Çarıklı Mehmet'in hikayesi

Çarıklı Mehmet'in hikayesi

Köyünde böyle derlerdi ona: Çarıklı Mehmet… Çarıklıydı ama çok cesurdu, çok sahavetliydi, çok çalışkandı, hem de efeydi.

İsmail DETSELİ

 

Köyünde böyle derlerdi ona: Çarıklı Mehmet… Çarıklıydı ama çok cesurdu, çok sahavetliydi, çok çalışkandı, hem de efeydi. Çarıklı o yıllarda harpten çıkılmış bir ülke için en basit ve en kolay giysidir. Dağda taşta, çoban olan ve tarlada çift süren insanların çok benimsediği ve hafif olduğu için giymeyi uygun bulduğu bir ayakkabı… Ayağa giyilen yün çorabı çarıkla beslerler, üstüne de yünden dokunmuş dolak adı verilen sargıyı sarıp çarık ipi ile bağladılar mı artık kış kıyamet pek tesir etmezdi. Mehmet Efe de çarığı tercih ediyordu, fakirliğinden değil de hafif giysi olduğundan…

 

Şimdi başlayalım bizim çarıklının hikâyesine…

Köylü Mehmet evinin tek iş göreni, tek reisi, evde her iş ona bakar, işler yoğun. Evet kendisine yardımcı olan ve kocasından geri kalmayan bir de hamarat eşi var, adı Hatıç (Hatice), ama iş o kadar yoğun ki bazen dünyalarına doyuveriyorlar ve halsiz düşüyorlar. Çiftçilik var, davarcılık var, bunun yanında bir ihtiyar ana bir baba var, yaşları henüz 10’dan aşağı olan dört de yavruları var. Bahar gelmiş, köyün içersinde onca sürüyü barındırmak, köyde döl almak (yavru almak mallardan) zor, bunun için köye 4-5 km uzaktaki yüce dağların eteğinde kendilerine ait olan bahar ağılına gidip orada döl alacaklar… Karısı Hatıç ile yazdan ağıl samanlığına tıkadıkları ot ve samanı biraz biraz yedirecekler sürüye, onu da koyun kısmına… Keçi dağlarındaki bol meşelerden çiğirdikleri (meşelerin baharda kabaran dal uçları) yiyerek karınlarını doyururlar, hem de mala çok faydalı bir yiyecek bu meşeler. Mart’ta çıktılar ağıla, daha ortalık kış kıyamet, çocuklar yanlarında, evde sadece ana-baba bir de küçük sütten yeni ayrılmış olan Sülüman var .10 yaşındaki Yusuf, 8 yaşındaki Ayşana ve 6’sını yeni bitirmiş cingöz Mustafa var yanlarında. Bunların öyle yaşlarının küçük olduğuna bakmayın, hepsine göre iş var ağılda. Kimi yeni doğup yaylıma başlayan küçük yavru malları otlatır ağılın kenarında, sabah baba ile ana ağılda yeni doğacak ve doğmuş yavrular ile uğraşırken Hasan da davarı şöyle ağıldan uzaklaştırır, babası gelene kadar onları otlatır 1-2 saat. Bir gün yakınlarındaki başka ağıl komşularından birisi bir haber getirdi “Mehmet gardaşalık, baban birez rahatsızmış seni isteyyor” dedi. Mehmed’i bir düşüncedir aldı emme ne yapsın bütün malı batıp gitse de babasına gidecek, onun derdine çare arayacak. Hemen hanımı Hatıca’ya seslenir “Gızz eyyy, Hatıç gel hele şöyle yamacıma(karşıma).” Hatıç kadın gelir saygı ile “buyur” der. “Bubam hastaymış Mevlit ağa gelmiş köyden o söyledi. Şöyle gıyılarda oğlanla idare edin davarları da ben bir gidip bakayın, bubamın derdi nedir olur mu?” Saygılı Hatıç kadın “Olur herif get bak onların hayır duasını alalım tabi” der ve Çarıklı hemen yola çıkar, ağılın bir köşesinde yatmakta olan eşeğe binerek. Köye gelir babası ishal olmuştur ve haliyle zayıf düşmüştür, ana da ihtiyar olunca bakamamıştır.

 

Yörüklerdeki gız gardaşı Fadime’ye gider bir gün, babasının derdiyle uğraştıktan sonra Çarıklı “Gardaşım bubam birez irahatsız sen biz gelinceye gadar bakıver de bubama ben senin emeğini karşılıksız goymam, ne de olsa senin de bubandır he ne dersin?” “Olur derim ağa da yine de bir eniştene soralım belkim bana gızar” der. “Çağır bakayım şu haytayı yatır mı daha?” “Yatır ne yapacak aylak gidi başka ne bilir ki” der ve hemen evin altından seslice ünler “leennn enişte oğlan kalk bakayın atı alan Üsküdar’ı geçti tembel adam kalk” deyince sesi tanıyan Iramazan kalkar, elleri ile gözlerini ovuşturur ve “ne den ağa buyur” der. “Bizim gıza bir şeyler tembihledim itiraz istemem eğerçi hır gür edersen gırarım bi yanını haaa” der. “O da tamam ağa duydum konuştuklarını” der. Böyle demek mecburiyeti vardır çünkü çalışmaz haytanın tekidir, kayın biraderinin desteğine daima ihtiyacı vardır. Ve Mehmet hemen eve gelir “Güzel bubam gardaşım Fadime size göz gulak olacak, korkmayın hastalığın pek önemli değil, üşütmüş gendini biz birkaç gün sonra geleceğiz meraklanamayın” der ana-babasından izin alır, hayır dualarını alır ve yine eyerli bir kır atı vardır ki uçar emme gideceği yer tabi uzaktır.

 

Düşer dağdaki ağılın yoluna. Evden çıkınca her zaman cebinden hiç düşürmediği Karacaoğlan kitabını açar, yanık yanık okuyup söyleyecektir içindeki sevdiği parçaları emme bir inceden bahar yağmuru başlar ki sormayın. Siyen siyen yağmaktadır. Buna köylerde çoban ıslatan derler ama Mehmet mecburdur yağmurda yaşta yola devam etmeye. Zaten köyden çıkmıştır, sığınacak dam çatı yoktur ancak ağaç altı olur sığınacak o da pek korumaz adamı. Mehmet için ıslanmak bir şey değil de ağıl da soğuk hanım da davara otlatmaya getmiştir ya gendini koruyamazsa o da hastalanacak korkusu ondandır. Sene 1930’lu yıllardır. Eyi bir türkü dinlemiştir eskerde onu her yağmur yağınca söylemeyi çok sever.

Kitabı katlayıp iç cebine koyar ve başlar yağmurun yağışına bakarak  söylemeye:

Dersini almışta ediyor ezber

Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler aman

Bu dert beni iflah etmez deli eyler

Benim dert çekmeye dermanım mı var aman

 

Kaşın çeymelenmiş kirpik üstüne

Havada bulutun ağdığı gibi aman

Çiğ düşmüşte gül sineler ıslanmış

Yağmurun dallara yağdığı gibi aman aman

Sürmelim aman

 

Böyle böyle Yozgat sürmelisini yanık yanık söylemektedir.

Ağıldan davarı şöyle otlatmaya çıkarmış Hatıç kadın elinde bükmekte olduğu kirmanı bir kenara koyarak yakınlarında kendisinden habersiz türkü söyleyerek gelmekte olan beyini dinler. Onun yanık sesi ile gurur duyar ve hemen Çarıklı beyi gelmeden oğlu Hasana der ki: Guzum sen buralardan fazla ırama (uzaklaşma) gurt guş zarar verir. Gerçi köpekler gavi emme yine de ne olur ne olmaz, ben bubana ısıcak bir şeyler gaynadıvereyin şimdi onun dalı ıslandı hastalanır buban olur mu gara Hasanım…

 

Ondan cevap gelir “Olur ana olur sen heç meraklanma istersen ağşama gadar heç gelmeyin ben idare ederin bunları” der. Ondan da büyük keyif alır Hatıç kadın ne de olsa o doğurmuştur onun patenti altında yetişmiştir bu yiğit.

Ve hemen Mehmet ağıla gelmeden Hatıç gelir ve bir dağ çayı goyar meşe çalılarını tutuşturduğu ocağa… Mehmet gelir “hoş geldin evimin direği ne oldu bubamın durumu nasıl?” “Marak etme garı üşütmüş ehtiyar endişelenecek bir şey yok. Bizim Fadime biz köye varana gadar bakıverecek onlara” der. Hatış gadın hemen “dağ çayı gaynattım yiğidim içiver hele üşümüşsündür.” “Davarları ne yaptın garı?” “Hasanım var başında hemen şuracıkta sen tasalanma iç çayını” der. Çayı döker, Mehmet bir fırt çeker ki Hatıç kadın “Memet gelirken yanık yanık söylediğin türküyü bene de söyleyiversene yiğidim” der utanarak. Mehmet iştaha gelir emme aklına gücük çocuklar gelir. “Ufaklılar nerde gız onlar da davarın yanına mı gettiler” deyince. “Atı bağladın mı yerine terli hayvan hasta olur”der. Hatıç “bağladım yiğidim tasalanma hadi söyle içinden geçeni”. Mehmet başlar söylemeye:

 

Burçak verin kır atıma kişnesin

Fitil koyun yarelerim işleesinnnn

Ben ölürsen nazlı yarim nişlesin

Koyu gölgelerde mendil işlesin aman işlesin

 

Çıka idim şu dağların düzüne

Düşe idim o güzelin izine

Onbeş sene vız geliyor gözüme

Söyleyverin o zalimin gızına aman gızına

 

Şakırdıyor kır atımın nal sesi

Eyerinde asılıdır heybesi

Mis oldu burnuma yarin nefesi

Sinesinde yat ki seni beslesin aman beslesin

 

Udumun mızrabı kartal tüyünden

Yarimi getirdim bir dağ köyünden

Su içirdim kaynak pınar suyundan

Seni saramazsamyüzüm gülmesin aman gülmesinnn

 

Hatıç öfkelenir “ne o yiğidim bunun altında bi şeymi var yoğusam bana kinayemi ediyon” der. Mehmet “Yok güzel gadınım sen neler söylersin ben senin üstüne gül mü goklarım işte öyle söyleyiverdim sen heç tasalanma” diye gönlünü alır. “Allah uzun ömür versin güzelim daha yavrularımız selenin altında irabım görüyor aklına gelen şeye bak” der. Tam bu sırada dışardan sık sık köpek havlamaları gelir, hemen Mehmet eline aldığı tek tüfeği ile koşar davarın yanına, “Hasan Hasan ne oldu oğlum” der. Hasan hiç telaşe etmeden “Korkma buba bişey yok köpekler enikli domuzu govuyorlar” der. Çarıklı seslerin geldiği tarafa koşar bakar ki domuz önünde iki tane yavrusu var onları korumak için uğraşıyor. Köpekler de azgınca saldırıyor. Mehmet varınca köpekler biraz daha sıkça saldırıyorlar sahibinin cesareti ile ama domuz yeni enik olarak büyütmekte oldukları karabaşa saldırınca onu yaralar ve yavru köpek yerinden kalkamaz. Aslında hiçbir şey yapmak niyetinde olmayan Mehmet de galeyana gelir ve tek tüfeği domuza doğru tutar patlatır. Domuz yaralanır kaçar, Mehmet hemen o yavru köpeğin yanına gelir ki eyvah köpek can vermiş. Bir çoban için köpek çok değerlidir deliye dönen Mehmet yaralı domuzun peşine düşer ormanda onu kıstırır ve koşa koşa kuyruğundan tutar. Taşların ağaçların arasında sürüne sürüne ilerlerken bir dağın yamacından aşağı doğru gelmekteler. Aklına ip ile uçkurundan bağlayıp cebine koyduğu çoban bıçağı gelir ve bir eliyle çıkardığı bıçağı katlı yerinden dişi ile açar ve kuyruğu elinde olan domuzun arka bacaklarının sinirlerine çalıverir.

 

Keskin bıçağın sinirleri kesmesi ile yüzünün üstüne uçan domuzun arkasında sürünmekte olan Mehmet ondan 10 metre ileriye uçar ve çok kötü yaralanır. Onu adım adım takip eden ve “bırak Mehmet uğraşma şu pis hayvan ile başımıza iş gelir” der ama dinletemez. Nihayet korktuğu başına gelmiştir. Ve o cesur kadın hemen kocasının koluna girer, ağıla getirip yatırır yaralarını tımar eder. O gün davarı Hasan güder. Günler böyle geçer, baya bereketli bir döl yılı olmuştur davarlarına yeni katılan oğlak ve kuzu sayısı 150 kadar olmuştur. İnşallah bu yıl ürün de bol olacaktır, yağ peynir ortalık bereketli, yağışlar eyi, malların sütleri çok. Geleceğin görüntüsü ümit verici. Bu sene başka bir karar alırlar ve der ki Mehmet karısına: Hatıç bu sene köye inmesek, buradan yaylaya gitsek. Ben köye insem enişteyi göndersem 15 -20 gün o size yardımcı olsa ben de biraz arpa ekip gelsen sen ne dersin garı.”

Hatıç eniştenin geleceğinden pek memnun olmaz, çünkü haylazdır enişte… Hatıç kadın bunu eyi bilmektedir emme beğine “olur” der. Mehmet yanlarında götürdükleri öküzleri de alıp köye iner, babasını anasını hem kontrol eder hem de kışın hayvan yiyeceği olsun diye birkaç dönüm arpa eker.

 

Ve yine bubasına da danışarak bu sene bahar ağılında kalmayı dener, baba da razı olur ve yine ağıla döner. Emme varır varmaz bir kötü habar alır eniştesinden. Enişte derki “Yahu ağa Kuştaşının altından geçerim her gün orada zayiat veriyorum tam 5 tane mal aldırdım. Canavar mı yoksa başka bir şey mi yalnız malların ne tüyü kalıyor ne deris”i deyince Mehmet düşünür “guş taşı haaa. Vay zalim vay demek ki gitmemiş öyle mi” diye mırıldanır.

Kuştaşı ağıllarının üzerinde çok yüksek bir dağ vardır. Adı Kocadağ’dır. Buranın ağıllara yakın bir yükseğinde sivri bir taş vardır, oraya Kuştaşı diyor köylüler… Burada yıllardır yaşayana bir ayı olduğu söylenir emme artık efsane haline gelmiştir. Kimse inanmaz bu masala emme Mehmet bu ayıyı birkaç defa görmüştür ininin ağzında. İni çok sarp bir yerindedir dağın, her insan cesaret edip de çıkamaz bu ine… Mehmet çocuklar duyar da korkar diye bir şey söylemez. Yatırlar o gecede kalan eniştesi aslında ayıyı görmüş ve çok korkmuştur. Sabahın erken saatinde hemen “ağa ben gideceğim” der ve köye döner.

Mehmet o gün davara kendisi gider, sürü çok kalabalık olmuştur, çünkü yeni doğan körpeler de katılmış içlerine zaten daha henüz sağım yoktur, mallar görkem olsun diye emişmekteler. Hanımına derki: Garı beni geriden takip et, eğer biraz geç galırsam orayı biliyon değil mi?

İşte oradan ara beni.

 

Hatıç kadın da bu ayının yerini biliyordur. Ve davar arkadan gelirken o önden gider ve tek tüfeği vardır yanında, bir de keskin kılıcı vardır belinde. Bakar ki ayı yine bir kuytu yere pusmuş sürüyü beklemekte. Hemen cesur Mehmet arkadan gizlice dolanır, ayının inine girer. Ve başlar ayıyı beklemeye; yarım saat ya geçer ya geçmez ayı kucağındaki ufak taze kuzu ile sevinçle homurdanarak ine sokulur. Emme kokuyu da alır ve kuzuyu inin içersine fırlatır başlar sağa sola saldırmaya. Ama Mehmet iyice kurşun ile sıkıladığı tek tüfeği kızılca koltuğuna (ciğere en yakın ön bacağının yanı) patlatır ayının. Ayı öyle bir bağırır ki dağlar taşalar yıkılırcasına inler. Ve daha çok saldırganlaşır, Mehmed’e doğru süner, o anda cesur Mehmet zaten yanında hazır tuttuğu kılıcı ayının yaralı yerine sonuna kadar saplar. Ayı da Mehmed’in boğazına yapışır.. Mehmet elleri ile onun boğazına yapışır can havli ile boğuşmaya başlarlar ama tabi ayının yarası derindir. Bu arada ayının narasını işiten Hatıç kadın da zaten bildiği ayının ininden içeri süzülmüş ve elinde taşıdığı bıçağı ayının sırtına rast gele saplamaya başlamış ve biraz sonra ayı iyice halsizleşir yere yığılır. Ama Mehmet perişan olur. Ordan da beğini ağıla getirir Hatıç kadın ve oğlu Hasan’a derki: Oğlum davarı aşağı doğru ağızla, buban daştan düştü bu gün çiğdemlikte otlat sen malları.

Hasan “olur ana” der ve gider. Bu yıpranma Mehmedi çok halsiz kılar, emme Hatıç kadın onu iyi besler ve kısa sürede iyileşir, bu meyanda köylü de bu Mehmedin cesur hareketini duyar ve akın akın bakmaya giderler, dillere destan olur Mehmet tabi büyük bir iş başarmıştır.

 

MEHMET NASIL EFE OLUYOR?

Yıllar harpten çıkış yıllarıdır, herkes bir yol tutturmuş dağlarda efelik yapmakta… Esker kaçakları kol gezmekte, onlara yataklık edenler hayta geçinenler vardır. Birkaç tanesi de buna musallat olur, diğer ağılcılar dağdan köye inip de Mehmetler kalınca aç köpek fırın damı deler hesabı dağ eşkıyaları bunları sürekli rahatsız edip, ekmek, yağ, peynir hatta kesip yemek için mal bile istemekteler. Mehmet iyi bilir ki isteklerini yerine getirse istekler artacak, bunlara rest çekmeyi kafasına koyar. Onların ne kadar da yatakları olsa köylerde ancak bir iki kişi olur amma Mehmet’in her köyde her yerde seveni çoktur, başka köylerden birkaç arkadaşına durumu iletir ve irtibatlaşırlar, eşkıyaları bir araştırır ki üç kişiler; bu beş kişi bulur.

 

EŞKIYALAR AĞILI BASIYOR

Bir gece Mehmet de ağıldadır, eşkıyalardan biri gelip isteklerini sıralar ve der ki “Bizim isteklerimize hayır dersen sana ve çocuklarına yaşam haram olur.” İstediklerini alıp gider bir gün, iki gün, beş gün derken Mehmet arkadaşları ile kavilleşir. Eşkıyalar da artık Mehmet’ten korkmazlar ve üçü birden ağıla gelirler. Mehmet yine isteklerini verir ve arkadaşları ile anlaşmalarının işareti olan sözü bağırarak söyler. “Hadi güle güle eyi uykular, siz olmasanız ben burada nasıl irahat yaşarım” deyince ağıldan az yukarıya doğru giden eşkıyalar oturup Mehmet’ten aldıkları kuzuyu ateşe verip kızartırken Mehmet de hemen pusudaki arkadaşlarının yanına varır. Ateş bu eşkıyaları Mehmet ve arkadaşlarına tam hedef yapar ve üçü birden tam nişan alırlar ve anında seçtikleri adamlara ateş edip üçünü de kuzuyu yiyemeden öldürürler.

 

Mehmet yine de her şeyi iyi düşünür ve gidip karakola habar verir. Cendermeler gelir bakarlar üç tane ölü. Mehmet her gece ağılına gelip eşini, çocuklarını ve kendini irahatsız ettiklerini söyler. Zaten bütün civar köyler de şikâyetçidirler durumdan, devletin adamları tarafından da aranmaktadırlar. Ne öldürenler sorulur ne de ölülere sahip çıkılır. Eşkıyalar kendi belalarını kendileri bulmuştur. Allah’ın kanunun tecelli etmiştir. Mehmet artık civarda ve köyünde tanınmış, iyilik ve dürüstlük timsali bir kişi olarak, eşi Hatıç kadın da sevecenliği, iş bilirliği, hamaratlığı, misafirperverliği ile civarda kendilerinden söz ettirmişlerdir ve bu ağılda kalarak köyden dışarıda hayatlarını sürdürüp, ömürlerinin sonuna kadar tatlı ama maceralı bir hayat yaşamışlardır. Bunların da son evlatları gurbetlere giderek o canım ağılları boş bıraktılar ve davarların leziz et ve sütlerinden de eser kalmadı. Şimdi hepsi evlat ve torunlarına kilo ile süt alıp yemekteler. Allah ölenlere rahmet etsin, kalanlar ömürlü olsun. Saygı ile…