Ümit Savaş Taşkesen
Demirci yazmalı!
Türkiye’nin Birikimi alt serlevhasıyla Yeni Şafak gazetesinin henüz yeni çıktığı ve tanınmadığı yıllar. Adana’nın Kozan ilçesinde ilçenin en büyük ama büyüklük kavramıyla kıyaslandığında küçük sayılan bir gazete bayiine ısrarla “Yeni Şafak gazetesi var mı?” diye sora sora gazeteyi getirttiğim ve takip ettiğim yıllar. Önce gazeteci sonra gazeteyi elimde görenler, “yeni mi çıktı, yerel-bölgesel bir gazete mi? Hiç duymadım” denilen yıllar.
BİTMEYEN GAZETE
Çalıştığım pastanenin bodrum katında gazetenin gündüz okuyamadığım bölümlerini okuyorum yatmadan önce mütemadiyen ve günün bütün yorgunluğuna rağmen. Okumak dinlendiriyordu beni ve oku oku bitmiyordu gazete o yıllarda. İsmet Özel’inden Ali Bulaç’ına, Rasim Özdenören’inden Ahmet Taşgetiren'ine, Ahmet Davutoğlu’ndan –belki çoğu kimse bilmez bir zamanlar Yeni Şafakta yazdığını- Mehmet Efe’sine ve Hakan Albayrak’ına… daha birçok isim aynı gazetede buluşmuşlardı.
O yıllarda gazetede ismini daha önce duymadığım ve resmi de bulunmayan bir köşe yazısı dikkatimi çekmeye başladı. Dil, kültür, sanat üzerine yazıyordu ağırlıklı olarak. Bir dil yanlışından başlıyor, gazetelerde veya dergilerde yapılan bizim gözümüzden kaçan ama o her kimse onun gözünden kaçmayan hatalar üzerinden yola çıkarak çok keyifli, bilgi verici, insana sözlük okumanın, ansiklopedi karıştırmanın, araştırma yapmanın tadını yaştan ve bir kelimenin peşine düşüp insana geniş bir perspektif sağlayan yazılardı onlar.
NİYE RESMİ YOK!
Bir süre sonra yazılardan dolayı yapılan hataları sevmeye dahi başlayabilirdi insan bu yazılardan dolayı. Hata üzerinden birçok ders çıkarılıyor, sözlükler, tanımlar, ansiklopediler, şiirler, kitaplar arasında geziyor ve bizi de bir anda okuyamadığımız kitapların dünyasında gezdiriyordu çünkü yazar sizi. Kimdi, niye resmi yoktu, ön plana çıkmayı sevmiyordu galiba. Muhtemelen müstear bir isimdi o. Ama gerçek kişi kimdi merak ediyordum. Tiryakisi olup, özenle takip ettiğim yazılardı onlar.
O zamanlar o yazarla tanışacağımı, bir baba gibi düğünümü yapmak için koşuşturacağını, onun benim nikâh şahidim olacağını söyleseler sizin de söyleyeceğiniz şeyleri söylerdim. Ama, hayat bakın nelere gebeymiş, geriye bakınca anlıyor insan.
KİTAPÇILARDA KALMIŞ MIDIR?
Bütün bunları niye yazıyorum. Masamın üzerinde duran ve kitaplıktan alıp yeniden karıştırmaya okumaya başladığım kitap “Yaralı Yazılar” yüzünden. Evet, bildiniz yazarı da İbrahim Demirci. Hece Yayınlarından çıkmış Yeni Şafak’ta İbrahim Kardeş imzasıyla yayınlıyordu yukarıda bahsetmiş olduğum yazıları. Kitap o dönemde gazetede yayınlanmış olan yazıların bir derlemesinden oluşuyor.
Bugün okunduğunda dahi ilginç ayrıntılar, anekdotlar içeren ve tazeliğini, okunabilirliğini koruyan, dil konusunda dikkatli, titiz, şair ve çevirmen, araştırmacı, kaygılı ve hassas bir kalp ve düşünce sahibi bir dil ustasının elinden çıkmış yazılardan oluşuyor “Yaralı Yazılar”. Kitapçılarda bulunabilir mi bilmiyorum. Nitekim dil konusundaki bu yazı ve duyarlılıklardan dolayı İbrahim Demirci, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2004 yılında dil dalında ödüle layık görüldü.
HAY HAY HAYAT
Aradan geçen bunca zaman içinde yazılan çok yazı var ve bu yazılardan kitaplaşması gerekenler hala kitaplaşmayı bekliyor. Kendisi biraz zorlanmazsa kitap haline de gelmeyecek sanki. En son, 2007 yılında Osman Özbahçe’nin ısrarıyla Ebabil Yayınlarından “Hay Hay Hayat” adlı deneme kitabı çıkmıştı İbrahim Demirci’nin. Yaralı Yazıları bulamayanlar Hay Hay Hayat’ı bulabilirler muhakkak.
Nuri Pakdil’in edebiyat dergisinde yazan İbrahim Demirci, Behçet Necatigil şiiri üzerine yüksek lisans Ahmet Haşim’in Nesri üzerine doktora çalışmasını tamamladı. Geçtiğimiz yıl Halep Üniversitesinde Türkçe dersleri veren Demirci bavulunda çokça okunacak ve çevrilecek kitaplarla yurda döndü.
GAZETEYE DÖNÜŞ NE ZAMAN?
Dönmek demişken, yani sözün tam da burasında, Yeni Şafak’tan da bu kadar bahsetmişken İbrahim Demirci’nin Yeni Şafak’ta yazmaya başlamasının hikâyesine de değinmeden geçemeyeceğim sonrasında söyleyeceğim sözleri söyleyebilmek için. Gazeteyi okur olarak takip eden Demirci, sanırım Mehmet Efe’nin bir yazısında gördüğü dil yanlışı üzerine bir düzeltme yazısı yazar ve gazeteye gönderir. Şimdi gazetenin yayın yönetmeni olan Yusuf Ziya Cömert büyük bir ileri görüşlülükle İbrahim Demirci’ye “bize bu tür yazılar yazar mısınız?” diye teklifte bulunur ve İbrahim Kardeş’in Dil Burcu köşesi bu şekilde ortaya çıkar. Birkaç yıl önce meydana gelen bir değişiklik ile İbrahim Kardeş yazılarına ara verilir gazete yönetimi tarafından. O dönem genel yayın yönetmeni olmayan ama şimdi bu görevi yürüten Yusuf Ziya Cömert’e bu yazı ulaşır mı bilmiyorum ama Dil Burcu’nun yeniden başlama vakti gelmedi mi diye sormak isterim bu yazının Yusuf Ziya Cömert’e ulaşıp ulaşmayacağını bilemesem de… Kim bilir, belki kuşlar uçurur bu yazıyı Cömert’in postasına…