Prof. Dr. Ramazan Altıntaş
Din, Medine ve Medeniyet İlişkisi
Din, şehir/medine ve medeniyet arasında Arapça gramer bakımından yakın bir ilişki vardır. Medine ve medeniyet, din/deyn kökünden türemiştir. Taşköprüzâde, tedeyyün olmadan temeddün olmaz, der. Bir başka ifade ile dini hayat olmadan medeni hayat olmaz. Peygamberler, şehirlerden ortaya çıkmıştır.(Bkz. 12/Yusuf 109). Âhir zaman peygamberi Muhammed Mustafa (a.s) da “şehirlerin anası/ümmü’l-kurâ” olan Mekke’de yaşamış ve orada kendisine risalet görevi verilmiştir. Onun getirdiği din, Medine’de bir İslam Medeniyetini vücuda getirmiştir.
Buradan hareketle İslam Kelam okulları, peygamberler olmaksızın insanların göçebe hayattan yerleşik düzene ve medeniyete geçip geçemeyeceklerini, şehirler kurup kuramayacaklarını, sanat, meslek ve ilim alanında ilerleyip ilerleyemeyeceklerini tartışmışlardır. Bu konuda Kelam âlimlerinin vardıkları sonuç, nübüvvete/peygamberliğe ait bir başlangıç olmaksızın insanî medeniyet mümkün değildir. İnsanlığın bugün sahip olduğu erdemler ve teknik medeniyet ilahi yol göstermelerle gelişmiş ve günümüzdeki yüksek seviyesine ulaşmıştır.
İmam-ı Mâtürîdî’ye göre, Peygamberler, din ve dünya konularında insanlar arasında elçilik yapmışlardır. Dünya işlerinin düzeni ve dinin ayakta kalması, doğrudan nübüvvet kurumuyla ilişkilidir. Peygamberler sadece dini hayatla ilgili değil, insan hayatıyla yakından ilgili olan; tıp, sağlık ve gıda güvenliğinin düzenlenmesi konusunda da yol gösterici olmuşlardır. Eğer peygamberler olmasaydı, ihtiyaçlar anlaşılamadığı gibi, ihtiyaçların nasıl giderileceğini de hiçbir kimse bilemezdi. Üreme yöntemleri, çocuk eğitimi bilgisi, insan zihnince düşünülemeyecek gıdaların sağlanmasının yolu; diller, isimler, sanatlar, tıp ve mesleklerin tamamı, şehir ve ülke yolları, hayvanların eğitimi ve kullanılma yöntemi, bu sayılan hususların bizzat kendileri, temel ilkelerinin akılların çıkarımlarıyla değil, peygamberlerin öğretimi ve yol göstermeleriyle olmuştur. Burada anlatılan gelişmeler, İslam medeniyetinin kurucu unsurlarıdır.
Sonuç olarak, Farabî’den İbn Sina’ya, İmam-ı Mâtürîdî’den Fahreddin Râzi’ye varıncaya kadar İslam bilginleri medenî hayatla nübüvvet arasında kuvvetli ve zorunlu bir bağ kurmuşlardır. Bugün özünde seküler izler taşıyan Batı medeniyeti, bütün bir insanlığa kan ve gözyaşından başka bir şey getirmemiştir. Ondokuzuncu yüzyılın başlarından itibaren İslam Medeniyeti durdurulma süreçlerine sokulmuştur. Yeniden medeniyetimizin ihyası için hala imkânlarımız var. Batı medeniyetiyle aramızdaki mesafe çok değil. Açılan makas kapatılabilir. Yapılması gereken, yeniden Kur’an ve sünnet temelli; Allah, insan ve tabiat tasavvurumuzu ortaya koyabilmektir. İlmî ve teknik alandaki gelişmelere paralel olarak ahlâki ve manevi alandaki gelişmeleri birlikte sürdürmektir. Rahmetli Erbakan hocamızın maddi ve manevi kalkınma dediği şey budur. O halde bu ses, bütün bir İslam dünyasında yankılanmalı ve uygulama alanına âcilen geçirilmelidir.