Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi hesaba katmayan hiçbir planın hayata geçmesi mümkün değildir

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın: Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi hesaba katmayan hiçbir planın hayata geçmesi mümkün değildir

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, "Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi hesaba katmayan hiçbir planın hayata geçmesi mümkün değildir." dedi.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde yapılan Kabine Toplantısı devam ederken açıklamalarda bulundu, soruları yanıtladı.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, "Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi hesaba katmayan hiçbir planın hayata geçmesi mümkün değildir." dedi.

Yılın son Kabine Toplantısı'nı gerçekleştirdiklerini belirten Kalın, bu vesileyle toplantıda 2019'la ilgili bir genel değerlendirme yapıldığını söyledi. 

Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın takdim konuşmasında, 2020 Bütçesi'nin tamamlanmış olmasından duyduğu memnuniyeti ifade ettiğini ve hayırlı olması temennisinde bulunduğunu belirtti. 

İç ve dış gelişmelerin ardı ardına yaşandığı yoğun bir yılı geride bıraktıklarını ifade eden Kalın, "Genel olarak bakıldığında bölgemizdeki terör tehdidinin devam ettiğini, özellikle Suriye sahasında karşımıza çıkan çeşitli sınamalar noktasında attığımız adımların netice vermeye başladığını da bu vesileyle ifade etmek isterim. Bütün bu meydan okumalara karşı kararlı bir şekilde devlet-millet bütünlüğü içerisinde çalışmalarımızı da yoğun bir şekilde devam ettireceğiz." dedi. 

Özellikle Suriye ve Libya'daki konuların gündemlerini yoğun şekilde işgal etmeyi sürdürdüğünü dile getiren Kalın, bu çerçevede toplantıda Milli Savunma Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığının sunumları olduğunu aktardı. 

Kalın, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının da enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi, millileştirilmesi ve öngörülebilir bir piyasa oluşturulması konusunda kapsamlı bir sunum yaptığını söyledi. 

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Cenevre'de Küresel Mülteci Forumu'na katıldığını hatırlatan Kalın, "Oradan da Malezya'da Kuala Lumpur Zirvesi'ne katılıp diğer üç ülke ile birlikte devlet başkanı ile birlikte Cumhurbaşkanımızın orada İslam dünyasının temel sorunlarıyla ilgili değerlendirmeleri oldu." diye konuştu. 

Erdoğan'ın, İngiltere Başbakanı Boris Johnson ile bugün bir telefon görüşmesi gerçekleştirdiğini belirten Kalın, "Burada hem Sayın Cumhurbaşkanımız tebriklerini sözlü olarak ifade ettiler hem de ikili ilişkilerimiz bağlamında bundan sonra atacağımız adımlar konusunda görüş teatisinde bulundular. İngiliz tarafının, Türkiye ile ilişkilerine özellikle Brexit süreci ve sonrasında giderek daha fazla önem atfettiğini de ifade edebilirim. Bunu her vesile ile zaten dile getiriyorlardı, dolayısıyla Brexit süreci tamamlandıktan sonra da Türkiye-İngiltere ilişkilerinin ticari alanda, iktisadi alanda, güvenlik alanında, savunma sanayi iş birliği alanlarında yoğunlaşarak devam edeceğini ifade edebilirim." dedi. 

"İdlib'deki durum kritik bir şekilde devam ediyor"
Hem Fırat'ın doğusunda hem de İdlib'de yaşanan gelişmelerin toplantının önemli konu başlıkları arasında yer aldığını söyleyen Kalın, şöyle devam etti:

"Öncelikle İdlib'deki durum kritik bir şekilde devam ediyor. Burada bildiğiniz gibi geçen yıl 4 ülke ile varılan bir mutabakat vardı. Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında İstanbul'da yapılan bir toplantıda Türkiye-Almanya-Fransa ve Rusya Federasyonu olarak bir İdlib Mutabakatı Anlaşması yapılmıştı. Uzun müzakereler sonucunda bu anlaşmaya Rusya tarafı da onay vermişti ve bu geçtiğimiz yıl içerisinde büyük oranda uygulandı. Ara ara rejimin ihlalleri ile bu konu tekrar gündeme geldi, en son geçtiğimiz ağustos ayında bir ateşkes daha yapıldı ve bu ateşkes çerçevesinde de İdlib'deki durumun nispeten daha sakin korunması için adımlar atılmaya devam edildi." 

Türkiye'nin bölgede 12 askeri gözlem noktası bulunduğunu hatırlatan Kalın, "Onlar öncelikle oradaki hem çatışmasızlık anlaşmasını yani İdlib Mutabakatı'nı gözlemliyorlar hem de oradaki sivillerin güvenliğini sağlamak için tedbirler alıyorlar. Fakat son dönemde, özellikle son haftalarda İdlib'de rejim ihlallerinin giderek arttığını görüyoruz." dedi. 

Bu konuda Rusya tarafına da net bir mesaj ilettiklerini söyleyen Kalın, şunları kaydetti:

"Sayın Cumhurbaşkanımız Cenevre'de Sayın Putin ile yaptığı telefon görüşmesinde bir ateşkes yapılması gerektiğini ifade etti fakat bugüne kadar maalesef bununla ilgili somut bir adım atılmadı. Dün bildiğiniz gibi bir heyetimiz Moskova'daydı, onlar da görüşmelerini yaptılar, orada bize önümüzdeki 24 saat içerisinde, yani şu anda içinde bulunduğumuz bu saatler içerisinde çatışmaların durdurulması, yani rejimin saldırılarının doldurulması konusunda bir çaba içerisinde olacaklarını ifade ettiler heyetimize. Şu anda biz bu saldırıların durmasıyla ilgili süreci yakından takip ediyoruz ve bu saldırıların bir an önce durmasını ve bunun da yeni bir ateşkes ile takvimi belli, çerçevesi belli hayata geçirilmesini bekliyoruz. Bizim Rus tarafından da temel beklentimiz budur. Aksi halde hem İdlib Mutabakatı ihlal edilmiş olacak hem de yeni bir insani kriz ortaya çıkacak hem Türkiye'ye dönük yeni bir göç dalgası ortaya çıkacak hem de orada rejimin girmesi halinde yeni sivil katliamlar yaşanacak." 

"Rus tarafı daha büyük bir sorumluluk sahibi"
Bu durumun siyasi süreci tamamen sabote edecek sonuçlarının da olacağına dikkati çeken Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Dolayısıyla konunun ehemmiyetini kavramak ve ifade etmek açısından bu hususun altını özellikle çizmek istiyoruz. İdlib'deki sorun sadece Türkiye'nin sorunu değildir, aynı zamanda uluslararası toplumun sorunudur. Bu konuda biz de mevkidaşlarımızla, muhataplarımızla yaptığımız görüşmelerde mutabakatın korunması, sivillerin korunması ve siyasi sürecin hayata geçirilmesi ve devam ettirilmesi için de gerekli adımları atmalarını, üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmelerini söylüyoruz. Bu telkinlerimize bundan sonra da devam edeceğiz ama burada özellikle Rus tarafının daha büyük bir sorumluluk sahibi olduğunu hatırlatmakta fayda görüyoruz." 

"YPG/PYD terörizmi hiç ara vermeden devam ediyor"
Fırat'ın doğusunda da bir sürecin devam ettiğini, Barış Pınarı Harekatı ile birlikte Rasulayn ve Telabyad bölgesinde oluşturdukları güvenli hat içerisinde nispeten sakin, istikrarlı bir barış ortamı olduğunu söyleyebileceklerini belirten Kalın, "Fakat bu bölgelerde de YPG/PYD terörizmi hiç ara vermeden devam ediyor. Bu terörist faaliyetler bazen sivillere dönük saldırılar şeklinde olabiliyor, bazen çıktıkları yerlere geri gelme şeklinde olabiliyor. Bu terörist örgüt ana kimliğini değiştirmedi, bundan sonra da değiştirmeyecek." dedi. 

Kendilerine "PYD'yi, YPG'yi PKK'dan ayrıştıralım, onlar siyasi bir hareket olarak devam etsin, Suriye merkezli bir oluşum olarak devam etsin" şeklinde tekliflerle gelindiğini anlatan Kalın, şunları kaydetti:

"Biz bu örgütün gerçek karakterini bildiğimiz için bunun mümkün olmayacağını, muhal ile iştigal etmenin de lüzumsuz bir şey olduğunu, vakit kaybından başka bir şey olmayacağını ifade ettik. Nitekim bugün yaşanan gelişmeler de, işte daha dün bir saldırı daha oldu biliyorsunuz, bu görüşümüzün ne kadar haklı olduğunu bir kez daha teyit etti. Şimdi bu çerçevede zaman zaman Amerika Birleşik Devletleri'nin zaman zaman Rusya Federasyonu'nun YPG/PYD terör örgütü ile çeşitli biçimlerde ilişkiye girdiğini, onları desteklediğini, yönlendirdiğini askeri birlikler kurduklarını, belli bölgelere getirip götürdüklerini gözlemliyoruz. Bu konuda da çok net bir şekilde şunu ifade etmek istiyoruz; bu terör örgütü ile girilen her tür angajman teröre verilmiş doğrudan ya da dolaylı bir destektir ve bu tür faaliyetler devam ederse ve bizim sınırlarımıza dönük bir hareketlilik olursa Türkiye olarak bunların karşısında duracağımızı net bir şekilde ifade etmek istiyoruz. 

Zaman zaman başka ülkelerin, bazı Körfez ülkelerinin de buradaki Ferhat Abdi Şahin adlı Mazlum Kobani kod adlı terör örgütünün elebaşlarından birisi ile çeşitli görüşmeler yaptıklarını, onu Türkiye'ye karşı kullanmak için bir arayışın içerisinde olduklarını da görüyoruz, bunu da not ediyoruz. Bunların da karşılıksız kalmayacağını açık bir şekilde ifade etmek isteriz."

"Uluslararası toplum milli hesaplarından önce Suriye halkını öne koymalı"
Kalın, Suriye'de yaklaşık 9 yıldır devam eden savaşın sona ermesi için herkesin terörle mücadele konusunda net bir tavrının olması gerektiğini vurgulayarak, şöyle konuştu:

"Suriye'nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği konusunda da tavizsiz bir tutum içerisinde olması gerekiyor. Rejimin ihlalleri, rejime destek veren ülkelerin bu konudaki tavırları, tutumları bundan sonraki süreci de belirlemeye devam edecektir. Dolayısıyla bu mesele daha önce de ifade ettik göç meselesi olsun, siyasi sürecin ilerletilmesi olsun sadece Türkiye'nin sorumluluğunda olan bir mesele değildir. Uluslararası toplum bu konuda samimi ve ciddi ise üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeli ve bu süreçte kendi küçük milli hesaplarından önce Suriye halkını öne koymalı, Suriye halkının barış, selamet ve huzuru için bir çaba içerisinde olmalıdır. Bu hususu da özellikle vurgulamak istiyorum. Zira önümüzdeki haftalarda bu konuda birtakım kritik gelişmeler, görüşmeler, ziyaretler de olacak." 

"Bu zor günlerde biz Libya halkını kendi başına bırakamayız"
Uluslararası toplumun ve Birleşmiş Milletler'in (BM) tanıdığı Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti'ne karşı Hafter güçlerinin yönettiği saldırıların, nisan ayından beri fasılasız sürdüğüne değinen Kalın, şöyle konuştu:

"Muhataplarımızla bir araya geldiğimizde, Libya'da ancak siyasi bir çözümün mümkün olabileceğini, askeri gücü çözümün söz konusu olmadığını ifade ediyorlar. Fakat bakıyorsunuz farklı ülkeler, farklı şekillerde Hafter tarafına yani meşru hükümeti hedef alan kanada birtakım askeri destekler vermeye siyasi ve parasal destekler vermeye devam ediyorlar. Bildiğiniz gibi Birleşmiş Milletler çatısı altında bir Berlin süreci devam ediyor şu anda, bir Libya siyasi mutabakatı çerçevesinde sorunun askeri yöntemlere başvurmadan çözülmesi için bir süreç yürütülüyor. Biz de bu sürecin bir parçasıyız."

Ocak ayında yapılacak toplantıda, şartların olgunlaşması halinde BM çatısı altında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın liderler düzeyinde zirveye katılmasının öngörüldüğünü anlatan Kalın, "Bu zirve ile ilgili hazırlıklar devam ederken, ocak ayının 2 ya da 3'üncü haftası yapılması planlanıyor." dedi. 

Hafter'e daha fazla silah, asker göndermenin, paralı asker ve Wagner şirketi vesaire gibi paravan örgütler ya da şirketler üzerinden askeri destek vermenin, bu süreci sabote etmek anlamına geleceğine dikkati çeken Kalın, "Burada uluslararası toplumun Hafter'e çok net bir mesaj vermesi gerekiyor. Hafter'in bu saldırılarını derhal durdurulması gerekiyor. Aksi halde Trablus'ta Misrata'da Sirt'de ve Libya'nın diğer bölgelerinde çok daha kanlı bir iç savaşın yaşanması kaçınılmaz hale gelecektir. Biz burada uluslararası toplumun da tanıdığı meşru hükümetin yanında yer almaya ve onlara gerekli desteği vermeye devam edeceğiz. Bu zor günlerde biz Libya halkını tabii ki kendi başına bırakamayız" ifadelerini kullandı. 

Kalın, bu çerçevede 27 Kasım'da Libya Meşru Hükümeti ile Güvenlik ve Askeri İşbirliği Anlaşması ve Deniz Yetki Alanları ve Kıta Sahanlığı Anlaşmasını imzaladıklarını hatırlattı.

Bu, iki anlaşmadan da büyük rahatsızlık duyan çevreler olduğuna dikkati çeken Kalın, şöyle devam etti:

"Halen tepkilerden bu anlaşmanın, estirdiği rüzgarın ya da kaldırdığı dalganın boyutlarını görmek mümkün. Bunu anlamakta bazen zorlanıyoruz. Yani başka ülkeler Libya'yla ya da Libya başka ülkelerle bu tür ikili anlaşmalar yaptığında bu sert tepkiyi göstermeyen çevrelerin, Türkiye bu anlaşmayı yaptığında böyle bir tavır içerisine girmesi anlaşılabilir bir şey değil. İki egemen ülke arasında imzalanmış bir anlaşmadan bahsediyoruz. Üçüncü ülkelere tehdit teşkil etmeyen bir karşılıklı güven, iş birliği, askeri eğitim anlaşmasından bahsediyoruz. Ama kopartılan gürültüye baktığınızda işte 'Türkiye Libya girecek', 'Libya'yı işgal edecek', 'Oradaki barış sürecini sabote edecek' gibi birtakım haksız ithamların, iddiaların ortaya atıldığını görüyoruz. Bunların hangi çevrelerden geldiğini tahmin etmek zor değil. Bunları da sizin, kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Ama hem Askeri Güvenlik ve İşbirliği Anlaşması hem de Deniz Yetki Alanları Anlaşması öncelikle kendi ulusal çıkarlarımızı bir kazan-kazan perspektifinden Libya ile birlikte teminat altına alma çabasının sonucudur."

"Anlaşmaların üçüncü tarafları rahatsız edecek bir boyutu normalde yok"
Türkiye kadar Libya tarafının da burada kazançlı olduğunun altını çizen Kalın, "Özellikle bu deniz yetki alanları konusunda Doğu Akdeniz'de yapılacak sismik araştırmalar, bulunan enerji kaynaklarının çıkartılması işletilmesi paylaşılması konularında Libya ile son derece şeffaf, kuralları, kanunu, çerçevesi belli olan bir anlaşma yaptık. Dolayısıyla bunun yine üçüncü tarafları rahatsız edecek bir boyutu normalde yok." diye konuştu. 

Kalın, Doğu Akdeniz'de Mısır, İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan gibi başka ülkelerin dörtlü bir araya gelip Türkiye'yi tamamen dışarıda bırakarak, kendi aralarında birtakım toplantılar, anlaşmalar yaptıklarında, projeler geliştirdiklerinde bunlara kimsenin tepki vermediğini anlattı. 

"East-Med" diye Türkiye'yi bypass eden bir boru hattından bahsedildiğine değinen Kalın, "Ekonomik, finansal olarak son derece irrasyonel, pahalı, uygulaması neredeyse imkansız olan bir projeyi sadece Türkiye'yi dışarıda bırakmak için bir müddettir değerlendiriyorlar ama bunun ekonomik olarak fizibıl olmadığını gördükleri için de bir türlü adım da atamıyorlar. Bütün bu süreç yaklaşık bir yıldır devam ediyor." dedi.

"Türkiye'nin yaptığı anlaşmanın meşruiyetini sorgulamak da kimsenin haddine değil"
Kalın, bunlar yaşanırken, Türkiye'nin Libya ile anlaşma yaptığı anda "Türkiye'nin uluslararası hukuka aykırı hareket ettiği"ne dair birtakım iddiaların dile getirildiğine işaret ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: 

"Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi hesaba katmayan hiçbir planın hayata geçmesi mümkün değildir. Aslında bu bizim Libya'yla geçtiğimiz 10 yılda yaptığımız birçok anlaşmanın mütemmim cüzlerinden birisidir. Devlette süreklilik esastır. Kaddafi döneminde de yapılmış anlaşmalar vardı. Şimdi bu hükümetle de yapılan iki anlaşma var. Bu hükümetin başka ülkelerle yaptığı, İtalya, Fransa ile yaptığı başka anlaşmalar da var. Kimse onların meşruiyetini sorgulamazken, Türkiye'nin yaptığı anlaşmanın meşruiyetini sorgulamak da kimsenin haddine değil. Ama genel bir prensip olarak Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi dışarıda bırakarak orada bir barış, huzur ve istikrar ortamının tesis edilemeyeceğini de herkesin bilmesi gerekiyor." 

"Türkiye'nin güvenliği Misak-ı Milli sınırları ötesinde başlıyor"
Zaman zaman dile getirilen "Türkiye buralara niye giriyor, niye taraf tutuyor" gibi eleştirileri de anlamak da zorlandıklarını belirten Kalın, Türkiye Cumhuriyeti tarihini bilen herkesin çok açık ve net bir şekilde görebileceği gibi Türkiye'nin güvenliğinin Misak-ı Milli sınırları ötesinde başladığını belirtti. 

Kalın, şunları kaydetti:

"Türkiye Cumhuriyeti'nin dört bir tarafını güvence altına alacaksak, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının barış, güven, huzur ve istikrar içinde yaşamasını teminat altına alacaksak, ki devlet olarak bizim bir görevimiz önceliğimiz budur, bu güvenlik çemberini çok daha geniş bir ağda çizmek zorundayız. O yüzden Libya'da olup bitenler bizi ilgilendirir. Suriye'de olup bitenler, Irak'ta olup bitenler Balkanlar'da, İran'da, Afganistan'da, Kafkaslar'da yani çevremizde olup biten hadiselere bizim bigane kalmamız, duyarsız kalmamız elbette mümkün değil. Attığımız adımları da biz hiçbir zaman tek taraflı, emperyalist birtakım güdülerle, saiklerle atmıyoruz. Sürekli karşı tarafta görüşerek, eşit aktör muamelesi yaparak, kazan-kazan ilkesine dayalı ilişkiler geliştiriyoruz."

Kalın, bunu Irak'la İran'la ve diğer bütün komşu ülkelerle yaptıklarını anımsatarak, "Burada da sahada ve masada güçlü olmak Türkiye açısından bir tercih değil, bir zorunluluktur. Dolayısıyla Libya konusunu da bundan sonra biz yakın bir şekilde izlemeye devam edeceğiz. Suriye'deki gelişmeleri de yakın bir şekilde izlemeye devam edeceğiz. Umarız 2020 yılı hem bu çatışma bölgelerinde hem de geniş coğrafyamızda, Balkanlar'da Kafkaslar'da Kuzey Afrika'da İslam dünyasında ve bütün dünyada, barışın huzurun hakim olduğu bir yıl olur." değerlendirmesinde bulundu. 

"Oradaki sıcak gelişmelere bağlı olarak böyle bir tezkere ihtiyacı doğabilir"
Gazetecilerin sorularını da yapıtlayan Kalın, 3600 ek göstergeye ilişkin çalışmaların hangi durumda olduğuna ilişkin soru üzerine bu toplantıda 3600 ek gösterge konusunun gündeme gelmediğini belirtti. 

Bir gazetecinin, Libya Mutabakatı çerçevesinde Meclis'in bir yetki tezkeresi hazırladığını belirterek, "Bu çerçevede Mehmetçik, oradaki operasyonlara girecek mi yoksa Libya'daki askerlere eğitim için mi orada olacak?" şekindeki sorusuna ise bunun Meclisin uhdesinde olduğunu belirtti. 

Kalın, Lübnan, Afganistan, Irak gibi diğer yerlere asker gönderme konusunda Meclisin bir yetkilendirme yapması gerektiğini anımsatarak, şunları kaydetti: 

"Oradaki sıcak gelişmelere bağlı olarak böyle bir tezkere ihtiyacı doğabilir. Mecliste bununla ilgili bir çalışma yürütüyor. Tezkerenin içeriği hakkında şu anda benim bir şey söylemem doğru olmaz, bu Meclisin yetkisinde. O ihtiyaçlara göre yapılan anlaşma çerçevesinde şekillenecek bir tezkere. Tabii biz prensip olarak meşru uluslararası toplumun tanıdığı Libya hükümetinin ve Libya halkının yanında olmaya devam edeceğiz. Bunun gerektirdiği adımları da atmaktan sarfınazar etmeyiz. Bu askeri eğitim şeklinde olabilir, bu başka alanlarda destek şeklinde olabilir, siyasi destek şeklinde olabilir."

Kalın, Libya'da iç çatışmalar devam ederken, Kaddafi dönemi ve hemen sonrasında da orada birçok tahliye harekatı yaptıklarını anımsatarak, "Yaralıları getirdik, burada eğittik. Bizim orada geniş bir alana yayılan ilişkilerimiz var, ekonomik ilişkilerimiz var. Yıllarca Türk firmaları oralarda çok önemli ve müteahhitlik projelerine imza attılar. Dönem dönem işte borç, harç meseleleri oldu, paralarını alamadılar, dönem dönem bunlar halledildi. Şu anda da mevcut şartları dikkate aldığınız zaman Libya gibi, yani çatışmaların halen devam ettiği, devlet otoritesinin henüz tam manasıyla kurulmadığı bir ortamda bile iyi, kötü ilişkiler ekonomik anlamda da devam ediyor. Dolayısıyla burada Libya halkının barış, huzur ve refahını sağlayacak gerekli adımları neyse onları atma konusunda da biz tabii ki Meclisle de yakın bir şekilde çalışmaya devam edeceğiz."

Bir basın mensubunun, "7 Aralık'ta yürürlüğe giren değerli konut vergisine ilişkin bazı rahatsızlıklar dile getirildi. Yeniden bir düzenleme yapılması söz konusu olacak mı? sorusu üzerine Kalın, değerli konut vergisi ile ilgili Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın bir değerlendirmesinin olduğunu, bununla ilgili çeşitli kurumlardan da değerlendirmeler aldığını ve bir çalışma yapılması talimatını da verdiğini kaydetti.

Gelecek günlerde bir çalışma yapılacağını belirten Kalın, "Bu konu ile ilgili bir yıllık erteleme söz konusu olabilir ama yapılacak çalışma tekemmül ettirildikten sonra Cumhurbaşkanımıza arz edilecek ondan sonra tam müteşekkil bir şekilde ortaya çıktıktan sonra bunun üzerinde bir karar verilecek ama bu gelen değerlendirmeleri, eleştirileri, çağrıları dikkate aldığımızı ifade etmek isteriz. Bununla ilgili Cumhurbaşkanımızın talimatı ile bir çalışma şu anda başlatılmış durumda." diye konuştu.

"Kongredeki Türkiye karşıtı havanın, ilişkilere hiçbir faydası yok"
"Türkiye'ye yaptırımlar noktasında ABD Başkanı Donald Trump'ın Kongreye rapor gönderdiği bilgisi var, bu yaptırımların Türkiye'yi Rusya'ya daha da yakınlaştıracağı, Halk Bankasına yaptırımın gereksiz olduğu yönünde. Türkiye'nin değerlendirmesi ne olacak?" sorusu üzerine Kalın, Kongreden çıkması muhtemel Amerikan yaptırımlarıyla ilgili olarak Trump yönetiminin değerlendirmelerini prensipte olumlu bulduklarını belirtti.

Trump'ın Türkiye'yi önemseyen bir devlet başkanı, Türkiye'yi Amerika'nın kaybetmemesi gerektiğini bilen bir lider olduğunu aktaran Kalın, "Fakat içinde bulunduğu şartlar, Kongre'den gelen baskı bazen kendi devlet yapısı Pentagon ve onun değişik kolları yani güvenlik bürokrasisinden, zaman zaman istihbarat bürokrasisinden gelen baskılar kamuoyundan, medyadan ve başka yerlerden gelen baskılar ve şu anda Amerika'da özellikle Kongre merkezli son derece Türkiye karşıtı irrasyonel bir havanın oluşmasına neden olmuş durumda." ifadesini kullandı.

Temsilciler Meclisinden henüz bağlayıcılığı olmayan yaptırımlarla ilgili bir tasarının, Ermeni meselesi ile ilgili birtakım tasarıların geçtiğini hatırlatan Kalın, ocak ayı içerisinde de yeni bir yaptırım tasarısından ya da bunun geçirilmesi ile ilgili çalışmalardan bahsedildiğini, bunları yakından takip ettiklerini aktardı.

Tasarıya bakıldığında kendi içinde bütünlüğü bulunmayan, merkezinde sadece Türkiye karşıtlığı olan bir yaklaşımın olduğunu dile getiren Kalın, "Bunun içinde S-400'ler, F-35'ler, Türk Akımı, Doğu Akdeniz, Güney Kıbrıs Rum Kesimi'ne silah ambargosunun kaldırılması var ve başka birçok madde. Buraya baktığınız zaman artık meselenin bir S-400 meselesi olmadığı, konunun çok başka bir yere kaydırıldığı görülüyor. Kongredeki bu Türkiye karşıtı havanın Türk-Amerikan ilişkilerine hiçbir faydasının olmadığını bir defa daha ifade etmek istiyoruz." değerlendirmesini yaptı.

"Türkiye'yi yaptırımlarla, tehditlerle korkutamayacaklarını bilmeleri gerekir"
Kongre üyelerinin Türkiye konusunda yeterli bilgiye sahip olmadığını, yanlı ve taraflı kaynaklardan beslenildiğini anlatan Kalın, üyeleri sürekli bilgilendirdiklerini söyledi.

Orada adeta bir duvar örüldüğünü, Türkiye karşıtlığı üzerinden Amerikan iç siyasetinde bir alan oluştuğunu belirten Kalın, Türkiye'nin bazı Kongre üyelerinin özellikle Trump ile yürüttükleri siyasi kavganın bir parçası haline getirildiğine dikkati çekti.

Trump yönetiminin azil süreciyle ilgili sıkıntılı bir dönemden geçtiğini ama büyük fotoğrafa bakıldığı zaman Trump'ın Türkiye'nin önemini takdir eden bir durumda olduğunu vurgulayan Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Trump ile yaptığı ikili görüşmelerde de heyetlerarası görüşmelerde de bu konunun sıkça dile getirildiğini aktardı.

Erdoğan'ın, Japonya'da G20 toplantısında kameraların önünde bu yaptırımların faydasının olmayacağını, Türk-Amerikan ilişkilerine bir katkı sağlamayacağını, 100 milyar dolarlık ticaret hedefine ulaşmanın önünde bir engel olacağını açıkça ifade ettiğini hatırlatan Kalın, sözlerini şöyle sürdürdü:

"Amerikan sisteminin kendi şartları içerisinde (Trump) bu görüşünü ne kadar hayata geçirebilecek, bu yaptırımları ne kadar engelleyebilecek yahut sınırlandırabilecek bunu da göreceğiz. Ama buradan tekrar Kongreye bir çağrı yapmak isterim; yaptırım diliyle, tehditlerle Türkiye'ye karşı bir tutum içinde olmalarının kimseye faydası olmaz. Türkiye'yi yaptırım diliyle tırnak içinde hizaya getirmek gibi beyhude çabanın içerisinde olmasınlar.

Türkiye gibi NATO müttefiki son derece önemli bir dostlarını, müttefiklerini bu tür tavırlarla, yaptırımlarla, tehditlerle korkutamayacaklarını bilmeleri gerekir. Türkiye, inandığı temel milli meselelerinde kendi milli çıkarlarını korumak için gerekli bütün adımları atmaya devam edecektir."

"Türkiye alternatifsiz değildir"
Kalın, Amerikan tarafına S-400 konusunda, ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Robert O'Brien ile yapılan görüşmelerde birçok teklif götürüldüğünü belirterek, "Bir heyet kuralım, isterseniz NATO şemsiyesi altında olsun isterseniz ikili olsun. Bu konuları teknik olarak konuşalım, dile getirdiğiniz endişeleri izale edecek birtakım adımları birlikte atalım. Üçüncü tarafları da katalım, onlar bir anlamda gözlemcilik yapsınlar, tarafsız bir şekilde gözlemlesinler. Ama baştan bunu kestirip atıp, 'Hayır hiçbir şekilde biz bunu kabul etmiyoruz' dediklerinde orada artık egemenlik haklarımıza tecavüz eden bir tavrın içerisine girmiş oluyorlar." şeklinde konuştu.

Patriotları alma konusunda Türkiye'nin çok uzun yıllar çaba sarf ettiğini ama bir netice alamadığını aktaran Kalın, bunun sorumlusunun Türkiye değil Amerikan tarafı olduğunu kaydetti.

Geçen yıl Patriotların alınması söz konusu olduğunda Türkiye'ye fiyat, kredi, ortak üretim ve teslim tarihi konusunda tatminkar bir teklifle gelinmediğini söyleyen Kalın, orada bile bir ön şart koşulduğunu belirtti.

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, şöyle devam etti:

" 'S-400'leri elinizden çıkarmadan size Patriot satmayız' dediler. Böyle bir ön şartı bizim kabul etmemiz mümkün değil. Dolayısıyla Türkiye alternatifsiz değildir. Nasıl enerji kaynaklarını çeşitlendirmek durumundaysa savunma sanayi ile ilgili kaynaklarını da çeşitlendirecektir. Bundan sonra da başka alternatiflere yönelebilir. Ama bu tür tehdit dilinin Türkiye'yi tam da yönelmesini istemedikleri yerlere iteceğini de bunların bilmesi gerekir. Ondan sonra da dönüp Türkiye'yi 'Neden böyle yaptınız, niye oraya gittiniz, niye bu anlaşmayı yaptınız' diye suçlamak için ellerinde hiçbir hakkın, tutanağın, gerekçenin olmayacağını da açıkça bilmeleri gerekiyor."

"Türkiye'nin beklentisi Libya'daki çatışmaların durması"
"Rusya'daki görüşmelere ilişkin Suriye konusunda kısmi bir anlaşmaya varıldığını açıkladınız ateşkes anlamında. Libya konusunda bir anlaşmaya varıldı mı? İki ülkenin Libya konusundaki pozisyonlarına ilişkin değerlendirmelerinizi alabilir miyiz?" sorusuna Kalın, "Dün ve bugünkü toplantılardan çıkan netice, Rus tarafının İdlib'deki rejim saldırılarını durdurma yönünde, önümüzdeki 24 saat içerisinde bir çabaya gireceği yönünde. Biz şu anda bunu bekliyoruz. Libya konusunda meşru Libya hükümetinin dışındaki alternatiflerin çözüme katkı sağlamadığını açık bir şekilde gördük." yanıtını verdi.

Geçen nisan ayında Hafter ve Sarrac tarafının bir araya geldiğini, Abu Dabi'de siyasi süreci ilerletmek amacıyla bir anlaşma imzaladıklarını anımsatan Kalın, bu anlaşmadan 15 gün sonra Hafter'in bu anlaşmayı yok saydığını ve tekrar Trablus ve civarına dönük saldırılara başladığını söyledi.

Nisan ayından beri bu tablonun değişmediğini dile getiren Kalın, "Anlaşmayı ihlal eden taraf Hafter olduğu halde, Sarrac hükümetine yardım yapan ya da destek veren Türkiye eleştiriliyor. Kimse Hafter'i durdurma yönünde somut bir adım atmıyor." dedi.

Rusya, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır'ın Hafter'e taraf olduklarını aktaran Kalın, bütün bu yaşanan sürecin BM'nin öncülüğünde devam ettirilen siyasi müzakereleri sabote ettiğini vurguladı. Kalın, Sarrac tarafının şu ana kadar yapıcı bir tutum içinde olduğuna işaret etti.

"Rusya dahil olmak üzere Hafter'e askeri desteğin verilmesi oradaki sürece katkı sunmamaktadır." diyen Kalın, Türkiye'nin beklentisinin, çabasının Libya'daki çatışmaların durması, ateşkesin BM çatısı altında ilan edilmesi, herkesin nisan ayındaki pozisyonuna geri dönmesi, siyasi müzakere yolunun bir an önce açılması olduğunu kaydetti.

Bir basın mensubunun asgari ücretle ilgili sorusuna Kalın, kabine toplantısında bu konunun gündeme gelmediğini belirtti.

Asgari ücret konusunda Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk'un bir çalışma yaptığını anlatan Kalın, "Bu diğer kurumların ve asgari ücrete taraf olan işveren-işçi tarafların bütün değerlendirmeleri alınmak suretiyle bir noktaya gelecek. O noktada da tabii ki Cumhurbaşkanımızın da bir değerlendirmesi olacak. Burada jesti, rakamın inmesi-çıkmasından ziyade 'herkesin taleplerini karşılayacak bir orta yolun bulunması' şeklinde anlamak daha isabetli olur. O konudaki çalışma devam ediyor." diye konuştu.

İbrahim Kalın, Kanal İstanbul ile tartışmaların sorulması üzerine, bunun İstanbul'un yeni bir konu olmadığını ifade etti.

Kanal İstanbul'un, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın "çılgın proje" diye isimlendirdiği İstanbul'un özellikle boğaz trafiğini rahatlatacak, güvenliğini artıracak bir proje olduğunu belirten Kalın, konuşmasını şöyle sürdürdü:

"Daha önce de bu konu konuşuldu. Bununla ilgili ön çalışma daha önce de yapılmıştı. Şimdi neden gündeme geldi? Muhalefet Partisi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi, sanki kendi yetkilerindeymiş gibi 'Biz bu projeyi yaptırmayız' diye bir tezle ortaya çıktılar. Kanal İstanbul her şeyden önce bir devlet projesidir. Bu bir belediye projesi değil, bu bir siyasi parti projesi değil, bir siyasi muhalefet partisi projesi değil. Bununla ilgili bütün değerlendirmeler yapıldı, yapılmaya da devam edecek. Bunun hukuki tarafı, ÇED Raporu, finansal tarafı bütün boyutlarıyla incelendi ve bunun yapılmasının İstanbul'un bundan sonraki 10-20-30 yıllık geleceği ve gelişmesi açısından çok büyük katkılar sağlayacağı açık bir şekilde görülüyor."

Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Kalın, Kanal İstanbul'un, İstanbul Boğazı'nın trafiğini de rahatlatacağını ve geçmişte yaşanan kazaların tekrar etmemesi için de yeni imkanlar sunacağını aktardı.

Orada ikinci bir şehir kurmak suretiyle Sur içi ve civarındaki yoğunlaşma ile diğer yerlerdeki yoğunlaşmayı da şehrin diğer tarafına taşıyacağını vurgulayan Kalın, şöyle konuştu:

"Nüfusun da biraz daha dengeli dağılımını sağlayacak. Yeni yaşam alanlarının ortaya çıkmasına imkan sağlayacak bir proje. Muhalefetin, konuyu buradan 'Yaptırırım, yaptırmazsın' meselesine getirmesi çok garip. Bu konuda ilgili kurumlarımız çalışmalarına devam ediyor. Çevre Bakanımız da bugün bir açıklama yaptı. O konuda yetki tek taraflı olarak Belediye Başkanı'nın kendisinde değil. Mecliste bir yetkilendirme yapılmıştır. Bununla ilgili Çevre Bakanlığımızın da bir değerlendirmesi olacaktır. Hukuki olarak buna tabii ki bakılacak. İstanbul'da yapıldığı için, İstanbul'daki paydaşlar, Büyükşehir Belediyesi ve diğer paydaşlarla bu sürecin bir parçası olacaklar. Ancak netice itibarıyla Türkiye için bu yapılabilir bir projedir. Bunu 'Yaptırmayız' gibi yaklaşımlarla engellemeye çalışmak çok anlamlı gelmiyor."

Kalın, 15 Temmuz hain darbe girişiminden 2 ay sonra üçüncü köprü Yavuz Sultan Selim'i açtıklarını hatırlattı.

"Yapılamaz, finans bulunamaz ve kimse bu işe girmez." denilen İstanbul Havalimanı'nı yaptıklarına işaret eden Kalın, bu tür büyük projelerin artık Türkiye için "yapılamaz, imkansız, uzakta, birtakım fantastik fikirler"den ibaret olmadığını belirtti.

Geçmişte de "Yaptırmayız, ettirmeyiz" tarzı yaklaşımların netice vermediğini vurgulayan Kalın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da bu projeye inandığını bildirdi.

Bilimsel olarak Kanal İstanbul'un yapılması gerektiğini düşündüklerini anlatan Kalın, "Bu süreç tabii devam edecek. Belli ki bu konu bir siyasi polemik meselesi olmaya devam edecek. Ben tekrar ifade edeyim, Kanal İstanbul bir devlet projesidir. Bir siyasi partinin ya da belediyenin projesi değildir." dedi.

"Montrö'yü tartışmaya açmayız"
"Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, Montrö tartışması başladığında, 'Acaba faydası mı oldu? Acaba ne kazandırdı, ne kaybettirdi, bunu bir düşünelim' demişti. Sayın Cumhurbaşkanı'nın sözleri Montrö'nün tartışmaya açılması anlamına mı geliyor? MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin de bu konuyla ilgili bir uyarısı oldu. 'Montrö'yü tartışmaya açmak bir beka sorunudur' dedi. Bu uyarısını nasıl değerlendiriyorsunuz?" sorusuna Kalın, şu yanıtı verdi:

"Montrö'yü tartışmaya açmayız. Montrö Boğazlar Anlaşması, Türkiye'ye boğazlar konusunda tam yetki veren bir anlaşmadır. Bunun belli şartları var. Oradan geçişler, geçitler, geçirilen malzeme, askeri malzeme ile diğer teknik birtakım şeyler, malları saymıyorum. Bunlarla ilgili kurallara bağlanmış bir anlaşma var. Kanal İstanbul, bu anlaşma kapsamında yapılacak bir projedir. Montrö'yü ortadan kaldıracak bir proje değildir. Bunu açık bir şekilde ifade edelim. Boğazlar, Türkiye'nin yetkisi içerisinde Montrö Boğazlar Anlaşması çerçevesinde kontrolü yapılan bizim coğrafyamızın parçası olan bir yerdir. Kanal İstanbul'un statüsü de bundan farklı olmayacaktır."

"Rus tarafına üzerine düşeni yerine getirmesi çağrımızı yeniliyoruz"
Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, "Suriye'nin Haseke kentinde YPG/PKK teröristlerinin işgali altındaki bölgelerde Rusya'nın bir askeri birlik kuracağı ve 400 kişiden oluşacak birliğe katılacak YPG/PKK teröristleri eğiteceği yönündeki haberler için ne söylersiniz?" sorusunu şöyle cevapladı:

"Rusya'nın Haseke'de, YPG/PYD terör örgütü ile böyle bir angajmana girdiğiyle ilgili haberleri biz de gördük. Bunu Rus mevkidaşlarımıza da hemen ilettik. Fırat'ın doğusunda YPG/PYD'yi, anlaştığımız 30 kilometrelik o hattın dışına çıkarma dışındaki bütün faaliyetler ve angajmanlar, YPG ve PYD ile yapılan bütün angajmanlar, bir tür o terör örgütü ile iş birliği yapmaktır. Doğrudan ya da dolaylı olarak onlara destek vermektir. Bu konuda Rus tarafına üzerine düşeni yerine getirmesi çağrımızı tekrar yeniliyoruz. 

Burada bu terör örgütünün ne amaçla hareket ettiği, bulunduğu bölgelerde neler yaptığı herkesin malumu. Suriye'nin toprak bütünlüğü ve siyasi birliği açısından bu terör örgütünü orada tamamen nötralize edilmesi gerekir. İlk planda 30 kilometrenin altına indirilmesi gerekiyor. YPG'nin amacının DEAŞ'la mücadele olmadığını, DEAŞ'ı kendine alan açmak için bir koz olarak kullandığını açık bir şekilde gördük, görüyoruz. Müttefiklerden beklentimiz de bu terör örgütüne yeni imkan ve fırsat alanları açacak her tür adımdan kaçınmalarıdır."

Togo Kuleleri meselesi
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ile eski CHP Milletvekili ve Ankara Ticaret Odası Başkanı mühürlenen Togo Kuleleri inşaatının müteahhidi Sinan Aygün arasında yaşanan gelişmelere ilişkin görüşleri sorulan Kalın, bu konuyla ilgili İçişleri Bakanlığının müfettiş görevlendirdiğini anımsattı.

Bir tartışma ve birtakım iddiaların olduğunu aktaran Kalın, "Bütün gerçeklerin ortaya çıkması kamu yararınadır. Dolayısıyla İçişleri Bakanlığımızın bu konudaki tasavvuru, tasarrufu son derece yerindedir. Ne çıkacak hep birlikte göreceğiz." ifadelerini kullandı.

Kendisini mahkeme yerine koyup, lehte veya aleyhte bir görüş belirtemeyeceğine işaret eden İbrahim Kalın, sözlerini şöyle tamamladı:

"O soruşturmadan ne çıkacağını hep birlikte izleyeceğiz. Ancak prensip olarak, geçmişte de belediye başkanları veya diğer kamu görevlileri olsun, hep şu ilkeyle hareket ettik. Hiç kimse kanunun üzerinde değildir. Bir belediyede veya bir başka kamu kurumunda bu tür iddialar varsa, rüşvet, irtikap, görevi kötüye kullanmak gibi bunlarla ilgili her zaman İçişleri Bakanlığı, savcılık harekete geçer, geçmelidir de. Geçmişte AK Parti belediyeleriyle ilgili de benzer soruşturmalar yapılmıştır, bu tür iddiaların olduğu yerlerde. Dolayısıyla biz hiçbir zaman şu ya da bu parti arasında bir ayrım yapıp, kanun önünde 'Bunlar eşittir, bunlar değildir' gibi bir tutum içerisinde olmadık. 

Buradaki temel prensip de yine hiç kimse kanunun üstünde değildir. Kanunlar neyi gerektiriyorsa, bu konuda İçişleri Bakanlığımız teftişini yapar, raporunu hazırlar, ondan sonra mahkeme süreci başlayabilir, bilemiyorum. Çünkü onların kendi aralarında da birtakım karşılıklı suç duyuruları ve başvurular var. Bu süreci hep birlikte izleyeceğiz. Ancak bizim açımızdan önemli olan bu iddiaların en kısa sürede aydınlatılması. Bir ihlal, bir suç varsa bunun gereğinin de yargı makamları tarafından yapılmasıdır."

Kaynak:Haber Kaynağı