Mustafa Yiğit
Engelli uzvunu yitirir...
Engelli uzvunu yitirir, insan olma vasfını değil…
Engelliler günü aslında engellilere değil, insan olarak kendimize ne kadar değer verdiğimizi hatırlatmalı diye düşünüyorum
Oysaki bizler engelli olduğumuz anda insan olma kriterlerinden birini kaybediyormuş gibi dünyanın ortasında kalıveriyoruz.
Engelli insan, sadece biz uzvunu yitiriyor, ya da bir uzvu işgörmez hale geliyor.
Toplumdaki engelli algısı ise daha çok insanın bir uzvunu yitirmesi değil, insana dair kriterleri yitirmesi gibi bir düşünce olarak toplumda yer ediyor.
Kolsuz, bacaksız, gözsüz, kulaksız, burunsuz, saçsız, parmaksız, böbreksiz bir insan olamayacağını düşünüyoruz.
İnsan olmanın asli unsurunun bu uzuvlarla doğrudan ilgili olduğunu düşünüyoruz…
Engelliye davranışlarımızın altında belki de böyle sakat bir mantık var.
Ona bu zaviyeden bakmaya başlamamız belki de engelli meselesindeki en önemli zorluklardan birisi.
O’nun hayattaki yeriyle ilgili çekincelerimiz var.
Hayatta engellinin yeri, konumu en büyük problem alanı.
Engelliyi nereye koyacağımızı şaşırıyoruz.
Hatta engelliyi hiçbir yere koymadan yok saymak gibi bir seçenek de toplumun büyük bir bölümünde kabullenilmiş bir durum olarak karşımıza çıkıyor.
Engellilerle mümkün olduğunca karşılaşmayalım, onun zayıflıklarını gördükçe kendimize dair handikapları da görür ve insan oğlunun o kadar da güçlü bir varlık olmadığını anlarız korkusu toplumun engelliden kaçmasının en önemli nedenlerinden biridir diye düşünüyorum.
Engelliden kaçarak kendi gerçeklerinden kaçacağını düşünenler var maalesef toplumların pek çoğunda.
Engelliye bigane kalmak, engelliyi görmezse, engelli olabileceğini aklına getirmemek gibi bir rahatlama sağlıyor insanlarda galiba.
İnsan garip bir şekilde güçlüyü ve güçlü olma duygusunu seviyor.
Engelli ise toplumda zayıflığın, çaresizliğin sembolü.
Bu zayıflık sembolüyle yan yana anılmak istemiyoruz…
Merhamete dair duygularımız da bu nedenle sorgulanacak bir hal alıyor.
Merhamet duygusunun yalnızca eksikler ve eziklere dönük bir duygu olduğunu düşünüyoruz.
Sadece engellilerin merhamete ihtiyacı olduğunu düşünüyor, engelliye merhamet göstermenin bir lütüf olduğunu zannediyoruz.
Oysa ki merhamet yalnızca engelliye gösterilmesi gereken bir lütüf değil, insan olmaya dair en önemli, en rahmani vasıftır.
Darda kalan herhangi bir dostuna nasıl ilgi gösteriyorsan, engelli olarak gördüğün bireyi de o kefeye koyarsan, öyle görürsen ve ilgi gösterirsen zaten Allah rızasını kazanmış, merhamet duygusundan sen de nasibini almış olacaksın.
İnsan zaman zaman merhamet gösterirken bile bunu bir kar zarar ilişkisine dönüştürme, engellinin derdiyle ilgilenmenin, onun derdine derman olmanın, ona merhamet göstermenin cennete gitme, günahlarının kefaretini ödeme yani bunu dini bir tahsilat olarak görme eğiliminde bile olabiliyor.
Cami kapısında engelliye gösterilen ilgi, cami kapısından çıktıktan sonra gösterilmeyebiliyor.
Oysa ki engelliyle ilgilenmen için onun insan olduğunu bilmen yeterli.
Evet, ayaksız, kolsuz, burunsuz, kulaksız, parmaksız insan olabilir…
Bu uzuvların kaybedilmesi her an hayat denen macerada başımıza gelebilecek şeylerden biri…
Oysa kalpsiz insan olmaz.
Kalp hissetmiyorsa, kalp acımıyorsa, kalp kırılmıyorsa, kalp ağlamıyorsa o kişinin insan engelli değildir ancak insan olduğu da şüphelidir.