Çandar'dan Başbakan!a sert cevap

Çandar'dan Başbakan!a sert cevap

Başbakan'ı kızdıran gazeteci seni desteklerken yanlış avukatı mıydım..

Başbakan Erdoğan'ın il başkanları toplantısında sert sözlerle eleştirdiği Referans yazarı Cengiz Çandar, Başbakan Erdoğan'a zor sorular sordu. bugün köşesinde Erdoğan'ın 'Sen kimin avukatısın? Bir kere de doğrunun avukatı olun' sözlerine ilginç bir cevap verdi. Çandar, 'Gulyabanilere karşı sizi desteklerken yanlışın avukatı mıydım?' diye çıkıştı.

İşte Başbakan Erdoğan'a yakınlığıyla bilinen Cengiz Çandar'ın sorduğu zor sorular: Abant Platfor-mu geçen hafta ‘Yeni Bir Toplumsal Mutabakât İçin Demokratikleşme’ başlığı altında Ankara’da iki gün üstüste toplandı. Panellerden birinin konusu ‘Çoğulcu Toplumda Azınlık Olmak’ idi.

Günlük dile şöyle de çevrilebilir: Türkiye’de Ermeni olmak! Hayko Bağdat, o konuda çok ilginç bir sunum yapmıştı. Daha sonraki panellerden birinde söz alan ve uzun süren bir hapis deneyiminden geçmiş olan Hakkârili Halit Yalçın, bence, Abant Platformu’nun iki gününün en çarpıcı değerlendirmesini yaptı. “Hayko Bağdat’ı dinledikten sonra” dedi, “Türkiye’de Ermeniler ile Kürtlerin tersten gelip buluşan bir ortak yanları var. Ermeniler, bu topraklarda, öldürüldüklerini; Kürtler ise yaşadıklarını ispat etmeye çalışıyorlar!” Buluşma noktaları, ilkinin yani Ermenilerin kitle halinde ‘öldürüldükleri’nin; ikincisinin yani Kürtlerin ise kendi özgün kimlikleriyle varolduklarının yani ‘yaşadıkları’nın Türkiye’de resmi düzeyde sistematik bir inkâra uğramış olması.

İçinde bulunduğumuz dönemde, bu ‘inkâr’ siyasetini sürdürmek ve ‘inkârcı zihniyeti’ koruyabilmek imkânsız hale geldi. ‘Küreselleşme’yle gelen iletişim teknolojisindeki muazzam devrimler, bilgiye erişmeyi, doğru bilgiyi bulmayı önlenemez hale getirdi ve kolaylaştırdı.

Resmi tarih yalanları ile onyıllardır örülen duvarlar yıkılıyor. Tıpkı 1989’da ‘Berlin Duvarı’nın yıkılmasıyla Soğuk Savaş’ın sonunun gelmesi, Avrupa’da totaliter rejimlerin çökmesi gibi, Türkiye’deki İttihatçı zihniyet kalıplarıyla onca yıldır inşa edilmiş ‘yalan duvarları’ da çöküyor.

Türkiye, bir yandan da kabuk değiştiriyor. Yani demokratikleşiyor ve sivilleşiyor. Böyle oldukça çoğulcu bir toplumun temelleri atılıyor, konuşmaya, tartışmaya, sorgulamaya ve yine kaçınılmaz biçimde kendisiyle ‘yüzleşme’ye başlıyor.

Türkiye’de artık binlerce kişi, toplumumuza ‘şanlı tarihimiz’ diye yutturulan ‘yalancı dolmalar’ı artık yemiyor. Gerçek tarihin sayfalarını açıyor. Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarında vurguladığı ‘tarihçiler’ ve ‘arşivler’ bugüne dek öğretilenlerden farklı ‘gerçekler’ sunuyorlar.

***

Tayyip Erdoğan’ın o ‘ayıbı’nın ardında, Başbakan’ın ‘Ankaralılaşarak’ Türkiye’nin ‘entelektüel birikimi’nin ve Türkiye’deki ‘değişim dinamiği’nin gerisinde kalması yatıyor olmalı.

‘Ankaralılaşmak’tan kastım, olumsuz anlamda ‘devlet çemberi’ne aklını ve dilini kıstırmak, siyasi vizyon ve cesaret gerektiren konularda kendisinden öncekilerden farksız bir söyleme kapılmak ve seçim hesaplarına dalarak siyaset tarzını CHP ve MHP’ye endekslemek.

Bunun sonucunda tarihe geçeceğiniz ‘büyük devlet adamlığı’ rotasından çıkar ve ‘küçük taşra politikacıları’ için hazırlanmış ‘siyaset kabristanı’na doğru yol almaya başlarsınız.

Tayyip Erdoğan için bu tehlikeli ihtimali, kendisini bugüne dek defalarca başyazılarında göklere çıkartmış olan Lübnan’ın Daily Star gazetesi son başyazısında dile getiriyor. Ermeni kaçak işçilere ilişkin talihsiz sözlerini ‘ahlaken yerlerde sürünen bir tehdit’ olarak niteledikten sonra şu satırlara yer veriyor: “Ayrıca açıklama Türkiye’nin İsrail’in devletsiz bir halka, yani Filistinlilere yönelik politikalarını eleştirerek sivrildiği bir dönemin sonrasına denk geldi. BBC’ye verilen tek bir demeç, Erdoğan’ın ve hükümetinin topladığı beğeninin tümünü yerle bir edebilir ve Türk lideri bir devlet adamı değil, puan toplamaya çalışan bir küçük hesap insanı haline getirebilir.” ‘Dost acı söyler’... Başbakan’ın bu çok sevdiği ve tekrarladığı sözü, şimdi bizler ona yöneltiyoruz. Lübnan gazetesinin yaptığı da bu.

***

‘Acı söz’ün en çarpıcısını dün Yasemin Çongar söyledi. Yunus Emre ile İttihatçılık arasındaki derin ve asla kapanamaz uçuruma dikkat çekerek.

‘Yaradılanı severiz Yaradan’dan ötürü’ sözü Yunus Emre’nin. Başbakan’ın her vesilede tekrarlamayı sevdiği bir başka söz. Peki, iş Ermenilere gelince, İttihatçı kesilmek, ‘Tehcir tehdidi’ neyin nesi? Yasemin (Çongar), “Beni, bu ülkede resmi söyleme egemen olan çarpık tarih anlayışının, devlet erbabına politik hatalar yaptırmasından ziyade, onları insaniyetten uzaklaştırması çileden çıkarıyor asıl” diyor ve Başbakan’a soruyor: “İnsanların hayatıyla oynamanın, ‘yaradanı ve yaradılanı’ sevmekle ne ilgisi var? Ve hayatıyla oynadığınız, ‘gönderirim’ dediğiniz insanların, 95 yıl önce İttihatçıların bu topraklardan ‘gönderdiği’ Ermenilerin torunları olduğunu, birilerini ille de yüzünüze haykırması mı gerek? İttihatçı zulümle aranızdaki bu dümdüz çizgi vicdanınızı sızlatmıyor mu? Ya Yunus Emre ile aranızdaki bu uçurum?”

***

Bu yazıyı, Yasemin Çongar’ın Başbakan’a yönelttiği soru ile bitirmemiştim. Ama Brüksel’e geldim ve hem Türkiye’den telefonla Tayyip Erdoğan’ın bir konuşma yaparak bana yüklendiği bildirildi; hem de internete göz attığımda ‘Tayyip Erdoğan, Cengiz Çandar’a fena çaktı’ gibisinden haber başlıkları gördüm.

Yazının son bölümünü değiştirdim. Başbakan Tayyip Erdoğan’a birkaç soru da ben yönelteyim: 1. Konuşmanızda “Londra’da ifade ettiğim, ülkemdeki kaçak Ermenileri sınır dışı etmek ifadem, maalesef ulusal ve uluslararası platformlarda kaçak kelimesi atılarak kullanıldı ve kullanılıyor. Ermenileri sınır dışı etmek ile kaçak çalışan Ermenileri sınır dışı etmek arasında derin bir anlam farklılığı vardır... Kaçak Ermenilerle ilgili sözlerimi saptırmak isteyenler, umarım kendilerini tashih ederler” demişsiniz.

Biz yanlış anlamadık. ‘Kaçak Ermenileri sınır dışı etmek’ diye anladık ve buna karşı çıktık.

Soru: ‘Kaçak Ermenileri sınır dışı etmek’ten yana mısınız, değil misiniz?

2. Hızınızı alamayıp şöyle devam etmişsiniz: “Bana özür dilemelidir tavsiyesinde bulunanlara sesleniyorum, biz kimden özür dileyeceğimizi çok iyi biliyorum. Sen kimin avukatısın yahu? Bir defa dürüst ol. Doğrunun avukatı ol, yanlışın değil... Biz yolumuzda aynen devam edeceğiz.”

Soru, daha doğrusu sorular: O, kimden özür dileyeceğinizi çok iyi bildiğiniz kim? Kimden özür dileyeceksiniz?

‘Sen kimin avukatısın yahu?’ diye soruyorsunuz.

Sizce?

Gelelim ‘Bir defa dürüst ol. Doğrunun avukatı ol’ sözlerinize. Özellikle ‘Bir defa dürüst ol’ sözünü size yakıştıramadım.

Bu hiddetli yaklaşım, nice dış ve iç gulyabaniye karşı sizi desteklerken geçerli miydi? O durumlarda ‘yanlışın avukatı’ mıydık? Ne oldu da, birden ‘doğruluk’, ‘dürüstlük’ tarafınızdan sorgulanır oldu? Özür dilemek bir erdem konusudur. Özür dileyip dilememek sizin bileceğiniz iş. Ama madem ‘Biz yolumuzda aynen devam edeceğiz’ diyorsunuz, peki...

Kolay gelsin.