Değirmenci Ese’ye ders veren Keloğlan
İsmail Detseli'den yine güzel, masal tadında bir hikaye...
Değirmenci Ese’ye ders veren Keloğlan
3 ayrı değirmen 3 aynı isim adı ese, boyu kısa, kendi köse. Kardaşım nasıl çekecek bunca çileyi acaba bu kel başım.
Çok eski zamanlar köylerden birinde fakir adamın bir kel başlı oğlu varmış. Çalışmaz, kazanmaz babasının sırtından asalak geçinir, böcek gibi yaşarmış.
Aylaklığı meşhur; anaya babaya, vatana millete pek hayrı olmayan biriymiş. Amma aptal da değilmiş haaa, pek zeki imiş. Fakat aklını düzensiz ve yolsuz işlerde kullanırmış. Babası bir gün merkebine buğday yüklemiş değirmene un öğütmeye gidecek… Ama ihtiyar adam aniden hastalanmış ve ortalıkta kıvranarak yıkılmış, değirmene gidememiş.
Hemen keloğlanın anası halen yatakta yatmakta olan oğluna, büyük bir öfke ile celallenerek çıkışmış:
-Kalk ey benim hayırsız oğlum, nedir senden çektiğimiz? Baban değirmene gidecekti hastalandı. Evimizin direği ölecek ben senin elinden nerelere gideceğim başımın belası. Böyle hazır yemeyle yatmayla bu işler olur mu, böyle yaşanır mı, bu hayat çekilir mi? Merkep yüküyle yolda kaldı. Kalk şu buğdayları bari değirmene götür, öğüt un ette gel.
Bizim keloğlan iki gönüllü bir gönülsüz yatağından kalkmış, köyün ortasında kıvranmakta olan babasının yanına varmış. Ve bu gün unu öğütmeye kendisinin gideceğini ancak bu işleri bilmediğinden babasının öğüdüne de ihtiyacı olduğunu söylemiş.
Babası:
-Aman benim deldi depek oğlum! Sana birinci öğüdüm şu, sakın ha kurşun kayasından geçerken o derin ırmağın suyuna dalma. İkinci öğüdüm sakın eşeğin yularını da elinden salma. Dere boyunda 7 değirmen var aman bu değirmenlerin adamlarını iyice seç hele hele. Adı Ese, boyu kısa, sakalı köse olan değirmenciye de varma. Onda unu öğütme. O Seni kandırıp ununu buğdayını alıp sulu dereye indirir susuz diye geri döndürür. Boş merkeple çıkıp gelmeyesin eve…
Bunları demiş demesine de işte bundan sonra olanları ozan İsmail’in anlatımı ile dinleyelim…
Keloğlan keleş oğlan babasından anasından köyden ayrılır, değirmenlerin olduğu dereye doğru yollanır. Ama babanın öğüdü aklından çıkar, kartal kayasına varmadan eşeğin yularını salar. Eşeğe iki de sopa vurur sürer kartal kayası tarafına. Kaya hadi neyse de bir de derin ırmağın suyuna daldırıverir eşeği… -Nasıl olsa eşek kuvvetli çıkar bu sudan, der ammaaa eşek çıkamaz. Bir bakar Keloğlan eşekte buğday çuvalları da suyun yüzünde yüzmekteler.
-Eyvah, der…Seni keleş seni işte sen böyle baba nasihati dinlemez isen halin bu olur der başlar ağlamaya. Bu arada bir adam belirir yanında; -Ne oldu Keloğlan, der. Keloğlan, “Ağa görüyon olanları işte her şeyler meydanda beni kurtar bu dertten” der. Adam ilerde bir yeri işaret eder Keloğlana, “Şu tarafta bir büyük teker var. Onu beraber getirelim senin bu eşeğini çuvallarını kurtarıp dertlerini bitirelim” der.
MERKENP VE ÇUVALLAR KURTULUR
O deredeki bu tür merkep yıkılmalarını kurtarmak için kullanılan teker bulunur bizim Keloğlanın merkebi ve çuvalları kurtulur. Adam Keloğlan’ın yanından ayrılıp gider ama nereye gider, hemen dere boyundaki ilk değirmene gider oturur. Keloğlan gelir değirmene selem verir. Adam ne oldu deyince “eşeğim çaya düştü buğdaylarım ıslandı bunu kurutup un yapacağız” der. Aslında Keloğlan’a yardım eden adam olan değirmenci kıyafet değiştirmiş… Keloğlan’a hemen “hay hay” der. Ama bizim kelde hani akıllı, adama derki:
-Bir dakka emmi bir şey soracağım.
-sor.
-Kusura galma emme adın Esemi?
-Ese.
-Boyun kısa mı?
-Kısa…
-Aman pederim yaman pederim valla ben bu değirmenden giderim der ve sürer eşeğini. Ama ne var ki bütün dere boyunu dolanır eşekte yükün altında perişan olur… Emme hep değirmencilerin adı Ese, boyu kısa, sakalı köse imiş… Meğer aynı değirmenci kıyafet değiştirip bizim kelin karşısına hep o çıkarmış. Nihayet Keloğlan gezmekten yorulmuş ve “Bunların hepsi mi kötü, birinde unu öğüteyim ne olacak? Babam öğütme dedi emme başka çare yok” der ve değirmene girer. Neyse iki gün değirmenin damında buğdaylar kurutulur, un olacak hale gelir, değirmenin unluğuna dökerler buğdayları. Buğdaylar tam un olup bitmek üzere iken değirmenci bizim keltoşa bir teklif yapar:
-Keloğlan adettendir bir değirmen çöreği yapalım unu senden suyu tuzu benden ne dersin? Keloğlan bu laf altında mı kalır “Olur emmi” der. Neyse hamur yapılacak değirmenci kolları sıvar başlar işe, Keloğlan un döker leğene hamur sertleşir. Değirmenci su döker cıvıklaşır derken ne kadar un var ise leğende hamur oluverir.
Değirmenci ocağı yakar başlar çörekleri yapıp yapıp ocakta pişirmeye, iki gündür hem yorulup hem de çok acıkan Keloğlan başlar çöreklerin kokusundan nasibini almaya ama “Yoook” der değirmenci. “Ne oldu emmi” der keltoş? “Dur bakalım bu çörekler kimin olacak kim yiyecek” deyince Keloğlanın kafası dank eder, babasının sözünü hatırlar ama iş işten geçmiştir. Artık kendi aklını kullanıp kendi başının çaresine bakacak, değirmenci Ese’ye dersini verecektir.
Keloğlan düşünürken bizim değirmenci Ese de hinlikler yapmayı planlar ve der ki:
-Keloğlan şimdi biz bu çöreklere ortağız. Sana bir teklifim var kabul edersen.
Keloğlan:
-Söyle bakalım.
-Şimdi ikimiz de birer uydurma masal anlatacağız bir de kısa yollu ava çıkacağız. Kimin masalı daha anlamlı daha vurgulayıcı olursa kim avdan daha iyi av ile dönerse çörekleri o alacak ne dersin? Zaten artık kaybedecek bir şeyi olmayan ve tongaya düşmüş olan keltoş kabul eder ve değirmenciye “önce sen anlat bakalım masalı” der.
HAKKOMAZ İLE HAKVERMEZ
Zamanın birinde yıllar önce bir köyde Hakkomaz isminde bir adam yaşarmış… Bu zatın adeti ya kimsede hakkını koymazmış bu adam. Bir gün birkaç tane köylüsü ile beraber merkeplerine buğday yüklemişler bir başka köye satmak için gitmişler. Köyde buğdaylarının satmışlar ama her şey dengini bulur diyen gibi o köyde de bir hak vermez diye bir adam varmış bizim Hakkomaz tesadüfen ona buğday satmış, birkaç defa gidip gelmesine rağmen parasının almamış, uğraşmış didinmiş beş para kalıncaya kadar almış ama onun niyeti beş parayı da bırakmamak. Misafir oldukları köy odasına gelmiş, köylüleri “artık gidelim” demişler. Hakkomaz “olmaz” demiş “benim daha beş para alacağım var.” Arkadaşları “yahu kalsın biz sana beş para verelim” dedilerse de “olmaz siz gidin ben paramı alıp geleyim” der. Köylüleri Hakkomaz’ı tek başına bırakıp giderler. Bizim Hakkomaz her gün üç beş defa Hakvermez’in evine varır beş parasını ister ama alamaz, nihayet bir sabah vardığında Hakvermez’in hanımı çıkar kapıya ve der ki: Emmi kocam öldü bir daha kapıma gelme artık sana parayı veremeyeceğiz. Bunun üzerine bizim Hakkomaz “öyle mi ne zaman öldü?” “Bu gece.” “Vah vah öyle ise ben bir imam bulayım da defnedelim fukarayı” der. Ve hemen gider bir imam bulur, onun ölmediğini numara yaptığını bildiği için bir de çivili teneşir tahtası yaptırır, eline de bir büyük iğne alır. İmam yıkar o da su döker durmadan da iğneler adamı. Ama Hakvermez’in beş parayı vermemek için gıkı bile çıkmaz. Nihayet kanı durdurmakta güçlük çeken imam “aslında ölüden kan çıkmaz ama böyle gömelim de bir gece bekleyelim belki kan tutmuş olabilir” der. Hak vermezi kabre koyarlar üstünü örtmezler “bunu bir gece bekleyeceğiz her ihtimale karşı belki dirilir beklemek isteyen var mı?” Hakkomaz “ben beklerim can arkadaşımı” der ve herkes gider o başlar beklemeye. Gece olur kabristana kırk haramiler gelirler ve çalıp çırptıkları altınları bölüşmeye başlarlar. Herkes hakkını alınca bir tek altın kalır ortada. Harami başı ölünün üzerine konmuş olan tabutu işaret ederek “kim bu tabutu bir kılıç darbesi ile ortadan keserse o alacak tek altını” der. İyi de onun altında Hakkomaz yatmakta, kılıcı vursalar ölecek… Korku ile fırlar mezardan dışarı, bunlar kaçacak altınları Hakkomaz alacak diye Hakvermez de kalkar… Bu duruma şaşıran haramiler “ölüler hortladı kalkıyorlar” diye koşar adım mezarlığı terk ederler. Bunlar kaçtıktan sonra otururlar bir güzel haramilerin altınlarını bölüşürler bizim Hakkomaz ile Hakvermez. Ama ne var ki yine beş para için başlarlar kavgaya; “Beş paramı ver”, “yok vermem” derken bir kenarda gizlenmiş olan haramilerin başı bir adamını göndermiş “bir bak bakalım kabristandaki ölüler yatmışlar mı yerlerine” diye. Gelen kişi kabristanda iki kişinin beş para beş para diye kavgasını görünce döner haramilerin başına şöyle ifade verir:
-Başkanım bizim paraları bütün ölüler paylaşmış hepsinin hissesine beş para düşmüş, iki kişi aralarında anlaşamamış onlar beş paramı ver diye kavga edip duruyorlar, diğerleri yatmışlar buradan bize fayda yok.
Umutları kesilen eşkıyalar da orayı terk ederler. Biz gelelim Hakkomaz ile Hakvermez’e… Kavganın sonunda Hakkomaz galip gelir, zaten ölmüş kabul edilen Hakvermez’i bir kazma darbesi ile öldürür, yerine yatırır. Ve sabah gelenler de “arkadaş hiç kalkmadı ölmüş demek ki” der. Hakvermez’in hanımının itirazı da bir şey değiştirmez ve Hakkomaz bir hayli kalabalık para ile köyüne döner.
“Sen nasıl döneceksin der” değirmenci Keloğlana.
Bunları can kulağı ile dinleyen bizim keltoş oğlan başlar anlatmaya masalını
KEL OĞLANDAN SALLAMALAR
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, evvel evvel iken deve telal iken, pire bakkal iken ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Kalaycı olduk kalayladık kapları. Hep kırıldı tavaların sapları, kovuldum kalaycılıktan geldim baba evine, anam hasta babam usta ben ise boşluktaydım. İyi dinle Ese emmi masalımı…
Gidereyim merakını.
Benim bir abartılı hikâyem var beyler lütfen dinleyin
Ben hikâye anlatacağım ister gülün isterseniz gülmeyin
Bir cumhuriyet bayramı idi bin dokuz yüz elli dört yılında
Ben skeç olarak okumuştum bunu bir köy ilk okulunda
Tekerleme ve abartı çoktur bu deyimlerin içinde
Elli yıl kulağınızda kalır iz yapar benliğinizde
Bir değirmenciye keloğlanın anlattığı uydurma ve düzmece hikâyedir.
Neyse efendim hikayemize başlayalım. Bizi dinlemeyenleri tatlı sözle haşlayalım.
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde cinler cirit oynarken eski hamam içinde…
Anam düştü eşikten babam düştü beşikten anamı bindirdim eşeğe babamı bindirdim öküze…
Vallahi ikisini de sırtımda getirdim hastanenize. Evvel evvel iken develer tellal iken pireler bakkal iken horozlar da imam iken ben dedemin beşiğini tıngır mıngır sallar iken, bir gün sandım büyüdüm, anamın dizinde uyudum uyandım, kalaycı oldum kalayladım kapları hep kırıldı tavaların sapları beyler soğan ile sarımsak acıdır börekte baklavanın tacıdır….
Aman ağalar dinleyin işte başlıyorum söze…
Sözümüz ve dilimiz inşallah hoş gelir kulağa göze…
Bundan tam 500 sene evveldi felekten, iki eşkıya çıkıverdi kelekten. Tuttum bunların ellerini kollarını bağladım, üstlerini ceplerini yokladım. Şöyle yakalarını topladım, birinde on para buldum… Hemen koştum çarşıya bir karpuz aldım ki ne koltuk alır ne omuz… Karpuza bir bıçak saldım bıçağım içine düştü… Bıçağımı çıkarayım derken elim düştü, elimi çıkarayım derken kendim düştüm… Karpuzun içersinde bıçağımı ararken bir çobana rastladım, sohbete koyulduk o da acılı, on yıldır sürüsünü yitirmiş aramış bulamazmış… Eh ben de vaz geçtim bıçak aramadan artık çıkacağım karpuzun kapısından… Tam kafamı uzattım birisi beyni balama (tam tepeme) bir yumruk bindirdi, o anda kellemi yere indirdi…
Kellemde gitti mi pazara nanem maydanoz satmaya ben de arkasından koştum… Pazarda yakaladım kafamsın değilim sensin bensin derken araya girenler oldu… Bu kafa buranın dediler bizi birleştirdiler anlaşmamız yine de pek olmadı el alemin adamları bizi bir beye yolladı. Vardık beye o da yerinde yok muş. Nerde diye sorduk bir nane yemeye gittiğini söylediler, elin nanesi bizi ilgilendirmezdi biraz bekledik. Bey geldi de bey o kadar nane yemiş ki kırk basamaklı merdiven dayanamayıp kırıldı, bey düşüp öldü, bu sayede kellem de bana kaldı… Oradan birleşip bir köye geldik, viranece bir köydü… Köyde üç ev vardı ikisi yıkık mıkık birisinin damı yok… Girdim hemen damsıza bir koca karı oturmuş, gövdesi var başı yok kirpiği var kaşı yok ağzı varda dişi yok şakır şukur sakız çiğner… Kadına bir tencere ver dedim verdi, onunda dibi delik kırık mırık o tencerenin içine et koydum, et başladı kaynayıp oynamaya… Bu sırada benim seyyar kelle etin kaynamasına dayanamadı cumburlop tencereye atladı etin içersinde biraz oynayıp zıpladıktan sonra güç bela kellemi çıkardım etini yedim suyunu cebime doldurdum tam karnım doydu ben yoluma giderken başkaca bir derdim yok derken birde baktım bizim kelle yine yok…
Sağa sola koştum dağ tepe aştım engine çukura düştüm nihayet yine kelleme kavuştum ama yine geçim yok birbirimizden şüphe var kafamsın değilim kavgalarımız başladı bir büyüğümüz yanımıza geldi bizi güzelce bir haşladı oradan birleşip eve geldik bir baktım garip anam sağına soluna bakar
Arada bir sesini yükseltip ağlar ana ne ağlarsın dedim meğerse bizim boz eşek kaybolmuşta anam ona ağlarmış. Bak anamın işine bana ağlamıyor da eşeğe ağlıyor dedim anamın gözünün yaşını sildim boz eşeği bulmak için anama da söz verdim. Eşşeği aramaya giderken kümesten bir ses geldi vardım baktım kümese bir tilki ağzında bizim horoz bir taş attım tilkiyi öldürdüm horozun sırtına bindim. Başladım dağda taşta eşeği aramaya boz eşeği bulmadım bir türlü muvaffak olamadım. Çaresiz döndüm geldim tekrar eve horoz altımda yorulmuş yorgunlukla kalmamış sırtı da yara olmuş geldim baktım ki evde bana güler komşular. Birde ne göreyim bizim boz eşek damda kuyruğunu sallar arada birde zıllar.(kaçırır)
Çok büyümüş çil horozumun sırtında yaraları
Yapmak lazım çil horoza esaslı bir tımarı
Sorduk çok bilenlere bana akıl veriniz horozumun yarasına bir ilaç söyleyiniz… Dediler ki “bu yaraya Hindistan cevizi iyi” gelir. “Hem yarasına sürüver biraz da horoza yedir.” Hindistan cevizi nerede bulunur? Davullar çaldırdım yok, tellallar çıkardım yok... Sonra aklıma geliverdi bundan tam on yıl önce köpeğin birisi bir Hindistan cevizi yemişti… Gittim mezarını açtım karnını deştim Hindistan cevizini çıkardım getirdim horozun sırtına sürdüm, birde dua üfürdüm. Sabahleyin kalktım ki bizim kapının önünde kocaman bir ceviz ağacı meydana gelmiş, çocuklar ceviz ağacına taş kerpiç fırlatıyor attıkları hiç yere düşmüyordu birde baktım az sonra cevizin tepesinde bir tarla meydana geliverdi…
Tabi Keloğlan bu yalana gerçek diyemezdi cevizin tepesindeki tarlayı da göz ardı edemezdi…
Görmüyordu gözlerim ta cevizin üstünü…
Çıkaramazdım cevize kara sabanla iki öküzü..
Hemen kafayı çalıştırdım iki leylek yakaladım..
Leyleklerin bacağına kara sabanı bağladım..
Tarlayı sürdüm sürdüm öyle bir ekin bitikti …
Bir süvari alayı içersinde kaybolur der.
Keyfim böyle sürerken..
Bir sabah komşular haber verdiler ekinine domuz girmiş dediler…
Aman keloğlan koşuver çabuk hele ekine domuz girdi dediler…
Koştum da varıverdim bir orağı elime alıverdim.
Vurdum vurdum o domuzun sırtına…
Orağı yiyen koca domuz vardı mı orak acısının farkına…
Pufladı kaçtı kaçtı kaçtıııı …
Domuz kaçtı orak biçti domuz kaçtı orak biçti..
Derken ne ekin kaldı ne de tarla dedim ki ey Keloğlan bu abartı biraz fazla…
Neyse ki domuzu yakaladım, istersen getireyim senin bu değirmene dalsın…
Sen gibi haksızların eselerin köselerin canını bir alsın… demiş.
Eğer gerisini sorarsanız değirmenci işin vahametini anlamış bizim keltoş oğlanı fazladan unlarla ve çöreklerle yollamış. Keloğlan da aklını bu şekilde kullanmış…
Bu geveze ozan İsmail de neler biliyor neler…
Hikâyenin yorumunu siz de biraz düşünün beyler..
Not: bu hikayeyi bundan tam 54 sene önce 1955 yılında öğretmenim merhum Mehmet Aslan beyin bana verdiği bir kitaptan ezberleyip köyümüzün ilkokulunda çeşitli kıyafetler giyerek tek başıma okul sonunda bir müsamerede üç bölüm halinde seyircilere sunmuştum.
Çok eski zamanlarda köyde bir aile varmış
Tarımla uğraşırlarmış kıt kanaat yaşarmış
Adamın bir kel oğlu var ki aman düşman başına
Çalışmaz aylak gezer girmiş yirmi beş yaşına
Yer içer yazın kışın yatır uyur boş gezer
Anayı babayı incitir söz dinlemez hep üzer
Adam çeker evlat derdini çaresiz başa gelmiş
Oğlanın aklı başında ama saçı yok başı kelmiş
Bir gün baba buğdayları yüklemiş merkebine
Un öğütmeye gidecek deredeki değirmene
Adam zaten ihtiyar aniden hastalanmış
Merkep köy ortasında sırtında yükle kalmış
Anne gider hışımla yatan oğluna bağırır
Baban hastalandı der seni acele çağırır
Tamam der nasıl olduysa bu işe evet diyecek
Kel hiç un öğütmemiş işi nereden bilecek
Özür diler kel koşarak babasının eline varır
Babasına işi danışır da ondanda bir öğüt alır
Baba derki oğluna aman dikkat et kuzum
Senin düzensiz iş yapmak eskiden beri huyun
Kurşun kayasının altında merkebin yularını salma
Dere orda çok azgın akar sakın ha suya dalma
O dereyi geçerken birazcık dikkatlice geç
Değirmencilere güvenme aman iyisini seç
Değirmencinin adı ese boyu kısa sakalı köse ise
Aman oradan çabuk kaç kapılma o iblise
Bu dediğim adamın her işi sahtekârlıktır
Senin elinden unları hatta merkebini de alır
Oğlan babadan öğüt alır gidecek değirmene
Un öğütüp gelecek bunca yılda bir kere
Katar önüne merkebi varır kurşun kayasına
Merkebi salıverir azgın akan suların ortasına
Eşek suya daldıkça sular ta boyuna çıkar
Eşek ile beraber buğdayları da su yutar
Yalvarır keltoş oğlan oradan geçen birisine
Adamın yardımıyla kavuşur buğdayına eşeğine
Kurtulur yola düşer gelir bir değirmene
Sorar o değirmenciye emmi senin ismin ne
Adım ese boyum kısa sakalım köse benim
Kel der ben vasiyetliyim bu değirmenden giderim
Keloğlan yoldan gider varır başka değirmene
Köse kısa yoldan geçerde oturur oradaki değirmene
Dört değirmen dolaşır hep ese kısa köseymiş
Çaresiz bizim keloğlan birinde karar vermiş
Aman pederim yaman pederim şu buğdayı yıkalım
Sudan geçerken ıslandı değirmeninde kurutalım
Tamam der değirmenci ama sana pahalıya mal olur
Kel der aman kıyma bana babam Döger ne olur
Buğdayı yıkarlar merkepten götürüp dama sereler
Zaten de akşam olmuş değirmene girerler
Beklerler bir iki gün damda buğdaylar kurur
Değirmende öğütürler üçüncü gün un olur
Unlar çuvala dolmuş keloğlan tam çıkacak
Değirmenci kele der bir çörek yapalım sıcak
Gel ikimiz şurada bir hamur yoğuralım
Senden sade un olsun bende tuzla su koyarım
Bizim kel zanneder ki az bir hamur olacak
Değirmenci bize ve kendine güzel çörek yapacak
Kel un döker tekneye hamurlar katılaşır
Değirmenci su döker un tekrar cıvıklaşır
Biri unu biri suyu durmaz tekneye dökerken
Çuvallarda un kalmaz bitiverir erkenden
Değirmenci ateşi yakar çörek yapmaya başlar
Keloğlanda kabarır çöreğe karşı iştahlar
Ese emmi keloğlana derki çöreği bir yapalım
Çörekler pek güzelde kimin olacak bakalım
Keloğlan şifreli söze şöyle biraz şaşırır
Karnı da çok acıkmıştır lafı omuzdan aşırır
Bolca çörek yapılır sergiler dolar kalır
Bizim keltoş oğlanı bir düşüncedir alır
Acaba der bu değirmencinin aklındaki iş ne ki
Akıl cin gibi bizim kelde değirmenciye derki
Ese emmi seninle şöyle bir ava çıkalım
Kim daha evvel av vurup gelecek durumuna bakalım
Kim daha evvel gelirse çörekleri o alsın
Avdan geç dönen kimse çörekten mahrum kalsın
Kabul der değirmenci hemen çıkarlar ava
Bizim kel az ilerde rastlar bir ölü domuza
Hemen sürür ip ile getirir onu değirmene
Değirmenci evvel gelmiş elinde güvercinle
Kel bakmış kaybedecek şimdi bütün oyunu
Şöyle süzer değirmencinin o kısacık boyunu
Emmi ben bir domuz tuttum değirmene bir dalsın
Kim hile yapıyorsa burada onun canını domuz alsın
Değirmenci kapıya çıkar bakar ki bir domuz var
Aman keloğlan bunu götür de senin çörekler unlar
Ölü domuzu gören değirmencin aklı başından gitmiş
Domuzun korkusundan çörekten undan vazgeçmiş
Diye yalvarırda başından savar belalı keloğlanı
Eşeğine sarı verir hem çörekleri hem unları
Keloğlan eve gelir tabi ki böbürlenerek
İlk yaptığı bu işe bazı şeyler ekleyerek
Bundan sonra güzel olur keloğlanın düzeni
Aklı ile perişan eder anasını babasını üzeni
Ozan İsmail derki çocuklar sorumluluk bekler
Yirmisinden sonra gençler başına buyrukluk ister
Değirmenci ESE gibi aman ha hilekâr olma
Daima ALLAH’tan kork ölü domuzdan korkma
29 Kasım 2004 İsmail Desteli