Adem Alemdar
Darbelerle geçti ömrümüz
2003 yılı temmuz ortalarında Suriye'nin Hama şehrinde kaldık bir hafta. Selim Büyükkarakurt abimle aynı otel odasında kalıyorduk. Bir gece sabaha kadar sohbet ettikten sonra "bu saatte yatılmaz artık" deyip sabah namazını beklemeye başladık. Sonra bir anda dışarıya çıkıp şehri sakinken gezme fikri hasıl oldu. Birlikte çıktık ve gezmeye başladık Hama sokaklarını. 2 Şubat 1982'de baba Esed tarafından katliam yapılan Gazi Hama, gözü yaşlı Hama'yı gözlerimiz yaşlı gezdik. 50 bin kişinin tanklarla, toplarla evleri başlarına yıkılarak şehit edildiği, kalanların da kurşuna dizilerek katledildiği mahzun Hama'yı...
Katliamın üzerinden 20 sene geçmiş olmasına rağmen dikta rejimi tarafından bazı binalar katliam günündeki gibi bırakılmış. Ne imara, ne temizliğe izin verilmemiş ki sürekli görsünler ve hatırlayıp korksunlar diye. Gezimiz esnasında halktan kimileri de bizi uyardı, sabahın bu saatinde kuşkuları üzerinize çekiyorsunuz diye...
O gün, "Katliamın üzerinden 20 yılı aşkın süre geçmiş, devir değişmiş. Artık böyle pervasızca katliamlar yapılamaz. Hem iletişim çağındayız, cep telefonları var, internet var, kimse cesaret edemez böyle bir şeye tekrar" demiştim. Maalesef o Hama bir defa daha vuruldu, yakıldı, yıkıldı, Hamalılar hunharca katledildi. Suriye'nin halini görüyorsunuz...
...
12 Eylül 1980 darbesinde henüz ilkokul üçe giden bir çocuktum. O zaman bize söylenen "asker terörü bitirmek, halkı rahatlatmak için yapmıştı darbeyi." Büyüklerimiz de böyle inanıyordu. Arka planda ne dolaplar döndüğünü nereden bilsin işinde gücünde olan insanlar. Aradan bir zaman geçtikten sonra mesele bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmıştı...
Meğer ortamı hazır etmek için önce milletin evlatlarını sağcı, solcu, dinci diye bölerek bir birine kırdırmış, sonra da çözmek için haklı bir gerekçeyle darbe yapılmıştı. Anayasa değişmiş, kanunlar, nizamlar baştan aşağıya kadar darbeci generallerin istediği şekilde yeniden düzenlenmişti. Dahası, darbeci general halkın ekseri oyunu alarak cumhurbaşkanı bile olmuştu.
Geçtiğimiz yıl neredeyse 100 yaşındayken tüm rütbeleri sökülmüş vaziyette devlet töreni olmaksızın defnedildi. 90 küsur yıl başı dik gezdikten sonra onursuzca terketti dünyayı...
...
28 Şubat 1997 darbesinde ise aslında ne olup bittiğini tastamam biliyorduk. Rahmetli Erbakan'ın başbakanlıktan indirilmesi gerekiyordu, hem de sudan bahanelerle derdest edildi evvela, ardından da partisi kapatıldı. Gerçek bahane, Rahmetlinin bağımsız ve gelişmiş bir ülke için başlattığı çalışmalardı. Bu darbeciler nasıl insanlardı ki vatandaşı oldukları ülkenin gelişmesine, kalkınmasına, büyümesine mani olmak için gece gündüz darbe planları yapıyorlardı. Mesailerini önlerindeki vazifelerine ayırsalardı, ülkede şimdiye kadar ne terör kalırdı ne de terörist. Demek ki bu alçaklar için maaş alıp süslü elbiselerini giydikleri ülke herhangi bir kara parçası...
Muktedir generallerin "Bin yıl sürecek" diye höykürdüğü 28 Şubat süreci, ardında binlerce gözü yaşlı ana, eş ve çocuk bıraktı. Kimisi işinden, kimisi eşinden oldu. Bin yıl sürmedi, ama 15 yıl geçtikten sonra ancak düzeltilebildi pek çok şey. AK Parti hükümeti kimi mağdurlara gecikmeli olarak haklarını verebildi, ancak neye yarardı ki...
...
Bir de 2007 nisanında yaşadığımız e muhtıra var ki evlere şenlik. Darbe yapmaya üşenmişler de gece yarısı siteye bir yazı koyarak nizam vermek istemişler sanki. Tabi muhtıra ciddiyetsiz olunca hükümetten cevap oldukça ciddi bir şekilde geldi ve bir anda sus pus oldu anlı şanlı generallerimiz. Bu tarihten önceki ufak tefek darbe gündemli toplantıları, asarız- keseriz kuru sıkılarını hiç anmaya bile gerek yok. Bu defa muhtırayla olmazsa mahkemeyle indiririz dediler, ama Cenabı Hakkın yardımıyla onu da başaramadılar. El hasılı kelam, ne hükümet adam gibi askeriyeye el atabiliyordu ne de askeriye adam gibi bir güven veriyordu. Belli bir denge üzerinde işler zahiren yürüyüp gidiyordu...
Pantolonunda namaz izi var, emmisi namaz kılıyor, ebesi hacca gitmiş, dedesi sakallı diye askeri liselere alınmıyordu gençlerimiz. Askeriye de dinle, diyanetle en küçük alakası olanı istemiyorlar demek ki diyorduk, meğer o da öyle değilmiş. İmtihanları yapanlar, soruları kendi elemanlarına veriyor ve askeri okulları Atatürkçü, Kemalist görüntüsü altında haşhaşilerle dolduruyorlarmış. Nitekim yeterince doldurmuşlar da. Kokteyllerde içki içmişler, eşlerini olabildiğince dekolte giydirmişler, çocuklarına Ahmet, Mehmet yerine Taş, Kaya, Tunç isimlerini vermişler ve güya namazlarını ima yoluyla kılmışlar. Tabi fetvayı veren bunların gözünde kainatın imamı baş haşhaşi Fetulla Gülen. Gülen'e o derece bağlanmışlar ki onun talimatının dışında bir hayatları kalmamış. Tam bir hipnoz yani. Din adına, dinden uzak görünüp, gerçek dindarların hayatlarını karartmışlar. Kimisini sindirmişler, kimisini öldürmüşler. Kutsal dava adına her şey mubah tabi...
15 Temmuz Darbesi
15 Temmuz 2016 akşamında ise bir dostumuza umre ziyaretine gitmiştik. Zemzemlerimizi içip kapı önüne çıktığımızda telefonumuz bişeylerin ters gittiğine dair mesajlarla doluydu. Kimi köprüde bomba ihbarı var diyordu, kimi Ankara'da Genelkurmay Başkanı esir alınıp darbe girişimi başladığını...
Hiç vakit kaybetmeden eve gelip haberlere göz gezdirdim. Bir taraftan da ne yapsam, ne etsem diye endişeli bir şekilde oturduğum koltuğa yığılmış vaziyetteydim. Hele TRT ekranlarından darbe bildirisi okunmaya başladığında başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Derken Cumhurbaşkanımız cep telefonuyla CNN Türk'e canlı bağlandı ve darbeyi bertaraf etmek için halkı sokacağa çağırıyordu. Bir anda canlandım ve arabaya atlayarak şehir meydanına attım kendimi...
Çok şükür yalnız değildim. Bir kaç saat içinde bütün şehir aktı dışarıya...
Cenabı Allah hesaplarını başlarına geçirdi ve gece yarısı saat 03.00'te planladıkları darbe girişimini deşifre olduk korkusuyla akşam saatlerine çekerek hayati bir yanlış yaptılar. Millet uyurken gece yarısı girişilseydi bu kalkışmaya başarılı olma ihtimalleri oldukça yüksekti. Tabi kaderin üzerinde bir kader vardır, hesabın üzerinde bir hesap.
Yukarıda Hama'dan bahsetmiştim. Katliamdan 20 sene sonra, bir daha cesaret edemezler, öyle kolay mı diyordum ya. Türkiye için de aynı düşüncedeydik. Darbe endişesi hep vardı, ama şimdi yaşadığımız gibi olamazdı. Darbeciler halka kurşun sıkamazlardı. Esed sıkardı kurşunu, Suriye rejimi bombalayabilirdi ancak halkını, Türkiye'de böyle bişey olabilemezdi.
Oldu! Ama...
Halkımızın içinde ölümden bile korkmayan ne cengaverler, ne cesur gençler varmış meğer. Tankların üzerine çıkanları belgesellerdeki aslanların fillere dört koldan saldırdığı görüntüye benzettim. Şükür ki aslanlar kazandı bu sefer. Üzerlerine kurşun sıkılırken kaçıp gitmeyi aklından bile geçirmeyen, uçaklara terlik fırlatan, tankların eksozlarını gömlekleriyle tıkayıp durduran her meydanda birbirine benzeyen binlerce vatansever. Allah rahmet etsin inşallah 250'ye yakın insanımız o gece ruhlarını teslim ettiler ve bize bundan sonra ne yapmamız gerektiğini söyleyerek gittiler. Dünyada eşi benzeri olmayan bir destan yazıldı o gece sabaha kadar. Tankların altında ezilmeyi göze alan birini daha neyle korkutabilirsiniz ki. Olmadı, yapamadılar. Halk izin vermedi haşhaşi kalkışmasına.
Darbe girişiminin üzerinden neredeyse iki hafta geçti ve o günden bu yana halkımız meydanları boş bırakmadı. Panayır havasında tüm Türkiye'de devam ediyor meydanlardaki halk tepkisi. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "biz tamam deyinceye kadar meydanları boşaltmayın" ricası emir telakki edildi vatandaş tarafından ve ikinci bir emre kadar meydanlar boşaltılmayacak...
Meydanlarda hem de en önlerde gördüğümüz bazı fetocular da umarız tövbe etmişlerdir, hatalarından dönmüşlerdir diye Allah'a havale ediyoruz. Ancak, kamu kurumlarında fetö ile en küçük bir bağı bulunanların bile barındırılmaması hayati önemde.
Bundan sonra gerek devlet memuriyetine gerekse ve özellikle askeriyeye alınacaklarda aranacak şartlar değiştirilmeli. Soruları veya cevapları çalınarak yapılan imtihanlarla gerçekte o mevkileri hak edenlerin hakları yenmemeli artık. En önemlisi de Allah demenin bile dincilikle eş değer tutulabildiği ve uzak tutulduğu askeri okulların ya tamamen kapatılması ya da baştan aşağıya yenilenmesi gerekmektedir. Korkmayın askeri okullar kapatılınca askersiz kalmayız, bakkalımız, manavımız, marangozumuz, memurumuz, tamircimiz var. Tank kullanmayı beş dakikada öğrenen dönerci abilerimiz var. Hem üniversite mezunu iş arayan pırıl pırıl binlerce gencimiz var. Kısa bir eğitimden sonra her bireri tertemiz teğmenler olarak asker olmaya hazır. Aynı delikten bir kez daha sokulmayız inşallah. Bu sefer köklü bir değişiklik yapılır umarız.
Hasılı; 15 Temmuz tarihi asla unutulmayacak. Bu tarih bir milat olacak. Öncesi ve sonrası...
Allah bir daha böyle acılı günler yaşatmasın inşallah...