirden çıkarın. Beni bu adamdan kurtarın” der ve ertesi gün “Köse Rüstem öldü” diye duyulur ve kabre konur. Köylüler “Oğlum ağan öldü, zaten iflas etmişti, bir şeyi kalmadı artık sen de köyüne dön burayı terk et” derler. Ama bizim Şakir akıllı; “Yok ben ağama dayanamam gideyim kabrinin başında biraz ağlayayım. Ve malına varis olayım. Nasılsa kimsesi kalmadı” der ve mezarlığa gider. Ağasının kabrinin üstünde öküz gibi böğürür. Sesleri Rüstem ağa aşağıdan vay benim alabacak öküzüm sende mi yanıma geldin yaktı bizi bu zalim Şakir” der. Şakir bu kez at gibi kişner Rüstem yine kabirden ses verir: Vay benim doru atım, sende mi yanıma geldin?” der. Şakir bu kez koyun ve keçi gibi meler, Rüstem aşağıdan “Vay benim sakallı keçilerim ipek tüylü koyunlarım siz de mi geldiniz. Bu zalim çoban bizi perişan etti” der. Şakir koyun dili ile ağa sen de iki tane garibi aç acına öldürmüştün, bu Allah’ın takdiridir, bu da seni böyle öldürdü ve mallarına sahip oldu” deyince, Rüstem ağa suçu kabullenir kötülüğünün cezasını çeker ve topraktan çıkmak nasip olmaz ve bizim akıllı Şakir de hem ağabeylerinin intikamını alır hem de Rüstem ağanın mallarına sahip olur.
Hani eskiden beri halk dilinde bir hikaye vardır, biz de onunla bitirelim yazımızı. Adamın biri bir çoban tutar çobanın hakkını da pek vermezmiş. Çoban ağasından aldığı yüz koyunun sene sonunda hesabını verecek elinde bir tek deri var. Ağa sormuş, oğlum teslim ettiğim sürüye ne oldu, hesabı ver bakalım deyince…
Çoban “hay hay ağacığım, ben söyleyeyim sen say” der.
Yağmur yağdı gök çatladı.
Yetmiş ikisinin ödü patladı.
Önden gitti baş toklu
Araksından da beş toklu
Onunu verdim bir kasaba
Onunu da katma hesaba
Kurt kaptı birisini
Birinin de getirdim aha derisini.
Etti mi yüz” der.
Ağanın elinde yoğurt kâsesi varmış çok kızdığı çobanın suratına kaseyi fırlatınca çobanın yüzü bembeyaz yoğurt olmuş. Pek pişkin bir mizaca sahip olan yüzsüz Çoban da “Hesabı doğru verirsen işte yüzün böyle ak çıkar” deyivermiş. Onlar ersin muradına biz çıkalım kerevetine. Saygılarımla…