yazar-64
Cehalet ve Keramet Avcılığı
Cehaletin türlü tarifleri vardır. Genel anlamda belli bir tanımı olsa da aslında biraz daha özel alanlara indirgendiğinde cehaletle ilgili tariflerin görecelik kazanmaya başladığını görmek mümkündür. Örneğin okuma yazma bilmemek manasında bu sözü kullanırsak bu objektif bir tanım olur. Yani bu kelimeyi biz, bir konuda bilinmesi gereken o konuya dair teorik kaidelerden haberdar olmama şeklinde anlarsak bu herkes için geçerli bir tanımlama olur. “Ancak herkes bilmediğinin cahilidir.” Kaidesini göz ardı ederek inandığımız, kabullendiğimiz, birtakım göreceli şeyleri, başkaları başka şekilde bilip kabulleniyor. Ve biz bunlara dinlemeden peşin hükümlerle yaklaşıp karşı tarafın kabullendiklerini yine birtakım yüzeysel ifadelerle tanımlamaya – daha açık bir ifadeyle- yaftalamaya kalkıyorsak neye niçin ve hangi sebeple cahil denilmesi gerektiği konusu biraz daha karmaşık bir hal alıyor demektir.
Aslında her şeyden önce karşı tarafı dinleme ve kendi doğru bildiklerimizi sorgulama konusunda eksikliktedir bütün mesele. Bana göre cahilliğini bilmemek bizim için en büyük eksiklik olmakla beraber, bilmediğini bilmemek ve bildiğini zannettiği şeyin üzerinde ısrarla durup onu dayatarak kabullendirmeye çalışmak ve bu hasletleri kendinde –her insanda bu bir parça vardır ama- taşıyan insanlarla muhatap olmak da ayrı bir imtihan meselesidir. Bunu başımdan geçen bir hadiseyle ifade etmekte fayda mülahaza ediyorum.
Anlatmak istediğim meseleye gelmeden önce ünlü bir filozofun sözünü hatırlatarak yanlış bir anlaşılmaya sebep olmamak için kısa bir açıklamada bulunmak istiyorum. “Tanrı hadiselerle konuşur.” diyor büyük düşünür. Ben her şeyden önce, özde inancımın verdiği şeyleri vermeye çalışan bu ifadedeki manayı kabullenen bir insan olduğumu belirtmek istiyorum. Bu inancım birileri tarafından yadırganabilir ama insan inandığı şeylere kabullendiği şeylere, birilerine göre olup olmadığı için onlara inanıp onları kabullenmek zorunda da değildir.
Yakın çevreme ait iki insanın bulunduğu bir ortamda o ortamın en cahili olarak ben de yerimi almıştım. Bir sofrada idik. Üçümüzden biri ağzından ekmek kırıntısı düşürdü. Bir diğeri bu hadiseden “Biraz sonra misafir gelecek.” yorumunu çıkardı. Bu yorum halk arasında sıkça duyulan bir yorumdur. Ben meseleye haddimden tecavüz ederek biraz da hiddetlenerek karşı çıktım ve bu tip şeylere itibar etmenin yanlış olduğunu –kabul ediyorum.- biraz da yanlış bir üslupla dile getirmeye çalıştım. Bence irfanın sırrı cehalet karşısında tahammülde olmalıdır ki o da bende yok. Ama bu olay etrafında asıl anlatmak istediğim şey bu değil.
Buradaki hadise şunu göstermektedir. Her şeyden önce kainatta meydana gelen hiçbir olay veyahut olgu manasız değildir ve olamaz. Belki muayyen bir zamanda buna benzer-ağızdan ekmek kırıntısı düşürmeyi kast ediyorum- bir olay meydana gelmiş ve bu olayın ardından olaya muhatap olan kişinin kapısı çalmış ve misafiri gelmiş olabilir. Ama bu kişinin içinde bulunduğu durum o konuda ders çıkarması gereken bu hali gerektirmiş olabilir. Düşünürün dediği paralelde Allah, o kişiye böyle bir hadiseyle ders vermiş; onunla bu hadise vasıtasıyla konuşmuş olabilir. Daha sonra kişi bunu ibret namında etrafına anlatmış bu da halk arasında yayıla yayıla geçer bir kaide şeklinde algılanmış olabilir. Bize düşen aslında bu tip hadiselerin peşine düşmek değil, kerameti gaye edinip keramet avcılığına soyunmak yerine, görünen gerçekten yola çıkarak görünmeyeni akıl ve kalp ittifakı ile anlamak olmalıdır. Maalesef düşünmek, okumak, öğrenmeye çalışmak; bütün bunlar için de dinleme, karşı tarafın görüşlerine yer verme ve bizim yanılabilme ihtimalimizi göz önünde bulundurma gibi özelliklere sahip olmak, değilsek bile –başta kendime söylüyorum- bunlara kazanmaya çalışmak gereklidir. Dinlemeyi bilen ve tevazusu ile kendisini tanıyanların kalbinde yer bulan gönül ehli, ilim ve tefekkür abidesi mühim bir zatın sözünü burada mealen kullanmakta fayda mülahaza ediyorum. Bazen mecaz âvamın diline düşerse hakikat halini alır.
Velhasıl beni bir anda elektriklendiren bu hadisenin ardından o gün misafir falan gelmedi. Benim uyarılarıma karşı şiddetle kabullendiği şeyi savunmaya çalışan kişi, o tartışma esnasında bana “Senin inancın batıl” demişti. Başka bir zaman bana bu sözü söyleyen kişiye yine o kişinin söylediği bir söze karşı çıkan bir başkası “Senin bu söylediğini kabul etmiyorum; onlar batıl inanç” demişti de bu kişi ona: “Olsun bakalım benimki batıl olsun seninki de güney inanç” diye cevap vermişti. Yani bu kişi bana “Batıl düşünüyorsun.” Derken Batıl kelimesini “Batıya mensup; batı tesiri altında” diye biliyor bana karşı da bu sözü o manada kullanıyormuş. Ben bunu anlattığım bu ikinci hadisede anladım.
LEVHA
“Kesb ile tâ o kadar cehl olmaz
Cehlin ol mertebesi sehl olmaz.”
(Sait Paşa)