Eski Adliye ve zamane mahkûmları
İşlediği bir cinayetten dolayı müebbet hapse mahkûm olmuş, sonra da 24 yıl ceza almış bir adamın dilinden Adliye anıları...
İsmail DETSELİ
Uzunca bir süredir yıkımı devam etmekte olan eski adliye binasının yıkılışını her gelip geçişimde içimde bir hatıra yumağı oluşturur ve o eski yılları düşünürüm.
Tabi eski adliyenin yıkılması ile şehir merkezinde oluşan şu gerçeği de kabul etmek gerekir. Mesela koca şehrin merkezi büyük bir yeşil alan kazanacak. Bunun yanında tabi gönül şunu da istiyor: Bu Alaaddin tepesinin kuzeyindeki tüm çirkin görünümler kaldırılsın, tarihi binaların haricinde o metruk binalar yıkılsın… Hatta eski kültür parkın içersindeki ufak büyük tarihi bir değeri olmayan binalar da yıkılsın. Kültür parktaki pis görüntülere de son verilsin. Dahası trafik tamamıyla yer altına alınsın, TYB’nin kullandığı binanın bahçesi biraz daha genişletilsin. Buralar bu şekilde kültürel kullanıma açılsın ve şehrimiz daha da güzel olsun. Yetkililer buna el atarsa inşallah olur da.
Gelelim bizim hikâyeye. Hatırladığım kadarı ile1960 yıllarda yapımına başlanan 1970’li yıllarda da biten bu adliye sarayının içimdeki hatırası şuydu:
Bizim köyümüzde bir kader mahkûmu diyebileceğimiz rahmetli Halil emmi vardı. İşlediği bir cinayetten dolayı müebbet hapse mahkûm olmuş, sonra da 24 yıl ceza almıştı ve bu cezasını çeşitli ceza evlerinde çekmiş, son zamanlarını da Konya’da cezasını çekmiş. Bu adliye binası onun dilinden anlatayım:
“Üzerimizde büyük yükü var bu binanın Ismaylım çünkü çok emek verdik buranın yapımında” derdi. “Sırtımızda akşama kadar taş, çimento çekerdik, aylarca sürdü buranın yapımı ama şikâyetçi de olmazdık. Çünkü içerde artık iyice daralmıştık yata yata, onun için sırtlarımız yara bere olurdu yine de seve seve o binanın inşaatına iştahla giderdik. Gerçi gitmek mecburiyetimiz de vardı. Elimiz mahkûmdu çalışmaya” der ve bu binanın yanından bazen geçerken büyük bir soluk alır ve derin bir iç geçirirdi.
Bir gün yine bir dava için geldiğimizde mahkemeden çıkınca durdu ve gözleri doldu, kendisi geçmişe daldı gitti… “Ne oldu Halil emmi gene bir şeyler hatırladın sanırım” deyince, “Sorma be enişte” dedi ve şöyle devam etti:
“Bir gün burada çalışıyoruz, gardiyan geldi. ‘Halil seni bir görmek isteyenler var acele kimseye belli etmeden bir görüş, köylülerin gelmiş herhalde’ dedi.
İşi bıraktım, bir de baktım ki rahmetli yengen eşeklerle Konya’ya gelmiş. Benim de bu inşaata çalıştığımı beni gören köylülerden duymuş, bir göreyim diye gelmiş. Bir de oğlum var yanında, onları karşımda gördüm. Ağlayım mı utanayım mı ne yapacağımı şaşırdım. Hanımın vaziyeti öyle perişan ki ayağında bir yarım postal (pabuç), üzerinde yamalı bir don, bir içlik, halleri perişan. Oğlumun dersen her yeri yamalı, bir iplik çeksen kırk yaması düşecek. İşte göz görmez gönül katlanırdı onların yokluğuna irezilliğine ama karşımda onları öyle görünce perişan oldum, bittim, eridim. İşte bir insanı öldürdüğüme o an bin pişman oldum ve kendimden utandım.”
Ve bir hayli ağladı ve onu görünce ben de içlendim ve ağladım. İnsanların bazen bir öfkelenmesi nelere mal oluyor diye de irkildim. Zaman zaman yine de bu binaya ufak tefek olaylardan dolayı işi düşerdi. Çünkü köyde hapisten çıktıktan sonra koruma bekçiliği gibi işler verirdi köy muhtarlığı, onun maişetini temin ederdi. Bundan dolayıdır ki köyler arası kavgalarda veya köy içi olaylarda bazen buraya yine işi düşerdi merhum Halil emminin.
Şimdi Halil emminin katil oluşundan bahsedeyim…
Yıl 1952-1953… Sanırım bütün köylüler ekinleri biçmişler, harmanda düğen sürmekteler. O zamanlar bizim Gilisira köyünün mahallesi olan şimdi köy statüsü alan Kumrallı köyünde yaşıyordu Halil emmi. İşte serde gençlik de var, deli balaklık var, bunun yanında gençliğin verdiği efelik de hat safhada… Bir çöplükte eşinmeye çalışan iki de horoz var. Biri Halil emmi merhum diğeri ise aynı köyden rahmetli İbrahim diye birisidir. Köylüler arasındaki namı ise LÜLLÜŞ’müş, köyde böyle derlermiş ona. Adamın tam bir gaddar hali varmış, ben o kadarını bilemiyorum, yaşım itibari ile… Astığı astık kestiği kestik, gözü kara, kimseden, geceden, dağdan, ormandan korkmaz hem köylerinin içinde hüküm sürer hem de civar köyler arasında hükmü sürer bir adam. Herkes onun zulmünden korkar, her dediğine eyvallah derler, ona itiraz etmezlermiş… Bunun durumu o yılların genç delikanlısı Halil emmiyi de harekete geçirir, onunla aynı köylüler ama bir zıtlaşma olur aralarında, Lüllüşün çocuğu yok ama evli…
Halil emminin ise üç oğlu iki kızı var, hepsi de daha ufaklar. Halil emmi baya 30-35’inde var, erken evlenmiş, beş tane evladı olmuş. Halil ile İbrahim zaman zaman köyün içersinde veya davarcılık yaptıklarından gece gündüz dağlarda karşılaştıkça birbirlerine küfür ve dövüşerek daima kavga ediyorlar ama bunlar hep gelip geçici olaylar.
Fakat bir birikim oluyor aralarında, böyle hasmane tutum içersinde olan adamların arasında bu sürtüşmenin devamını sağlayan ve devam etmesini isteyen fitne fesatçılar da eksik değil ve bunların arasında laf getirip götürüyor adamın biri… Halil’e varıp “aman kendine dikkat et Lüllüş seni vuracak öldürecek” ardında Lüllüş’e varıyor “aman dikkat et gece gündüz gidip geldiğin yerlerde Halil seni silahla öldürecek” derken bir lafın yanına beş laf daha katıp ya da hiç söylenmemiş lafları taşıyarak bu iki kişi arasındaki yarayı daima kaşıyor ve tahammül sınırları sona dayanıyor.
HALİL LÜLLÜŞÜ VURUYOR
Dediğim gibi bir düğen sürme zamanıydı, yine o fitneciler tarafından iyice doldurulan Halil İbramı öldürmeye, vurmaya karar veriyor ve öyle sağlama alıyor ki kendini yaralı filan bırakmak niyetinde değil. Çünkü onu öldürmez de yaralı kalırsa dediklerine göre o bunu öldürecek, onun için mutlaka ölmesi lazım. Bunun için de zamanın dolma çifte tüfeğini önce saçma ile doldurup sıkılayan Halil, üstüne bir de kurşun indirip sıkılıyor, buna köy yerlerinde kancık sık derler, adama isabet ettimi kesin öldürücüdür. Bu tertibatı alan Halil o zamanlara harman yerlerinde düğenin geniş dönmesi için saplar harmanın dört bir tarafına yığılıp halka yapılır, bir giriş bırakılır…
Bu şekilde orta yerde düğen sürülürdü öküzler ile. Halil emmi sapların arasından gizlenerek İbramın harmanının giriş ağzına kadar yaklaşır. Elindeki tüfeğini İbrama doğrultur, düğenin üzerinde öküzlerle düğen sürmekte ve dolanmakta olan ve hiç bir şeyden korkusu ve de haberi olmayan İbrama silahın tetiğini çekiverir. İbram düğenin üzerine yığılır kalır, köy harmanlarında kadın kız erkekler de bir figan kopar ki sormayın… Halil oradan halkın arasını yararak kaçar ve dağlara çıkar gider, bir kaç gün yakalanmaz sonra köye jandarma gelir, tertibat alır… Mustandık gelir otopsi yapılır, İbram defnedilir, ağıtlar, ağlaşmalar, sızlaşmalar derken bir iki gün sonra Halil gidip cendermeye teslim olur ve cürümü meşhuttan kurtulur. Öyle derlerdi o zamanlar ne demekse (cürümümeşhut) ilk olayın olduğu durumu atlatıp sonradan kendisinin güvenlik güçlerine teslim olması iyiye işaretmiş sanırım.
Halil’in hapisteki tutukluluk hali 3 senedir. Mahkeme uzun sürer ve üç sene sonra ceza alır Halil.
HÂKİM HALİL’İ YANILTIYOR
Bundan sonrasını onun dilinden dinleyelim. Burada şunu da belirteyim benim eşim Kumrallı köyünden, bu Halil emmi gile de biraz akrabalık çatar. Onun için bana enişte derdi Halil emmi. “Tam üç sene sürdü mahkeme enişte” diye başladı Halil emmi söze:
Ben itiraz ediyorum ben vurmadım diye hâkim de bir türlü karar verivermiyor enişte. Vurdum demiyorum ya ben vurmadım dedim mi mahkeme uzuyor. Peki, sen köylü cahil bir adamsın nasıl böyle akıllı ifade verebiliyorsun emmi diyorum? Sorduğuna bak enişte orası mapus damı, orda çok bilgililer var, yarın kim mahkemeye çıkacak o gece damda (hapishanede) mahkeme heyeti kurulur. Mahkûmlardan kimi hâkim olur kimi savcı olur kimi suçlu olur kimi avukat olur ve ayni bir gün sonra göreceğin mahkemeyi orda görürsün ona göre ifade veririsin onlar beni öğretiyorlardı. Peki, sonra nasıl karar verdiler katil olduğuna? Sorma enişte onlar (hâkimler) okumuş akıllı adamlar, öyle boşuna dirsek çürütmeyyorlar okullarda. Nasıl yani? Hâkim üç senenin sonunda beni öyle bir boşluğa düşürdü ki her gün mahkeme eden damdaki hâkim mahkumlar bile şaşırdılar vallahi. Ne dedi? Yine bir sabah mahkeme başladı, hâkim bana döndü, Halil ben tam 18 senelik ağır ceza reisiyim, fakat senin sırrına eremedim. Baya deliller olmasa senin vurmadığına kanaat edeceğim şu soruma iyi cevap ver ve bu işi bitirelim dedi. Buyur hâkim beğ dedim. Senin maktulü öldürmediğini anladım da tüfeğin hangi gözüne kancık sıkı yerleştirdin, sağ gözüne mi sol gözüne mi dedi? İyice onun güzel sözlerine kanmıştım ve dalmışım sanırım enişte, uykudan uyanır gibi oldum bir anda sol gözüne deyiverdim. Ve hâkim beğ hemen ayağa kalktı, sert bir eda ile karar dedi. Ve beni müebbete mahkum ediverdi…
Ve ardından da işte bunlar okumuş akıllı adamlar garam… Bizim ne hökmümüz olacak, bir anda ağzımızı dilimiz bağlanıverdi. Sonra tahrikler, hafifletici sebepler göz önüne alındı ve 24 yıla mahkûm olduk ve yıllarımız damlarda geçti. Ölmeyen ne bir şey olmuyor acı ızdırapla günler yaşam geçiyor ama yine de hayat devam ediyor. Vay gidene enişte adam öldürmek adam canına kıymak çok zor bir iş, onun için kendi çocuklarımı onun çocuklarını gördükçe hep öldüm, o bir kere öldü gitti…
Halil emminin İnlice köyünden aldığı vefakâr ve çilekeş eşi kocasının hapisten çıkması ile 6 ay kadar daha yaşadı, bu kadar çektiği dert ve çileden sonra hayatta fazla tutunamadı hakkın rahmetine kavuştu. Halil emmi de o köyü terk edip bizim köye Gilissira’ya gelip yerleşti, bir hanım aldı ondan da birçok çocukları oldu. Ve Allah rahmet eylesin sonraki eşi Iraz abla da kendisi de birkaç yıl kadar önceleri hakkın rahmetine kavuştular. Allah günahlarını affetsin. Onun için adliye yıkılırken hep Halil emmi aklıma gelir ve onun o sözlerini düşünürüm. Allah kimseyi böyle gaflete ve kötülüğe düşürmesin. Yuvasında zorluklar yaşatmasın. Saygı ile…