"Çatışma ve istikrarsızlığa dayalı bir sistem hayata geçiriliyor"

"Çatışma ve istikrarsızlığa dayalı bir sistem hayata geçiriliyor"

Yazar Yıldırım:- "Önümüzde iki yol var, ya teslimiyeti kabul edeceğiz ya bize özgü olanı güncelleyip yeniden ikame edeceğiz"- "Biz Türkler olarak bize özgü düşünme biçimini her geçen gün yitiriyoruz. Daha kötüsü bunu kendimize dert etmiyor, kaygılanmıyor,

İSTANBUL (AA) - ENES KAPLAN - "İslamcılığın İki Kurucusu", "Neoliberal İslamcılık", "Zamanın Ruhuna Karşı", "Türk Düşüncesinde İslam" ve "Anadolu'da İslam Ruhu" kitaplarının yazarı Ercan Yıldırım "Cendere" isimli yeni kitabını okuyucularla buluşturdu.

Yıldırım, kitabında 2011'den "Gezi"ye, "15 Temmuz"dan 16 Nisan sonrası Türkiye'sine siyasi ve fikri çerçeveden bakarken, aynı zamanda uzak ve yakın tarihimizin siyasi ve düşünce hayatına sık sık atıflarda bulunuyor. Kitabında aydınların dönüşümünden amorf sınıflara, yeni savaşlardan kapitalizmin yeni biçimlerine değin hayatı derinden etkileyen meseleleri derinlikli bir biçimde düşünmek için önemli bir imkan sağlayan Yıldırım, kitabından hareketle Türkiye'nin bugünkü meselelerine dair AA muhabirinin sorularını yanıtladı.

Bazı şehirlerde "Cendere Deresi" var. 2000'lerde popüler olan bir dizinin müziği de "Cendere", kitabınızın adının "Cendere" olmasının sebebi nedir?

Aslında kitabın adını verirken ne coğrafi ne popüler kültür unsurlarını göz önüne aldık. Zihnimizin bir köşesinde hep Müslümanlar olarak modernizmle düştüğümüz durumdan nasıl çıkabileceğimiz yer alıyor. Aydınlanma değerleri ve modernite Müslüman kimliğine öyle bir tesir etti ki bizler kendi kendimizi cendereye ittik. Üstün medeniyeti yine onun yöntemleriyle, tezleriyle aşabileceğimiz zannına kapıldık. Bu hala devam ediyor esasında. Bugün bizler kapitalizm dışı bir düzen kurmuş insanların torunları olarak, kapitalist küresel medeniyeti neredeyse mutlak addediyoruz, başka bir dünya rüyası içinde de değiliz. Halbuki bize devreden miras batı dışı bir nizamı kurabilme başarısı göstermişti. Önümüzde iki yol var, ya teslimiyeti kabul edeceğiz ya bize özgü olanı güncelleyip yeniden ikame edeceğiz.

Bu da bir cendere mi?

Tabii, elbette. Yani modernleşme, batılılaşma sürecimiz, ki buna esasen bizim dönemimizin yıkılması diyebiliriz, hep ikilemde kalmaya matuf fakat enteresan olan bu ikilemlerde biz yabancı olanı tercih etmekte ısrar ediyoruz. Kendi kendimizi cendereye alıyoruz da diyebiliriz.

Bir insan, bir toplum veya bir devlet kendine böyle bir kötülük yapmak ister mi?

Kuşkusuz yapmak istemez. Ne var ki bu zihniyet karmaşasında sarahaten bir yön arayışı içine giremiyoruz. Sebebi çok basit, acelecilik. Bir an önce üstün medeniyetin teknolojisini almak, hemencecik zengin olmak, anında gelişmiş bir toplum olmak istiyoruz. İşte burada asıl cendere ortaya çıkıyor. Batının üstünlüğünü getiren kapitalist ilişki biçimlerini bihakkın uygulayabilecek miyiz? Emperyalistlerin yöntemini alıp başka toplumları sömürgeleştirebilecek miyiz? Osmanlı buna hayır dedi.

- "Osmanlı-Türk düzeni kul hakkı yemeyi reddeder"

Nasıl?

Osmanlı, çok açık ve net biçimde kapitalist yeni dünya sisteminin kurallarını uygulamamakta direndi. Klasik Ortaçağ zihniyetinde feodal sistemi uygulamadı. Bu yüzden de kapitalizme geçişi sağlayamadı. Osmanlı-Türk düzeni kul hakkı yemeyi reddeder. Toprağı, malı, sermayeyi, parayı ve gücü bir kişinin, grubun tekeline bırakmaz. Osmanlı'da herşey devletindir, toprak köylüler arasında üleştirilir toprak zenginleri oluşmaz. Modern dönemde de sanayinin, imalatın, ticaretin yani burjuva sisteminin gereklerini yerine getirmedi. Bir veya bir kaç kişiye-aileye sanayiyi, ticareti, finansı, rantı teslim etmedi. Bunu İttihatçılar denedi milli ekonomiyle ama başarılamadı, batmaktan kurtulamadık. Bugün hala bunun sıkıntılarını çekiyoruz.

Cumhuriyet'e de intikal etti mi bu sistem?

Evet, milli ekonomi, bazı sayılı ailelerin zenginleştirilmesi ve devletin ihsanı sürdü fakat bu kompradorluğa kadar uzandı. Bu aileler, milli zenginlerimiz ülkeyi geliştirmekle değil yıllarca tenekeleri araba diye satmakla meşgul oldu. Montaj sanayisini, distribütörlüğü marifet bildik. Bugün de çok yoğun şekilde neoliberalizmin hizmet sektörünün taşeronluğunu yapıyoruz. Uluslararası finans medeniyetinin iktisadi zihniyetini en basit yorumuyla içselleştirmek istiyoruz. Yani cendere kendini yenileyerek sürüyor.

- "İdeolojilerin de distribütörleri var"

İdeolojiler için de benzer cümleler kurulabilir mi?

Türkiye'de ideolojilerin, düşüncenin kaderi herhangi bir teknolojik vasıtanınkinden farklı değil. İdeolojiler de yeni bir telefonun ve yazılımın çıkması, yeni versiyonlarının piyasaya sürülmesi gibi. Onların da distribütörleri var. Ülkemize getirip olduğu gibi ya da biraz milli ve yerli içerik katıp pazarlıyorlar. O nedenle yeni bir fikir, cendereden bizi çıkaracak görüş uç vermiyor, temeller atılmıyor.

Cumhuriyet döneminde ülkedeki her kesimden insanın Batıyla değerleri arasında kaldığı cendereden çıkış ne zaman olacak? Böyle bir ufuk var mı?

Batı değerleri kavramı çok afaki kalıyor. Bu eski yorum ve düşünme biçimini bırakmamız lazım. Önümüzde mücessem, somut, ciddi bir medeniyet var. Kapitalist dünya sistemi iktisattan düşünceye, iletişimden edebiyata kadar her alana nüfuz edebiliyor. Dünya sisteminin gücü gündelik hayatı belirleyebilme yeteneğinden geliyor. Bugün bir Tanzanyalıyla Danimarkalının, Fransızla bizlerin gündelik hayat pratikleri kadar hayattan beklentileri de benzeşiyor. Yüzeysel açıdan "Zengin olmayı hedefliyoruz" gibi tüketim-popüler kültür ürünü cümleler kurmak istemiyorum. Biz Türkler olarak bize özgü düşünme biçimini her geçen gün yitiriyoruz. Daha kötüsü bunu kendimize dert etmiyor, kaygılanmıyor, geleceğimizden korkmuyoruz. Dilimizle birlikte tükeniyoruz. Türk-ce düşünmeyi tasfiye ettik. AB standartlarına göre yaşama fikri sadece milli gelirin miktarını göstermiyor, aynı zamanda yeme içme düzeninden çalışma hayatına, dini algıdan aile hayatına kadar uzanıyor. Burada yeni cendereler devreye giriyor.

- "Hayat standardı kendi kültürünü dayatıyor"

Gündelik hayatta mı?

Gündelik hayat dediğimiz bizim büsbütün geleceğimizdir. Milli gelirimiz yükseldikçe boşanmalar da artıyor. Geçen haberlerde yer aldı, yüzde 80'e varmış boşanma oranları. Çocuk sahibi olma istatistiklerinde Batı normlarını yakaladık. İki çocuk demek durağanlık işaretidir. Bizim gibi toplumların gücü hala demografiye dayanır. Uyuşturucu meselesine dikkat ediniz. Uyuşturucu toplumun en alt kesimine kadar indi. Niçin? Çünkü çerez parasına sentetik uyuşturucu imal edebiliyor kapitalizm. Eski tip uyuşturucular çok pahalıdır. Üst ya da orta-üst sınıfı tehdit ederken bugün Anadolu çocukları, ortaokul yaşındakiler, fakirler bile bunlara ulaşabiliyor. Dünyada iyi ekonomiye sahip sayılı ülkelerden olmak istiyoruz ama o hayat standardı kendi kültürünü dayatıyor. Alın size cendere.

Yazıların önemli bir kısmı gazetelerde yayımlanmış. Günümüz gazetelerinin fikirle arası nasıl?

Arası yok. Yani gazetelerle fikir artık aynı yerde durmuyor. Gazeteler haber de vermiyor daha kötüsü. Araştırmacı gazetecilik diye bir olgu vardı, bu tür tarzlar da rafa kalktı. Ajans haberciliği dediğimiz tarza oturdu gazeteler. Ya aşırı yorumlar yapılıyor ya rutin haberler giriliyor. Bunun dışında da başta FETÖ (Fetullahçı Terör Örgütü) olmak üzere manipülatif haberler ve ona karşı yine temelleri sağlam olmayan, fikre dayanmayan, lümpen ağızla yapılan savunmalar var. Türkiye'de ideolojiler her dönem güçlü oldu. Hatta herkes kendi kampından saldırı ya da savunma yaptı ama maalesef içinde bulunduğumuz zamana kadar fikriyatın, estetiğin, üslubun olmadığı bir dönem matbuat hayatında yaşanmamıştır. Ulema-aydın kuşağından gelir bizde gazetecilik. Artık aydın ve gazeteciler hatta muhabirler bile yorum yazamıyor. "Trol kafalı" şahıslar, güvenlik uzmanları, saldırganlık güdüsü kuvvetli kişiler süreci yürütüyor.

Osmanlı’dan Cumhuriyet devrine intikal eden fikri akımların günümüzdeki halleri nasıl?

Akçuraoğlu Yusuf'un tasnifiyle "Üç Tarz-ı Siyaset" genel hatlarıyla varlığını sürdürüyor. İslamcılık, Milliyetçilik, Batıcılık farklı ve çatallaşan versiyonlarıyla bugün etkin. 27 Mayıs'tan sonra Milliyetçilik, Anadoluculuk, Türk - İslam sentezi, Turancılık, Ülkücülük gibi dallara ayrıldı. MHP-Ülkücülük sentezi milliyetçi düşüncede diğerlerini gündemden düşürdü, ihtimal dışına itti. Milliyetçilik cereyanlar içinde fikir adamı bakımından en zengin kaynaklardan biri ama bugün Ülkücülük dar bir alana hapsedildi. Batıcılık, Kemalizm, Liberalizm ve Sosyalizm ayaklarıyla dallanıp budaklandı. Hepsinin ortak kaygısı Türkiye'nin temel omurgasını değiştirmek, dönüştürmek. Malazgirt sonrasında netleşen Türk, İslam, Ehli Sünnet, gaza omurgası Batıcılığın düşmanı. Liberalizm-Sosyalizm bugünlerde milli ve yerli kavramları karşısında zayıfladı. Sosyalistler Kürtçülükten feminizme, örgütçülükten LGBTİ haklarına dek ne kadar temel omurgamız dışı gelişme varsa onları destekliyor. İslamcılık, siyasi hareket olmasının dışında tarikat ve cemaatler tarafından da temsil edilir. "27 Mayıs" sonrasında geleneksel tasavvuf birikimimiz epey geriletildi. Silsilesi olmayan tarikatlar ve epistemik cemaatler geleneksel hayatı devraldı. Mesiyanik düşünce dini alanı kapladı. Sonuçta ortaya "15 Temmuz" vakası çıktı.

- Şirketleşmeye dayalı cemaat algısı

O zaman hemen burada soralım. FETÖ'nün darbe girişimi Türkiye'de dini grupları, cemaatleri nasıl etkiledi ya da etkileyecek?

Belki bir silkinme, arınma, kendimize gelme imkanı bulabiliriz umudundaydım ama maalesef tümden ümidimi kaybettim. Düşünebiliyor musunuz? FETÖ'nün esinlendiği teolojik altyapı, itikadi zemin yani mesiyanik ve külte bağlı kontrol mekanizması pek çok dini grupta da var. Bunun daha da kötüsü FETÖ'nün boşluğunu doldurma gayretleri göze çarpıyor. Benzer hırsları gözlüyorum. Kariyer, para, güç ve şirketleşmeye dayalı dini cemaat algısı Türkiye'deki grupların büyük çoğunluğunu tesiri altına almış. Geleneksel dini hayat, Türkiye'de gündelik hayatın İslami yaşanması gibi amaçların ötesinde kamusal hayatta varolma, şirketleri büyütme, bunlardan daha tehlikelisi devlet organlarını, siyaseti kontrol etme iştahı kabardıkça kabarıyor. Geleneksel hayatta maddi dünyadan kaçıp tekkeye sığınan müridanın yerine kariyer ve maddi zenginlik için referans bekleyen bireyler geldi. Haliyle dini gruplar da züht, takva içinde iddiasız olmayı seçen müritleri değil, şirketleri büyütecek, gözü açık, çalışkan, maddi medeniyetin-kapitalist dünya sisteminin kodlarını çözen acar bireyleri tercih ediyor.

Peki, yakın gelecekte beklentiniz nedir?

Bir grubun, cemaatin, yapının devlet organizmasına tümden hakim olacağını zannettikleri müddetçe sadece dini cemaatlerin değil seküler kesimin de iflah olmayacağını düşünüyorum. Zannedildiğinin aksine bizde devlet, tabir biraz modern ama anlaşılsın diye söylüyorum, çok demokratik bir yapıdır, koalisyon şeklindedir. Osmanlı'da devleti padişahın çiftliği gibi gösteren Kemalist tarih algısı çok büyük kırılmalara, yanlışlara yol açtı. Ulema, seyfiye, bürokrasinin öteki unsurları, gaza aileleri hatta padişah sülalesi, padişahların anneleri bile iktidarda söz sahibi oldu. Bu hakikati bilerek hareket etmek gerekir. Dini gruplar hizmetlerini toplumun kılcallarına, sahih İslami düşünceyi yaymakla mükelleftir.

- "Anadolu irfanı bin yıllık omurgamızın adıdır"

FETÖ'nün darbe girişiminden sonra Anadolu irfanını gündeme getirdiniz. Bu ifade neleri içeriyor?

Evet, "15 Temmuz"un hemen ertesi hafta yazdığım yazıda darbeyi Anadolu irfanının durdurduğunu söyledim. Tabii buradaki irfan kavramını birileri yanlış yerlere sürükledi. İrfan bizde Batınilik değildir, milli karakterimizin adıdır. "Cendere" kitabında Anadolu irfanı kavramının ne olduğunu açıklayan yazılar var. "Mızraklı İlmihal", "Mevlid", "vahdet-i vücud", "Muhammediye"dir Anadolu irfanı. "Ya devlet başa ya kuzgun leşe", "nizam-ı alem", "şartlar olgunlaştığında" demektir. Soy, boy, etnik kaygılar gözetmeden önce İslam, vatan ve millet, diyebilmektir. Feraset, basiret, merhamet, şefkat, tevekkül, dua, teslimiyet kavramlarıdır. Sezgilerimiz, hislerimiz, düşünce birikimimiz burada etkilidir. Bu açıdan millilik de Anadolu irfanı ile benzeşir.

Anadolu irfanı, millilik bin yıllık omurgamızın Türk, İslam, ehli sünnet, gaza adıdır. "Gavura pabuç bırakmama", "15 Temmuz"da insanımızı tankların karşısına çıkardı. Birileri bu omurgayı zedelemek için ellerinden geleni yapıyor ama bu ülkeyi ayakta tutan ruh, İstiklal Harbi'nde yırtık çarıkla mevzilerini terk etmeyen irade hükmünü yürütüyor. "Gezi" olayları, Hendek Savaşları, "15 Temmuz" darbe girişimi, bu sağlam duvar, çelik çekirdek karşısında etkisiz kalıyor.

Türkiye 2013'ten bu yana bir türbülans içinde. Bunu sadece AK Parti karşıtlığı ifadesiyle açıklamak doğru mu?

Doğru değil. Tabii meseleyi sadece AK Parti ya da Cumhurbaşkanı Erdoğan özeline indirmek istiyorlar. Ona muhalefet etme kandırmacası içinde esasen Türkiye'ye karşı bir süreç işletiliyor. Bahsini ettiğim bin yıllık omurgamızı haşat etmek, bizi biz yapan değerleri, kimliğimizi dönüştürme niyetindeler. Türkiye'nin İslam alemine öncülük edecek tarihi potansiyelini, gücünü, iradesini kırmak, ortadan kaldırmak istiyorlar. Dünyada Batı dışı nizamı biz Türkler kurduk. Kapitalist dünya sistemine karşı çıkabilecek alt yapı ve milli karakter bizde var. Bu kaynakları kurutmak, bu gücü yok etmek istiyorlar. Biz Batı dışı bir dünyayı kurduk, yaşattık, yine yapabiliriz, yine bize özgü bir dünyayı yeşertebiliriz.

- "Aydın kavramı artık eskisi gibi değil"

Osmanlı'dan bu yana çokça tartışılan konulardan biri aydın meselesi. Siz de aydınları darbeler bağlamında ele alıyorsunuz. Günümüz kültürel göstergeleri içerisinde aydının rolünde çok ciddi bir aşınmadan söz edebilir miyiz?

Aydın modernitenin, kapitalist dünya sisteminin en önemli taşıyıcılarından biridir. Aydın, iletişim kanallarını kullanıyor ve aydın kavramı da artık eskisi gibi değil çoğul anlamlara ulaştı. Blog yazarları, sosyal medya kompetanları var. Instagram'da bile yönlendirme yapılabiliyor. Yani köşe yazarları, televizyon yorumcularından daha etkili, sosyal medyada sürüye katılıp galeyana gelmek. Darbe dediğiniz sadece klasik asker marifetiyle yapılan militarist müdahaleler değil, renkli darbeler, kamuoyu yönlendirmeleri, masum eylemler, televizyonlardaki temalar buna dahil. 2011 sonrasında biz aktif darbe kuşağının tam ortasındayız. Adeta darbe fırtınası içindeyiz, dinmek bilmiyor. Yeni gençlik kuşağı aydınlara gerek duymadan birtakım yönlendirmelere balıklama dalıyor. Bu açıdan klasik aydın bittiği gibi roller de genişledi. Sabit kalan tek husus ise modernliğin ajanlığını yapmak için durumdan vazife çıkaran çok geniş bir kitle var bu ülkede maalesef.

Yeni dönemde kurulmaya çalışılan siyasi ittifakların fikri karşılığı olur mu? Mesela yeniden bir sol İslam tartışması gündeme gelir mi?

16 Nisan'da Türkiye'de devrim gibi bir değişiklik oldu ve başkanlık sistemi geldi. Partiler, siyaset, taraflar yeni sisteme hemen uyum sağladı, kitlelerini domine etmenin, yeni ittifaklar kurmanın, yüzde 50+1'i alabilecek söylem-aday arayışına girdi. CHP'nin yürüyüşü adalet arayışından çok 2019 düzenine hazırlık fakat yeni sisteme eski alışkanlıklarla hazırlanıyorlar.

CHP zaten bu, kendini güncelleyebilme, yenileyebilme, millet bağına intibak edebilme kapasitesi yok. Huylu huyundan, varoluş şartlarından vazgeçemiyor. Marjinallerle, milletin yüzüne bakmayacağı kesimlerle ittifaklar yapıyor. Mühim olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın söylemi, dili ve siyaset tarzı. Milletin Erdoğan karizmasına itimadı hiç eksilmiyor fakat yeni kuşaklar için bunu söylemek zor. AK Parti döneminde doğan, kimliğini bulan gençler, maaşlı burjuvazi, kentli dindarlar "Gezi dili"ni, biraz da konforun etkisiyle sahiplenebiliyor.

2019 seçimlerinde milli ve yerli kavramları etkili olmakla birlikte daraltıcı angajmanlardan da kaçınmak gerekir. Talepler huzur, istikrar, ekonomik refahın ötesine taşınabiliyor. AK Parti'nin kendi getirdiği refah çıtasını yukarı taşıması gerekecek. Sol İslam tartışmaları "Gezi"de de gündeme geldi, geliyor. Adalet, TOKİ başlığı altında zaman zaman bunlar yapılıyor fakat bence belirleyici olan yeni gençlik olacak.

Gençlerin etkisini ciddi görüyorsunuz diyebilir miyiz?

Fazlasıyla. Çünkü bu gençlik 1990'ları hatta 2000'lerin ilk yıllarını görenlerden çok farklı. AK Parti iktidarına, standartlarına doğdu, neoliberal iktisat, neoliberal siyaset kanına girdi. Sürekli muhalif olanlar kadar, dindar, milliyetçi, muhafazakar, milli-yerli kimlikte olsalar bile dizginlenmek istemeyen huyları var. Bu, kuşak çatışmasının da ötesinde, "zihniyet çatışması". Değerlerle kedi gibi oynayabilen, kültürel dokuları küçümseyen, saygı kavramını kendi benliğinde kilitleyen, donduran gençlik var. Zaten "Hayır"cılar da "Gezi" diline sempati duyan İslami-milliyetçi-muhafazakar gençleri hedefliyor. "Gezi dili"ni kullanan dindar-muhafazakarlar ile İslami hassasiyetleri horlamayan "Gezi"ciler genişliyor. Belirleyici olan da bu "amorf" sınıf olacak.

- "'İdare-i maslahat'la cendereden çöküşe geçeriz"

2019 seçimlerine doğru çeşitli mevzilenmeler var. Süreç normal şartlar altında devam ederse, Türkiye'nin 2019 genel seçimlerinde cendereden çıkması mümkün olabilir mi? Ya da bunun için neleri öne çıkarmak gerekir?

2019, tarihi bir yönüyle cendereden çıkış için başlangıç olabilir ama uluslararası konjonktüre bağlı olarak kaoslara da muhatap olabilir. Zaten başkanlık sistemi tam da bölgemizdeki ve dünyadaki gelişmeler için faydalı olabilir.

Kitapta üzerinde durduğum konuların başında dünyadaki değişimler ve Birinci Dünya Savaşı imparatorlukları bitirdi, ulus devletleri hakim kıldı. İkinci Dünya Savaşı da yeni bir dünya sistemi ikame etti. İçinde bulunduğumuz yeni savaşlar ise ulus devletleri tüketip klan devletleri açacak gibi görünüyor. Yeni savaşlar, büyük devletlerin kendi coğrafyaları dışında, terör, operasyonlar, canlı bombalar, örgütler vasıtasıyla paylaşımını içerir. Biz bu sürecin tam ortasındayız. Irak ve Suriye'nin parçalanması, aşiret, etnik, klan esaslarına dayalı küçük devletçikleri doğuracak. Çatışmaların ve istikrarsızlığın sürekliliğine dayalı bir sistem hayata geçiriliyor, bu Türkiye’yi zorda bırakabilir.

Bu süreci nasıl atlatabiliriz?

Türkiye, millet, İslam bağını ve sevgisini tutkuya dönüştürerek, bize özgü olanı tesis edip, dirayetli davranarak, duygularımızın değil düşüncelerimizin atına binerek. Türkiye'de ideolojiler, siyasi ve fikri söylemler dönem dönem, konjonktüre bağlı olarak yükselip alçalabilir. Mesele tarihi birikimimizi ve kaynaklarımızı güncelleyebilmekte, bin yıllık omurga dediğim kökleri koruyup yenileyebilmekte. Yoksa tüm ideolojileri, düşünceleri, insan potansiyelini ortada birleştirip, statükoyu yenileyip "idare-i maslahat"la, günü geçirmekle cendereden çöküşe geçeriz.










AA

Kaynak:Haber Kaynağı