Haşim Akın
CENNETTE KOMŞU SEÇME ÖZGÜRLÜĞÜ
Bütün Müslümanlar cennete girmek ister. Kimsenin hayalinde cehennemin ateşinde yanmak yoktur. Hatta Müslümanlar Cennet hayallerini bir tık daha ileriye taşırlar ve Resulullah (SAV) ile komşu olmayı arzu ederler.
Bunu devri saadetten Resulullah’tan isteyenler olmuştu. Allah resulü (SAV) ona “secdeleri çoğaltarak kendisine yardımcı olma” görevi vermişti. Bu iş için bazı bedeller ödenmelidir. Fedakârlık yapmadan kazanılacak basit bir şey değil bu. Kutlu nebinin dizi dibinde olma, onun memnuniyetini kazanacak çok özel bir davranışta bulunması bile yardımcı olması şartını yok edememişti.
Biz hadisi şerifleri incelediğimizde cennette Resulullah (SAV) ile beraber olmanın imkânsız olmadığını anlıyoruz. Bunun için farklı zaman ve zeminlerde değişik yöntemler öğütlenmiş. Bunlardan birisinde anne baba hakkı önemli bir ibadet olarak gözümüze çarpıyor.
Hazreti Ayşe (RA) şöyle anlatır:
Bir gün Resulullah (SAV) şöyle buyurdu:
“Uyumuştum, kendimi cennette gördüm. Bir kimsenin sesini işittim, Kur’an okuyordu.
“Bu kimdir?” diye sordum. “Bu, Harise bin Nûmân’dır.” dediler.”
Bunu anlatan Efendimiz, sözlerine şöyle devam etti: “İyilik işte böyle olur, iyilik işte böyle olur!”
Rivayetin sonunda, Harise’yi (RA) bu mertebeye yükselten meziyetinin, annesine çok iyi davranması olduğu beyan edilerek, “O, annesine karşı en iyi davranan bir sahabe idi.” denilmektedir. (Ahmed, VI, 151-152; Hâkim, IV, 167)
Başka bir zaman da Allah resulü (SAV) “Ben ve yetime kol kanat geren kimse, Cennet’te böyle (yan yana) olacağız” (Buhârî, Talâk, 25) diye buyuracak ve mübarek iki parmağını birleştirerek yakınlığı işaretle anlatacaktır.
Tüm bunlardan anladığımız şu ki cennette Resulullah’a (SAV) komşu olabilmenin yolu bireysel ibadetlerden daha çok sosyal ibadet ve uygulamalara sarılmaktır. Zor olanın peşinde olmak belirleyici bir unsur olmaktadır. Yani bir kişinin kendi huzurunu bozup, rahatından fedakârlık yapması ve bir yetime kol kanat germesi, yetimin derdiyle dertlenmesi onu Resulullah’ın (SAV) hemen yanında konumlandıracaktır.
Asıl üzerinde durmak istediğimiz konu başka bir hadisi şeriftir. Bu hadisi şerifi ilk kez okuyunca insanın zihninde sanki bedavadan(!) Cennet dağıtılıyormuş gibi bir his oluşuyor. Cenneti, orada beraber olacağı kimseleri düşününce karşılığında verilmesi gereken eforun, yapılması gereken işin basit kaldığı gibi bir duygu oluşmaktadır.
“Sadık tüccar; peygamberler, sıddıklar ve şehitlerle beraberdir.” (Tirmizi, Buyû, 4). İlk anda ne kadar da kolaymış diyoruz. Ancak para kazanmanın, daha çok dünyaya sahip olmanın, bu yarışta yer edinmenin, kimseden geri kalmama hırsının ayyuka çıktığı bir dönemden bahsediyoruz. Sınırların yok edildiği, hırsın arttığı, az kazanmanın ve kandırmamanın ayıp sayıldığı bir dönemde dürüst bir tüccar olarak kalabilmek; zarar etme pahasına bile olsa inancından taviz vermemek, iman ve takvasından ödün vermeden “Allah’a kul” olabilmek ve kalabilmek hiç de kolay değildir.
Başkaları daha çok kazanırken, paranın ve menfaatin kendisini değiştirmesine müsaade etmeyen, zenginleşme uğruna değerlerinin tarumar olmasına izin vermeyen ve imanî bir direnişe sahip olanlar çok farklı makamları kazanıyormuş. Resulullah; (SAV) “Doğruluktan ayrılmayın. Muhakkak ki doğruluk iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğru olanı ararsa Allah katında ‘sıddîk’ (özü sözü bir olan kişi) olarak yazılır. Yalandan sakının! Çünkü yalan kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi yalan söyleyip yalanı araştıra araştıra Allah katında yalancı olarak yazılır.” (Müslim, Birr, 105)
Birçok ekonomik sıkıntıların yaşandığı günümüzde bu hadis-i Şerifleri daha iyi anlıyoruz. Çünkü gün içinde herhangi bir gerekçesi olmaksızın birkaç kez fiyatları değiştirebilen, “nasıl olsa yarın zam gelecek” diye bir gün önceden bu işlere başlayan, “ama diğerleri fiyatları değiştirmiş. Ben nasıl kazanacağım değilse?” diye birbirini azdıran bir ticaret toplumunun ahvali ve sonucu var bu hadisi şerifte. Hem de yemin ederek bunun maliyetini farklı fiyatlarla ifade eden, müşteriyi kandırabilmek için olmadık rollere bürünen birisi dünyada çok kazanmış gibi görülse de kaybettikleri için daha sonra üzülecektir.
Aldığı ve sattığının arasındaki dengeyi koruyabilen ve dürüstlüğünden taviz vermeyen Müslüman; sadece kendisine faydası olmuyor. Bu durum basit bir bireysel doğruluk hareketi değildir. Zira Endonezya'nın İslam diniyle tanışmasında böylesi dürüst bir tüccarın katkılarını hepimiz okumuşuzdur. Nefsini düşünmeyi ve bireysel kazancı aşarak “dürüst Müslüman, dürüst tüccar” örneğini sergileyen ve bu haliyle de tebliğin en güzelini yapan bir kimse nasıl komşu olmasın?
Bir yandan müjde verirken aynı Nebiyyi Muhterem, (SAV) diğer bir hadisi şerifte de aksi davranışta bulunanı tehdit ediyor. “…Bizi aldatan, bizden değildir.” (Müslim, İman, 164) Bir Müslümanı aldatmayı, kandırmayı, ona arızalı / defolu bir malın ayıbını gizleyerek satıvermeyi veya vaat ettiği ödeme vaktini unutmuş numarası ile istediği kadar esnetmeyi hemen yasaklıyor. Hadisi şerif bu davranışları yasaklamakla kalmıyor bu meşum fiilin sahibini de “bizden değildir” diye çizginin dışına bırakıyor.
Ahirette gideceğimiz yeri seçmek bize bağlı olduğu gibi, Cennette komşumuzu seçmek de bizim elimizdeymiş. Sorular çok da zor değil. Başarılamayacak ve “Kaf dağının arkasındaki Zümrüdü Anka kuşunun kanadına dokunmak” gibi uçuk teklif ve şartlar da yok.
Ya Rabbi! Bizleri nebilerinin yolundan ve komşuluğundan ayırma…