FETÖ'nün emniyet yapılanması

FETÖ'nün emniyet yapılanması

FETÖ/PDY, terör örgütü PKK ile gizli kapılar arkasında iş birliğine gitti - FETÖ, iş dünyasını "himmet" tehdidiyle kendisine bağlamaya çalışırken, hukuka aykırı şekilde dinlediği ve takip ettiği iş adamlarının açıklarını kayıt altına alarak, şantaj yaptı

Devleti ele geçirmek amacıyla 1970'li yıllardan itibaren emniyette örgütlenmeye başlayan ve 15 Temmuz'da darbe girişiminde bulunan Fetullahçı Terör Örgütü/Paralel Devlet Yapılanması (FETÖ/PDY), özellikle 80'li yıllarda emniyet piramidinin tabandan tavana tüm basamaklarında güçlendi.

FETÖ/PDY'nin emniyette örgütlenmeye başladığı dönemde kritik görevlerde bulunan polislerle yaptığı görüşmelerden ve yazışmalardan derlediği bilgilere göre örgüt, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni tüm birimleri, toplumu da tüm kesimleriyle ele geçirip emelleri doğrultusunda yönetmeyi hedefledi.

Elebaşı Fetullah Gülen ve örgüt üyeleri, devleti ele geçirmek için en kritik kurum olarak seçtikleri polis teşkilatında 1970'li yıllardan itibaren örgütlenmeye başladı. Emniyet teşkilatında gözle görülür ilk yapılanma, 1974'te, Ali Osman Kahya, Mustafa Sağlam ve Ramazan Akyürek'le beraberindeki birkaç öğrencinin polis kolejine girmesi oldu.

FETÖ soruşturmaları kapsamında tutuklanan eski Bursa Emniyet Müdürü Ali Osman Kahya cezaevinde bulunurken, firari olan eski Antalya Emniyet Müdürü Mustafa Sağlam, paralel yapı soruşturmaları bünyesinde 2014'te görevinden alındı ve 27 Ekim 2016'da hakkında yakalama kararı çıkarıldı. Eski İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek ise Hrant Dink cinayeti davasında tutuklanmıştı.

Emniyet teşkilatında sağlam temeller oluşturmak için her yolu deneyen terör örgütü, 3 yıllık polis koleji ve 3 yıllık polis enstitüsü eğitimlerinin ardından geleceğin amir ve müdürlerini örgüte bağlı yetiştirmek amacıyla 1980'de komiser yardımcısı olarak mezun olan Kahya, Sağlam ve Akyürek'i koleje sınıf komiseri olarak atadı.

Anadolu'nun farklı bölgelerinden mütedeyyin ailelerden gelen ve tüm umutlarını koleje bağlayan 14-15 yaşlarındaki çocukların en büyük idolü, ilk kez resmi üniformalı olarak gördükleri sınıf komiseri ve amirleri oldu. FETÖ, sınıf komiserleri ve amirleri vasıtasıyla hafta sonları örgüt evlerine giden, sohbetlere katılan maddi durumu iyi olmayan öğrencilere destek sağlayarak gönüllerini kazandı.

Bu sosyolojik tespiti iyi yapan PDY, mevcut sistemle 40 yılda farklı rütbe ve makamlarda çok sayıda üniformalı örgüt üyesi yetiştirdi.

Polis koleji ve polis akademisinde uygulanan sistemi, ilerleyen yıllarda teşkilatın sahada iş yükünü sırtlayan polis memurlarının yetiştirildiği polis okullarında da hayata geçiren FETÖ, emniyet hiyerarşisinin tüm basamaklarında örgüt zincirinin güçlenmesini sağladı.

Sınav sistemi

FETÖ, emniyete giriş ve polislikten komiserliğe geçiş sınavları başta olmak üzere, personelin girdiği birçok sınavda tek bir sistem izledi.

Zonguldak'ta FETÖ mensubu olduğu gerekçesiyle gözaltına alınan ve Etkin Pişmanlık Yasasından faydalanarak itirafta bulunan emniyet personeli, bu sistemde sınavdan bir gün önce sınava girecek örgüt üyelerinin hücre evlerine çağrıldığını, bir odaya tek tek alınan kişilere, örgüte bağlılıktan ayrılmayacağına ve soruları gördüğünü hiçbir yerde dile getirmeyeceğine dair yemin ettirildiğini anlattı.

Daha sonra eve gelen ve öğretmen olarak tanıtılan ancak hiç kimse tarafından tanınmayan personelin kağıt, kalem, soru kitapçığı, fotokopi ve dijital kayıt tutacak hiçbir malzemenin sokulmasına izin verilmeyen odada, projeksiyon üzerinden 7-8 kez soruları çözümleriyle birlikte tekrar ederek, sınava girecekleri çalıştırdığı kaydedildi. Öğretmenin evden ayrılmasıyla tekrar yemin ettirilen üyelerin, o gece örgüt evinde zorunlu olarak yatırıldığı ve kimseyle telefon dahil iletişim kurmalarına izin verilmediği, sabah üst araması yapılan üyelerin, sınav saatine yakın bir zamanda evden çıkartılarak gözetim altında sınava gireceği okula götürüldükleri ifade edildi.

80 darbesinde FETÖ'nün durumu

12 Eylül 1980 darbesiyle başlayan süreçte toplumun geniş kesimi ciddi mağduriyetler yaşarken, emniyet teşkilatındaki FETÖ'cüler kritik noktalara yerleşti.

Sınıf komiseri ve sınıflar amiri pozisyonundaki orta düzey FETÖ yöneticilerinin, kolej ve akademide kendilerinden olan öğrencilere sınav sorularını verme, notlarını yüksek tutma, sicillerini yüksek gösterme ve soruşturmalardan uzak kalmalarını sağlama gibi kolaylıklar gösterdiği belirtilirken, kendilerinden olmayanlara ise çeşitli bahanelerle soruşturmalar açıp sicillerini bozduğu, iftira attığı, mobbing uyguladığı öne sürüldü.

FETÖ'nün, 1983 seçimlerinden sonra gözüne girmeyi başardığı siyasetin güç ve yetkisinden istifade ederek, her alanda olduğu gibi emniyet teşkilatı içerisinde de gücüne güç kattığı ifade edildi.

22 öğrenci kara listeye girdi

Çeşitli sorgular, ağır şiddet, hafta sonu ile ev izni iptali gibi birçok baskıya yıllarca katlanan ancak FETÖ'ye biat etmeyen birçok öğrenci gibi 1988'de mezun olan 22 polis akademisi öğrencisi de örgütten nasibini aldı. Komiser yardımcısı olarak göreve başlamaları gereken bu öğrenciler, sosyal demokrat görüşü savundukları ve eğitimleri süresinde FETÖ'cü gruba karşı keskin söylemlerde bulundukları için örgütün kara listesine girdi. Bu nedenle sicil notları düşürülen söz konusu öğrenciler, akademiden komiser yardımcısı yerine polis memuru olarak mezun edildi.

Akademiden ve polis okullarından yoğun şekilde mezun veren PDY'nin, üyelerini ilk olarak aktif şubeler ve sokak polisliği yerine, personel ve eğitim şube gibi idari kısımlara yönlendirdiği, rahat kadrolaşabilmek için Personel Daire Başkanlığına ve il emniyet müdürlüklerindeki personel şube müdürlüklerine sızdığı tespit edildi.

Emniyet yetkililerinden alınan bilgiye göre, İstanbul Çevik Kuvvet Şube Müdürü Ahmet Pek, 1997'de Personel Şube Müdürlüğüne atandı. İlki 1997 yazında ikincisi de Ocak 1998'de olmak üzere yapılanmaya giden Pek'in, İstanbul Emniyetinde FETÖ'nün sistematik olarak temellerini attığı iddia ediliyor. Pek, 14 Şubat 2016'da, FETÖ/PDY'nin Selam Tevhid soruşturmasında kumpas kurduğu iddialarına ilişkin yürütülen soruşturma kapsamında tutuklanmıştı.

Örgütün eğitim şubelerini de çok iyi kullandığı, idari birimlerde iş yoğunluğu ve takipli çalışmalar az olduğu için düzenli mesai saatine tabi olan FETÖ'cü personelin kolaylıkla üniversite, lisansüstü ve doktora eğitimlerini tamamladığı, yabancı dil öğrendiği ve yurt dışı eğitimlerine gidebildiği belirlendi.

Emrullah Uslu, Önder Aytaç ve Yakup Saygılı gibi çok sayıda üyesini farklı tarihlerde yurt dışı eğitimlerine de göndererek, bu kişileri bilinçli şekilde parlatan örgütün emelleri doğrultusunda uzun yıllar geri planda hizmet veren Nazmi Ardıç, İzmir ve İstanbul emniyet müdürlüklerinde kritik görevler yürüttü.

"Futbolda şike" ve "17-25 Aralık" kumpaslarının beyni olarak bilinen eski İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Ardıç, polis akademisinde uzun yıllar sınıf komiserliği yaptı. Ardıç'ın, örgütten olmayan öğrencilerin tasfiye edilmesinde etkin rol oynadığı iddia ediliyor.

"17-25 Aralık" operasyonlarının kritik ismi olan eski İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdür Yardımcısı Kazım Aksoy da 10 yıla yakın İstanbul Radyo TV ve Foto Film Şube Müdürlüğünde görev yaptı. Aksoy, terfi aldıktan sonra etkin bir şubede göreve getirildi.

Ardıç ve Aksoy, FETÖ/PDY soruşturmaları kapsamında açılan davalarda tutuklu yargılanıyor.

57 sertifikası olan FETÖ'cü komiser

Kocaeli İl Emniyet Müdürlüğünde görev yaptığı 2014'te FETÖ/PDY üyesi olduğu gerekçesiyle ilçeye sürülen bir komiser, 57 sertifikaya sahipti. İlçe Emniyet Müdürü, yönetmelik gereği, belirli bir sürede personele operasyon, atış, yakın savunma ve iletişim alanlarında kurs verilmesini istediğinde, sadece bu komiserin ilgili kurslara ait sertifikası olduğunu gördü.

Örgütün, kritik büyükelçilik ve konsolosluklarla önemli dış görevlere gidecek personelin seçimlerinde çoğunlukla kendi üyelerini gözettiği, bu kişilerin görevlendirildikleri yerde devletten çok örgüt için çalıştığı tespit edildi. Dış göreve giden örgüt mensupları, yüksek maaşlarının bir kısmını da düzenli olarak "himmet" adı altında örgüte verdi. Ayrıca bu kişiler, ilk gidişte de toplu miktarda bir parayı örgüte aktardı.

Hukuk işleri şube müdürlüklerine de önem veren örgüt, mensuplarının adli ve idari soruşturmalarını kapatırken, kendilerinden olmayanların meslek hayatlarını etkin cezalarla kararttı.

Yazılımlarda "Backdoor"

Bilgi İşlem Daire Başkanlığı ve şube müdürlüklerinde örgütlenen FETÖ mensuplarının, UYAP, MOBESE, PolNet ve MERNİS gibi programların projelerini geliştirip, ihalelerini örgütle ilişkili firmalarına yüksek fiyattan verdiği belirtildi. Örgütün, söz konusu yazılımlarda, sistemlerde sadece kendilerinin bildiği açıklar, arka kapılar (Backdoor) oluşturup örgütün havuzuna bilgi aktararak, her şeyi kontrol altında tuttuğu belirlendi.

Örgüt, özellikle 1998'de PolNet'e geçişle Türkiye genelindeki emniyete ait bilgilere tek bir merkezden ulaşabildi. Önemli bir soruşturmaya ilişkin çalışma yürüten söz konusu ilin emniyet müdürü ya da şube müdürü, mevcut konuyu ne kadar gizli tutsa da bilgileri sisteme girdiğinde FETÖ, kayıt dışı bağlantıdan konuya vakıf olup, örgüt çıkarları doğrultusunda tedbir aldı.

Polis akademisi ve polis okullarından kazandıkları personeli, izledikleri taktiklerle nitelik olarak belirli bir seviyeye taşıyan ve emniyet teşkilatı içerisinde güç haline gelen FETÖ, operasyonel şube anlamında ilk olarak hedefine istihbaratı oturttu. Çünkü, teknik takip ve dinlemenin, 1990'lı yıllarda sadece istihbarat üzerinden yapılması mümkündü.

Dinleme, takibe alma, arşivleme ve günü geldiğinde kullanma gibi yöntemlerle her türlü bilgiye vakıf olmak isteyen örgüt, emniyet istihbarat üzerinden her alana mutlak hakimiyet sağlamayı hedefledi.

İstihbaratçı müdür FETÖ itirafçısı oldu

17-25 Aralık sürecinden sonra FETÖ üyesi olduğu gerekçesiyle meslekten atılan ve darbe girişimi gecesi Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığını ele geçirmek üzere buraya geldiği iddia edilen eski İstihbarat Daire Başkan Yardımcısı Gürsel Aktepe, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanlığının giriş kapısı yakınlarında gözaltına alınmış ve FETÖ'nün yapılanmasına ilişkin etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak isteyerek itirafçı olmuştu.

Örgütün "Emniyet imamı" olduğu iddia edilen Kemalettin Özdemir'in 2006-2007'ye kadar emniyet sorumlusu olduğunu ifade eden Aktepe'nin İstihbarat Daire Başkanlığından verdiği isimlerin çoğu Dink cinayeti davasında ya sanık ya da soruşturmada şüpheli olarak yer aldığı gibi Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yasa dışı dinlemeye ilişkin yürüttüğü soruşturmada da şüpheli konumunda bulunuyor.

Öte yandan, Türkiye'nin 81 ilinde faaliyette olan MOBESE kısaltmasının, FETÖ'cülerin isimlerinin baş harflerinin bir araya getirilmesiyle oluştuğu, istihbarat kökenli emniyet mensupları Mustafa Hararcı, Osman Nihat Şen, Basri Aktepe, Erim Çoban, Süleyman Demirci ve Erdoğan Toprakçı'nın isimlerinin baş harflerinin kullanıldığı iddia edildi. Bu kişilerden Erim Çoban dışındaki tüm isimler, FETÖ soruşturmaları kapsamında ya tutuklandı ya da meslekten ihraç edildi.

Kura çekiminde hile

Polis akademisinden 1991'de komiser yardımcılığı rütbesiyle mezun olan öğrencilerin görev yerlerinin belirlenmesi için yapılacak kura çekiminde hile yapıldığı ihbarı üzerine, dönemin Emniyet Genel Müdürü Ünal Erkan, Anıttepe'deki salona baskın düzenledi.

Kura heyetinin masasının üzerindeki torba dışında masa altında ele geçirilen torbada, genel müdürlükle önemli dairelerin yanı sıra İstanbul, Ankara ve İzmir gibi illerin yazıldığı kağıtların olduğu ve mevcut listede isimleri işaretlenen FETÖ'cü öğrencilere bu torbadan çekim yaptırıldığı tespit edildi.

Olayla ilgili başlatılan soruşturmada, Polis Akademisi Başkan Yardımcısı Emniyet Müdürü Hasan Basri Ergül, Akademi Sınıflar Amiri Ali Bilkay ve Emniyet Genel Müdürlüğü Personel Daire Başkanlığı Atama Şube Görevlisi Komiser Talip Özdemir, "görevi kötüye kullanma" ve "kura ile atamada usulsüzlük" suçlamasıyla polislikten atıldı.

Bu isimler, açtıkları davaların ardından tekrar mesleğe dönerken, göreve iade edilenlerden Ali Bilkay, emniyet içinde farklı görevler yaptıktan sonra 2011'de İzmir Emniyet Müdürü oldu. Görevi süresince kumpas olduğu ortaya çıkan "Askeri Casusluk" ile "17-25 Aralık" operasyonlarını yürüttüğü iddiasıyla Bilkay, 2014'te görevden alındı, Kasım 2015'te söz konusu kumpaslara yönelik açılan davalardan tutuklanan Bilkay, Haziran 2016'da tahliye edildi.

FETÖ'nün emniyet, eğitim ayağında kritik işlere imza atan isimlerin başında, eski Eğitim Daire Başkanı Salih Tuzcu ile eski Polis Koleji Müdürü Osman Karakuş gelirken, FETÖ soruşturmalarından halen firari olan bu iki isim, farklı birimlerde görevde bulundukları dönemlerde örgüt adına teşkilat içerisinde birçok isme operasyon gerçekleştirmekle suçlanıyor.

Kura yolsuzluğunun yaşandığı 1991'de akademi son sınıf öğrencisi Rafet Yılmaz, mezuniyetine bir gün kala 22 Temmuz'da disiplin notu düşürülerek teşkilattan ihraç edildi.

Emniyet Genel Müdürlüğüne konuya ilişkin 24 Eylül 1991'de ifade veren Yılmaz, 1987-88 öğretim yılında polis akademisine girdiğini, okulda da namaz kılmaya devam ettiğini, kendisiyle ilk ilgilenen kişi İrfan Kayaönü'nün teklifi üzerine, hafta sonları bazı evlerde toplanıp ibadet ettiklerini anlattı.

Söz konusu grupla uzun süre birlikte olan ve sohbetlerine katılan Yılmaz, ifadesinde, ilerleyen süreçte bazı konularda ters düştüğü ve düşünce farklılığı oluştuğu için kendisini bu ortamdan soyutladığını kaydetti. Yılmaz, bu nedenle FETÖ'cülerin kendisine kin beslediğini, mezuniyetine bir gün kala disiplin notu düşürülerek okuldan atıldığını belirterek, örgüt üyesi olduğunu iddia ettiği ve aralarında akademisyenlerle rütbeli personelin de bulunduğu 102 kişinin ismini verdi.

Yılmaz'ın verdiği bilgi ve isimlerden hareketle, Emniyet Genel Müdürlüğü Polis Teftiş Kurulu Başkanlığı Polis Başmüfettişi Sezgin Şenel tarafından 28 Ağustos 1992'de fezleke hazırlandı.

Emniyet Genel Müdürlüğü "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti niteliklerini değiştirerek, yerine şeriat düzenini getirmeyi amaçlayan illegal Fetullah Hoca'nın talebeleri adlı örgütün teşkilatımız bünyesinde özellikle polis akademisi, polis koleji ve polis okulları gibi eğitim ve öğretim kurumlarında örgütlendiği, bu örgüte girmeyenlerin veya girip ayrılmak isteyenlerin tehdit edildikleri, ihbar edilmek ve disiplin cezası verilmek suretiyle meslekten ilişkilerinin kesildiği" iddialarına ilişkin düzenlenen fezlekeyi, soruşturma başlatılması için Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığına gönderdi.

DGM Cumhuriyet Savcısı Tevfik Hancılar tarafından Fetullah Gülen, Prof. Dr. Ali Şafak, Doç. Dr. İsmet Yılmaz Toprak, Yrd. Doç. Dr. Ahmet Karaaslan ile emniyet personeli Hasan Basri Ergül, Muharrem Tozçöken, Salih Tuzcu, Adem Türer, Celalettin Martin, Maksut Aral, Muharrem Susuz, Ercan Taştekin, Zekai Aygümüş, Turan Odabaş ve Kemalettin Özdemir'in de aralarında bulunduğu 102 kişi hakkında yürütülen soruşturmada takipsizlik kararı verildi.

Savcı Hancılar kararına "Laikliğe aykırı olarak, devletin sosyal veya ekonomik veya siyasi veya hukuki temel düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla cemiyet tesis, teşkil, tanzim veya sevk ve idare etme" suçunu düzenleyen maddenin yürürlükten kaldırılmasını gerekçe yaptı.

Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Talat Şalk, 1997'de dosyayı tekrar açarak "Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın laik ve sosyal hukuk devleti niteliklerini değiştirerek yerine şeriat düzeni getirmeyi amaçlayan illegal 'Fetullah Hoca'nın talebeleri' adıyla örgüt kurmak" suçundan yürüttüğü soruşturmada, kamu davasının açılmasını haklı gösterecek delil bulunmadığından 20 Mart 1998'de takipsizlik verdi.

Aydınlık'ın manşeti ve ihbar mektubu

Aydınlık gazetesinin 10 Ocak 1999 tarihli nüshasında "Fetullah, emniyeti ele geçirdi" başlığıyla "Emniyet Genel Müdürlüğü Personel Daire Başkanlığının yüzde 95'inin Fetullah cemaatine mensup olduğu, örgütlenmenin amirler ve polis memurları olarak iki koldan yürütüldüğü" şeklinde haber yer aldı.

Aynı günlerde Emniyet Genel Müdürlüğüne gönderilen isimsiz ve imzasız ihbar mektubunda benzer iddialara yer verilerek, isimleri, rütbeleri ve çalıştıkları birimleri belirtilen 62 personelin cemaatle ilgisi bulunduğu öne sürüldü.

Bunun üzerine Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun, 4 Şubat 1999'da konunun araştırılması için Ankara Emniyet Müdürlüğüne yazılı talepte bulundu. Ankara Emniyet Müdürlüğü de söz konusu iddiaları araştırmak üzere İstihbarattan Sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı Osman Ak koordinasyonunda özel ekip kurdu.

Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral, 19 Şubat ve 15 Mart 1999'da örgüte ilişkin raporlar hazırladı. Saral'ın raporunda, "ilk tespitlere göre Fetullah Gülen'in, dini söylemlerinde zaman zaman tutarsızlıklar olması dolayısıyla tam bir din adamı kimliğiyle tarif edilemediği, yeri geldiğinde entelektüel görüntüler verdiği, bazen hümanizma felsefesini kullandığı, belli bir ideolojisi olmamakla birlikte toplumun her katmanına şirin gözükme eylemine girdiği" belirtildi.

Raporda, şunlar kaydedildi:

"İlk anda Fetullah Gülen'in yazdığı elde edilen değerlendirmeler ve teyide muhtaç diğer kaynaklardan derlenen bilgiler ışığında ulaşılan kanaat, bu grubun bünyesinde mevcut örgütlenmenin yatay ve dikey şekilde olduğu, yapılanmanın genelde açık faaliyet ancak hedefin gizlilik taşıdığı sonucuna varılmıştır. Bu itibarla söz konusu grup, hareket veya tarikatın örgütlenme tarzının çözüme kavuşturulması için ideolojik ve felsefi yapısı, örgütlenme modeli, taktik ve stratejisi, finans kaynakları ve hedefinin netleşmesi hususlarındaki bilgileri derleme çalışmaları ile işe başlanmasının öncelikli olduğu görülmüştür."

Terör örgütü elebaşı Gülen'in aile ve dini eğitim hayatının da incelenmesinin faydalı olacağına değinilen raporda, şu değerlendirmelerde bulunuldu:

"Fetullah Gülen'in güdümündeki okullardan mezun olan kişilerin cumhuriyet rejimi ile Atatürk ilke ve inkılapları hakkındaki düşüncelerinde samimi boyutlarının ne olduğu, yurt dışında açtığı okullar üzerinde Milli Eğitim Bakanlığının hangi ölçüde etkinliğinin bulunduğu ve bu okullarda nasıl bir eğitim verildiği, yurt dışında bu okulların açılması gayesinin ne olduğu ve ülkemizde açtığı birçok kolej, dernek ve üniversitelerin, yurt çapındaki faaliyetlerinin ne olduğu, hangi kaynaklardan finanse edildiği, teşkilatımızın temel eğitim kurumu olan polis koleji ve polis okulları ile ilgili irtibatları konusunda ne tür bilgilere ulaşılabileceği gibi hususların aydınlığa kavuşturulmasının gerekli olduğu değerlendirilmektedir."

Ankara Emniyet Müdürlüğünce konuyla ilgili kent genelinde çalışma başlatıldığı kaydedilen raporda, söz konusu yapıyı ülke genelinde deşifre edecek çalışmaların İstihbarat Daire Başkanlığı meyanında tüm iller kapsamında oluşturulacak planlı istihbarat operasyonu çerçevesinde ele alınmasının yerinde olacağı vurgulandı.

İlk sosyolojik tespit

Raporda, teşkilat içerisindeki bazı kişilerin örgüte bağlı olup olmadıklarının araştırılmasından öte FETÖ yapılanmasının sosyolojik ve ideolojik olarak ilk tespiti yapıldı.

Gülen'in alışılmış din adamı profilinden uzak, din adına farklı söylemleri bulunan, kimi zaman sessiz, kimi zaman Atatürk'ü övmeye gerek duyan, kimi zaman sekiz yıllık eğitime destek verecek kadar reformcu, rejim yandaşı ve aydın bir düşünür, kimi zaman da farklı dinlerin temsilcilerine dünya barışı adına çağrılar yapacak hatta Papa ile fikir teatisinde bulunabilecek kadar enternasyonel yanı güçlü biri olarak görüntüler verdiğine işaret edildi. Raporda, örgüt mensuplarının da "baş imam Gülen"den aldıkları fetvalar doğrultusunda kendi düşüncelerinin zıddı olanlara karşı "hile mübahtır" yöntemi ile tedbirler geliştirdikleri aktarıldı.

Raporda, yeterli bir din eğitimine ve bilgisine sahip olduğundan kuşku duyulan Gülen'in, alim olmayı gerektirmeyen dini hikayeleri ıstırap yüklü ses tonu eşliğinde sohbetlerine gözyaşı ekleyerek, kişilerin manevi alanlarına nüfuz edip istediği yönde sevk etmeyi başarmasının birçok entelektüel kesimi bile etkilediğine değinildi.

FETÖ'nün hiyerarşik yapısı

Cevdet Saral'ın raporunda, cemaatin, mensuplarını 13 farklı sınıfa ayırdığı piramidinde, "kast sistemi"nin belirgin şekilde ortaya çıktığı belirlendi.

Buna göre, piramidin en üstünde yer alan 7 kişilik "istişare grubu"nun başkanlığını elebaşı Fetullah Gülen yaparken, ikinci sırada "dünya imamı"nın geldiği, istişare grubundan seçilen bu kişinin dünyadaki bölge ve ülke imamlarını atadığı ayrıca istişare sonucu alınan kararları örgüte uygulattığı tespit edildi.

Üçüncü sırada yer alan "coğrafi bölge imamı"nın Orta Asya veya Doğu Pasifik gibi dünyanın bir coğrafi bölgesinden sorumlu olduğu ve atama yetkisi olmadığı, dördüncü sırada gelen "ülke imamı"nın ise Türkiye ve Fransa gibi bir ülkenin tamamından sorumlu olduğu belirlendi. Beşinci sıradaki "bölge imamı"nın da Türkiye'deki bir coğrafi bölgenin sorumluluğunu yürüttüğü ortaya çıktı.

Bölge imamını sırasıyla il, ilçe, semt ve mahalle, ev, serrehberler, belletmen, öğrenci ve cemaat mensuplarının izlediği belirlendi.

Polis soruşturması kapsamında ayrıca Gülen'le ilgili yazılan "Küçük Dünyam", "Kırık Mızrap", "Fetullah Gülen ve Vizyonu", "Fetullah Gülen'le New York Sohbeti", "Kim Bu Fetullah Gülen" ve "Nuriye Akman Röportajı" gibi kitap ve yayınlar okunarak incelendi ve analizleri yapıldı. Kitaplarda birbiriyle çelişen konular, dini temayüllere uymayan esaslar ve hukuka aykırı olduğu belirlenen konular üzerinde de Diyanet görevlileri ile hukukçulardan görüşler alındı.

Emniyet teşkilatına yönelik tespitler

Saral'ın raporunda, teşkilat bünyesindeki başta polis koleji ve polis akademisi olmak üzere birçok eğitim kurumunun örgütün ilgi alanına girdiği, teşkilatlanmaların adeta bir sistematiğe bağlanmış gibi devam ettiğine işaret edilerek, teşkilat bazında stratejik öneme haiz Personel, Bilgi İşlem, Eğitim, KOM, Terör ve İstihbarat birimleri ile taşra uzantılarında da yapılanmaların olduğu yönünde emarelerin bulunduğu aktarıldı.

Raporda, Gülen'in evrim aşamasından devrim aşamasına geçmediklerini, muhalif bir rüzgar esmezse arzulanan hedefe ulaşmakta güçlük çekmeyeceklerini eserlerinin satır arasına sıkıştırdığı aktarılarak, ayrıca Gülen'in askeri terminolojide kullanılan kışla, süvari, er, cephe, ordu, mevzi, kuvvet, nefer, asker gibi kelimeleri kitaplarında özenle seçerek sıkça kullanmasının dikkati çektiği anlatıldı.

132 kişi listede

Raporda 132 rütbeli personelin mevcut yapıyla ilişkisinin olduğu ancak sayının daha da artabileceği tespitinde bulunuldu.

Listede, Recep Gültekin, Ahmet Pek, Fettah Ünsal, Hanefi Avcı, Mustafa Aydın, Ali Osman Kahya, Adil Serdar Saçan, Feridun Taşçı, Muhteşem Çavuşoğlu, Ramazan Akyürek, Necmettin Emre, Sami Uslu, Mustafa Sağlam, Şentürk Demiral, Basri Aktepe, Recep Güven, Muharrem Durmaz, Sabri Dilmaç, Metin Aşık, A. Zeki Gürkan, Musa Aydoğdu, Ramazan Özdamar, M. Fecri Yıldız, Yakup Saygılı ve Emrullah Uslu gibi isimler yer aldı.

"Fetullah Gülen ve Işık Tarikatı" başlığıyla hazırlanan ve "Ayrıca konunun DGM kapsamına girip girmediği hususu da araştırılmaktadır" şeklinde tamamlanan rapor ve ekinin 15 Mart 1999'da İstihbarat Daire Başkanlığına sunulmasından 3 gün sonra elebaşı Fetullah Gülen ABD'ye kaçtı.

Saral, "Gülen örgütlenmesinin ekonomik örgütlenmesi de göz önüne alındığında gelecekte ülkemizi bekleyen tehlikenin büyüklüğü endişe verici boyuttadır" tespitinde bulunduğu raporu, gereğinin yapılması için Nisan 1999'da Ankara DGM Cumhuriyet Başsavcılığına iletti.

Gülen beraat etti

Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Nuh Mete Yüksel, soruşturma sonunda, 31 Ağustos 2000'de Gülen hakkında, "laik devlet yapısını değiştirerek yerine dini kurallara dayalı bir devlet kurmak amacıyla yasa dışı örgüt kurup, bu amaç doğrultusunda faaliyetlerde bulunduğu'' gerekçesiyle 3713 Sayılı Terörle Mücadele Kanunu uyarınca 10 yıla kadar ağır hapis cezası istemiyle dava açtı. Gülen, yargılama sonunda 5 Mayıs 2006'da beraat etti.

Telekulak tasfiyesi

Bu çalışmayla birlikte Ankara Emniyet Müdürü Cevdet Saral ile Yardımcısı Osman Ak ve ekibi, örgütün "kara listesi"ne girdi.

Saral, İstihbarattan Sorumlu İl Emniyet Müdür Yardımcısı Ak, İstihbarat Şube Müdürü Ersan Dalman ve İstihbarat Şube Müdür Yardımcısı Zafer Aktaş'ın da aralarında bulunduğu ekip, Ankara DGM Cumhuriyet Savcısı Yüksel'in yürüttüğü ve kamuoyunda "Telekulak Operasyonu" olarak bilinen soruşturma kapsamında Başbakanlık, Genelkurmay Başkanlığı, milletvekilleri, yargı mensupları ve gazetecilerin de içinde yer aldığı çok sayıda kurum ve kişiyi dinledikleri iddiasıyla açığa alındı.

Savcı Yüksel, suçlamaların delili olarak gösterilen belgelerin sahte olduğunun tespit edilmesi üzerine, 9 Temmuz 2002'de takipsizlik verdi.

Emniyet amiri ve müdürü gibi rütbelere ulaşan örgüt mensupları, ilk birkaç yıl, mevcut işleyişi çok iyi bilen ancak kendilerinden olmayan personelle uyumlu çalıştı. İşi öğrenip alanlarında uzmanlaştıklarında ise ilk olarak şubelerin yaşayan hafızaları sayılan yıllarını vermiş sorgu memurları ve mukayyitleri tasfiye etti. Böylelikle tabanla irtibatı kesilen üst rütbedeki personel, yanıltılıp itibar kaybına uğratıldıktan sonra saf dışı bırakıldı.

Mevcut yöntemi kenara iten FETÖ'cüler, arkalarına aldıkları gücün rahatlığıyla terörle mücadelede yeni yöntemler geliştirdi. Bu sayede terör örgütleri içerisinde kendilerine bağlı muhbirler kazanıp, gerektiğinde örgütün amaçları doğrultusunda kullandı.

Onlarca muhbiri olan ve düzenli bilgi akışı sağlayan İstanbul Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü, 17-25 Aralık kumpasından sonra muhbir bulmakta zorlandı. Muhbir, personele özel olduğu için şubeden sürülen FETÖ'cüler ya bu muhbir kayıtlarını alıp gitti ya da örgüt içerisindeki muhbiri deşifre ederek, devletin örgüt içerisindeki gözlerini kör, kulaklarını sağır etti.

Terör örgütleriyle iş birliği

FETÖ/PDY, terör örgütü PKK ile gizli kapılar arkasında görüşerek birçok proje geliştirdi.

Yakın dönemde yapılan operasyonlarda güney sınırında görevli bazı komutanlar ve belirli dönemlerde o bölgedeki illerde çalışan emniyet müdürlerinin FETÖ soruşturmaları kapsamında açığa alınması ve tutuklanması ile bu süreçte yaşanan birçok gelişmeye ilişkin açılan soruşturmalar, iki örgütün iş birliği içinde olduğunu ortaya koydu.

Özellikle KCK operasyonları sırasında MİT ve askeri istihbarata çalışan ajanlar ve muhbirler deşifre edilerek, bölgede emniyet istihbaratın etkin güç olması amaçlanmış gibi görünse de bu işten kazançlı çıkan tek yapı; terör örgütü PKK oldu. Konuya ilişkin birçok ilde soruşturma başlatıldı.

Van'da FETÖ'nün "emniyet imamı" olduğu belirlenen iş adamı Muzaffer Aydın'ın, darbe girişiminin yaşandığı 15 Temmuz sonrası Kandil üzerinden Gürcistan'a kaçması, eşi ve kızının ise Kuzey Irak'ta kalması, iki örgütün bağı bulunduğuna örnek teşkil etti.

Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şube Müdür Vekili Emniyet Amiri Mustafa Balcılar, 20 Eylül 2014'ten itibaren Suriye'de YPG ile DEAŞ arasında yaşanan çatışmalara bağlı olarak ülke güvenliğini ilgilendiren ve il genelinde yaşanan istihbarat hareketliliğini üst makamlara aktarmadığı, tedbir alınmasına engel olduğu iddiasıyla açığa alınırken "FETÖ/PDY adına kasten bilgi vermediği" gerekçesiyle tutuklandı.

PKK'nın sözde bölge yöneticisi Mehmet Erbey'in örgüt üyesi Hasan Şahin'le Mardin Kızıltepe'deki örgüt sorumlusuna bir pusula göndereceği bilgisi üzerine, Şanlıurfa Emniyet Müdürlüğüne bağlı ekipler 6 Mart'ta çalışma başlattı.

Bunun üzerine düzenlenen operasyonda Şahin'in gözaltına alındığı evin FETÖ/PDY'ye ait olduğu tespit edildi. Evde yapılan aramada, PKK'ya ait dokümanların yanı sıra Fetullah Gülen'e ait 77 kitap ele geçirildi. Gözaltına alınan ve aralarında Hasan Şahin ile Mehmet Erbey'in de bulunduğu 4 kişi tutuklandı.

Şanlıurfa'daki FETÖ mensuplarının, 27 Şubat'a kadar ülke güvenliğinde zafiyet yaşatıp hükümeti zor duruma düşürmek için kent genelindeki Plaka Tanıma Sistemi'ni (PTS) kapatarak, terör örgütlerinin bomba yüklü araçları geçirdikleri sırada yakalanmalarını engelledikleri tespit edildi. Konuyla ilgili başlatılan çalışmada, 3 jandarma istihbarat görevlisi tutuklanarak cezaevine gönderildi.

İstanbul Bağcılar'da, FETÖ/PDY'ye yönelik 4 Ağustos'ta düzenlenen operasyonda gözaltına alınan 12 kişiden tutuklanan 2'sinin, terör örgütü PKK'nın gençlik yapılanması YDG-H üyesi olduğu tespit edildi.

Mali polislikle iş dünyasına hakim oldular

FETÖ, mali suçlarla mücadele şube müdürlüklerini ise iş dünyasına baskı kurmak için kullandı. "Himmet" vermek istemeyen çok sayıda şirkete operasyon düzenleyip el koyan ya da "himmet" adı altında yüklü miktarda haraç alan örgüt, böylece finansal destek sağladı.

İstihbarat şubesinden de bu alanda faydalanan örgüt, dinlemeler sayesinde rakip firmaların bilgilerine önceden vakıf oldu. Böylelikle rakiplerinin yapacakları teklifleri bilen FETÖ, iş anlaşmaları ve ihalelerde tedbir alarak, önemli kazanımlar sağladı.

Hukuka aykırı şekilde dinledikleri ve takip ettikleri iş adamlarının açıklarını ve hayatlarındaki uygunsuzlukları kayıt altına alan örgüt üyeleri, sözde hukuk büroları üzerinden bu kişileri tehdit edip örgüte bağımlı hale getirdi. Karşı koyanlar ise ya operasyonlarla gözaltına alınıp haklarında yapılan haberlerle borsadaki hisselerine ve itibarlarına düşüş yaşatıldı ya da söz konusu kayıtlar internete sızdırılarak itibarsızlaştırıldı.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca, FETÖ/PDY hakkında yürütülen "VIP dinleme" soruşturmasında örgüt üyesi istihbaratçıların, iş, sanat ve basın dünyasının önemli isimlerinden Ferit Şahenk, Ali Koç, Caroline Koç, Mehmet Emin Karamehmet, Mustafa Süzer, Fevzi Bülent Özaydınlı, Atalay Şahinoğlu, Erol Altaca, Mehmet Yörük, Melih Türker, Ahmet Topsoy, Ali İhsan Karacan, Yener Şenok, Süleyman Kocakaya, Memduh Karakullukçu, Sezai Çanakçı, İbrahim Çağlar, İbrahim Özay Şendir, Ömer Lütfi Karagöz, Tufan Türenç, Yılmaz Özdil, Can Dündar, Aslı Aydıntaşbaş, Mehmet Faraç, İsmail Küçükkaya, Mirgün Cabas, Uğur Dündar, Şirin Payzın, Nihat Genç, Ergün Diler, Cengiz Semercioğlu, Engin Ardıç, Bedri Baykam, Ruhat Mengi, Rıdvan Bıyık, Mustafa Şekeroğlu'nun da aralarında bulunduğu 59 kişiyi yasa dışı dinledikleri ve izledikleri ortaya çıktı.

İmar rantını da bu yönde çok iyi kullanan örgüt, emniyet istihbarat ve mali polislik sayesinde, imara açılacak yerleri öncesinde bilip buralardan önemli büyüklükte arazileri, vakıf ve dernekleri adına kapatıp ciddi rant sağladı.

Ayrıca mali polislik üzerinden uluslararası ilişkiler de kuran FETÖ, kanunlardaki boşluklardan faydalanarak, uluslararası kara para aklama işine el attı. Orta Asya, Balkanlar ve Afrika'daki birçok ülkeye para aktararak, hem sözde himmetlerini akladı hem de bu ülkelerde örgüt adına yatırım yapıp ciddi faaliyetler yürüttü.

FETÖ/PDY'ye finansal destek sağladığı iddiasıyla haklarında soruşturma açılan birçok isimin yönetimindeki holding, şirket ve kuruma el konuldu.

"Himmet" adı altında örgüte finansal destek sağlamak için topladıkları paraları bavullarla yurt dışına kaçırdıkları iddia edilen, aralarında iş adamları ve havalimanı çalışanlarının da bulunduğu 35 kişi, 10 Aralık'ta İstanbul Mali Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü ekiplerince gözaltına alındı.

Kurdukları paravan şirketlerin hesaplarında biriken yüklü miktarda parayı havalimanı çalışanlarının yardımıyla, 10 Temmuz 2014'te Atatürk Havalimanından Tanzanya'ya çıkardıkları belirlenen iş adamları Hakan G, Abdullah Yıldırım D, Ferhat E, Gürkan Z. ve Saffet Ö. ile Atatürk ve Sabiha Gökçen havalimanlarında çalışan 2 hava trafik kontrolörünün de aralarında bulunduğu 26 şüpheli tutuklandı. Şüphelilerin paravan şirketlerine ise el konuldu.

Emniyet, MİT, TİB ve GES'te tek bir FETÖ'cü

FETÖ/PDY operasyonlarında gözaltına alınan ve tutuklanan eski emniyet müdürü Basri Aktepe'nin oldukça kabarık karnesi dikkati çekiyor. Eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun'la bir dönem birlikte görev yapan Aktepe, emniyetin teknik istihbarat konularında öne çıkan isim oldu.

Suçların önlenmesi ve suçluların yakalanması amacıyla tespit edilen hedef isimlerin telefonlarının mahkeme kararıyla dinlenilmesini sağlamak amacıyla kurulan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı (TİB) üzerinden devletin tüm istihbarat kurumlarının dinlenildiği ortaya çıktı.

TİB'in kurucuları arasında yer alan Aktepe, daha sonra Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde faaliyet yürüten ve çok geniş elektronik istihbarat olanakları bulunan Genelkurmay Elektronik Sistemler (GES) Komutanlığının Milli İstihbarat Teşkilatına devredilmesi üzerine, MİT'te bu birimin başına getirildi ve MİT Müsteşar Yardımcısı konumunda bu görevi yürüttü.

Aktepe, 17-25 Aralık sürecinin ardından MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın talimatıyla pasif göreve alındı. FETÖ soruşturması kapsamında gözaltına alınan Aktepe, 8 Eylül 2016'da çıkarıldığı mahkemece tutuklandı.

Ayrıca 7 Şubat 2012'de yaşanan MİT krizinden sonra emniyet ile MİT arasında iletişim kopukluğu yaşanmaması için eski İstanbul Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürü Hayati Başdağ'ın da aralarında bulunduğu 10 emniyet personeli MİT'te koordinatör olarak görevlendirildi ancak Başdağ'ın kısa süre içerisinde görevine son verildi.

Hayati Başdağ, İstanbul'da devam eden FETÖ/PDY'nin "casusluk ve yasa dışı dinleme" davasında tutuklu yargılanıyor.

Örgüt, teknoloji anlamında hep ileride oldu

FETÖ/PDY, 1990'lı yılların başında emniyette henüz bilgisayar yokken, üyelerini sistematik şekilde bilgisayar kurslarına gönderdi. Özellikle siber teknoloji üzerinde ülkenin sürekli önünde olan örgüt, yaptığı özel yazılımlarla kendi yapılanmasını gizlediği gibi rakip gördüğü kişilerin bilgisayarlarına girdi.

Balyoz davasında 3,5 yıl tutuklu yargılandıktan sonra beraat eden emekli Albay Ali Türkşen, 5 Kasım 2008'de TRT'nin "Savaşta Barışta Türk Ordusu" adlı programı için tüm gün çekimde olduğu sırada mail adresine girilerek darbe teşebbüsü dokümanı farklı adreslere atılmış ve bu sebeple tutuklanmıştı. Söz konusu tarihte su altında olduğunu ve başka bir sistem üzerinden mail adresine girildiğini ispatlayan Türkşen, beraat etti.

Yazılımı örgüt tarafından yapılan internet tabanlı şifreli mesajlaşma programı ByLock ve Eagle, 2014 HSYK seçimleri öncesi FETÖ mensuplarınca kullanılmaya başlandı ve 17-25 Aralık sonrası tüm örgüt üyelerinin yazışmalarını buradan yapması talimatı verildi. Yazılımın Litvanya'daki sunucusuna 2014'te sızan MİT, şifreleri kırıp kayıtlardaki isimlere ulaşmayı ise Mayıs 2016'da başardı.

Sahte tehdit ve ihbarlarla, özellikle örgüte olumsuz bakan siyasetçi, bürokrat ve iş adamı gibi önemli isimlere koruma verilip, bu korumalar üzerinden hem düzenli bilgi akışı sağlandı hem de bu kişilerin zamanla sempatisi kazanıldı. Korumalar aracılığıyla bu kişilerin evlerine "böcek" bile yerleştirildi.

Örgütün, Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğü, haber merkezleri ve "155 Polis İmdat Hattı"na kendi adamlarını yerleştirip vatandaştan gelen ihbarları ve bu ihbarların görevlilere aktarılmasını kontrol altında tuttuğu, kapattığı ya da maksatlı şekilde yanlış yönlendirdiği ileri sürüldü.

Kriminal polisliği ve olay yeri inceleme şube müdürlüklerini de etkin şekilde kullanan örgüt, delilleri karartma ve olayları örtbas etme bakımından bunlardan faydalandı. Ergenekon ve Balyoz davaları sürecinde emniyetten, ordudan ve TÜBİTAK'tan aynı konuya ilişkin gelen raporlar çoğu zaman birbiriyle çelişti.

Toplumu sınıflara ayırdılar

Kendilerinden olan personele düzenli olarak üç ayda bir 24 maaş taltif vererek, yılda ortalama 30 bin lira ekstra gelir sağlayan ve bu gelirlerin büyük oranını örgüte bağış olarak alan FETÖ/PDY'nin analizlerde bulunarak, toplumu 5 sınıfa ayırdığı ortaya çıktı.

Örgüt, ilk sıraya kendi mensuplarını, ikinci sıraya düzenli himmet verenleri, üçüncü sıraya kazanılabilir durumda olup idare edilmesi gerekenleri, dördüncü sıraya kullanılabilecek kişileri, son sıraya ise örgütün düşmanı sayılıp bertaraf edilmesi gerekenleri koydu ve bu plan dahilinde kimlerle nasıl ilişkiler kurulması gerektiğini kararlaştırdı.

Örgütsel yapı aile bağlarıyla güçlendirildi. FETÖ mensubu polis, asker, adli personel ve mülkiyeli birçok kişi, örgüt içerisinden evlendirilerek aile ilişkileri kuruldu. Örgütün değer verdiği ve geleceğe yönelik yatırımlar yaptığı kişiler, örgüt kadınları arasından seçilerek oluşturulan kataloglardaki beğendiği isimlerle evlendirilerek hem ödüllendirildi hem de örgüte olan aidiyeti artırıldı.

Kendilerinden olanlara da baskı uyguladılar

Örgüt, kendilerinden olup militanlık yapmayanlara da ciddi baskılar uyguladı. Örgüt mensuplarının, FETÖ'nün insanlara ve ailelerine neler yaptığını gördüğü için çok korkması, örgütte çözülmenin gecikmesine neden oldu. FETÖ'nün söz konusu kişilere hak etmedikleri mevki ve mal varlıklarını sınırsız şekilde sunması, örgüte bağlılığı artırdı.

Kendilerinden olan ancak militanlık yapmayan emniyet müdürlerini bile tasfiye eden FETÖ/PDY, 17-25 Aralık kumpasları sonrası örgütten kopma olmasın diye kendilerinden olan personele, devlete karşı dava açtırıp bu kişileri fişledi.

Çok sayıda FETÖ'cü polis, 2000'li yıllarda çilingir kursları alarak, kapı-pencere açmakta uzman haline geldi. Mevcut yöntemlerle 30 saniyede kapıyı açabilen bu kişiler, istedikleri adrese "böcek" ve kamera dahil her şeyi birkaç dakikada yerleştirebilecek kadar uzmanlaştı.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığı döneminde, Ankara'daki ev ve çalışma ofisine dinleme cihazı (böcek) yerleştirilmesiyle ilgili yürütülen soruşturmada söz konusu cihazları eski Başbakanlık Koruma Daire Başkanlığı Güvenlik Sistemleri ve Teknik Büro Amiri Serhat Demir, eski İstihbarat Daire Başkanlığı Teknik Şube Müdürü Ali Özdoğan, eski İstihbarat Daire Başkanlığı Teknik Şube Müdür Yardımcısı Sedat Zavar, eski İstihbarat Daire Başkanlığı Teknik Şube personeli İlker Usta ile Enes Çığcı'nın arama tarama faaliyeti ve jammer testi adı altında gerçekleştirilen çalışmayı fırsata çevirerek yerleştirdikleri iddia edildi.

Kumpas kurmaktan ve şantaj yapmaktan hiç çekinmeyen FETÖ üyeleri, eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ve eski MHP genel başkan yardımcılarının gizlice kayda aldıkları görüntülerini internet sitelerine servis ederek, Türk siyasetine şekil vermeye çalışmaktan yargılanıyorlar.

Emniyet-adliye ilişkisi

Emniyet ve adliyedeki FETÖ/PDY mensupları, sivil imamlar vasıtasıyla irtibatlandırıldı. İlk olarak abiler üzerinden görüşüldü ve karakter analizi yapılarak polis-savcı-hakim ekipleri oluşturulup, ortak kumpaslar ve projeler hazırlandı. Önemli dava dosyaları Yargıtay imamı tarafından Pensilvanya'ya götürülerek Gülen'e sunuldu ve verdiği talimatlar doğrultusunda davaların seyri değiştirildi. Operasyonlarda, sahte delillerle gözaltına alınan şüphelilere, bilindik hakimlerce tutuklama kararı çıkartıldı.

Geçmişte özel yetkili mahkemeleri çok iyi kullanan örgütün, emniyet-adliye ilişkisi hep sivil imamların denetiminde kuruldu. Ayrıca ülke gündemini etkileyen birçok davanın iddianamesi, hazırlık döneminde FETÖ mensubu hukukçu akademisyenlerden oluşan kurulun kontrolünden geçti.

Emniyet-adliye ilişkisinde örgüt aleyhine açılan birçok davanın dosyaları da kaybedildi.

FETÖnün cinayetleri

FETÖ'ye ilişkin araştırmalar yapan, kitap çıkartan ve yeni bir kitap hazırlığında olan Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu, 18 Aralık 2002'de Ankara'da evinin önünde uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti. İlki gözüne olmak üzere vücuduna iki kurşun isabet eden Hablemitoğlu'nun hala aydınlatılamayan cinayetinde kullanılan mermilerden birinin ABD yapımı Ruger marka, diğerinin ise Alman yapımı Geco marka olması, suikastte polisin izi olduğuna işaret etmişti. Çünkü Ruger mermi darbe kuvveti çok fazla olduğu için Türkiye'de satışı yasak olan ve ABD'ye göreve giden polislerin özel izinle getirebileceği türde bir mermiydi. Alman üretimi mermi de Türkiye'de satılmamaktaydı. Ancak Ruger marka mermi çekirdek farklılığıyla hemen ayırt edilebiliyordu. Bu durumu iyi bilen malum yapının, adli emanetteki iki merminin kovanını ve Ruger merminin çekirdeğini dosyadan çıkardığı tespit edilmişti.

Gazeteci Haydar Meriç, Fetullah Gülen aleyhinde kitap yazacağının duyulmasının ardından 31 Mayıs 2011'de Kırklareli'nde kaçırılmış, cesedi 18 Haziran 2011'de Düzce Akçakoca açıklarında bulunmuştu. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu tarafından, Meriç'in düzmece bir raporla sol terör örgütü mensubu olarak dinlenilmesi, kaçırılıp öldürülmesi ve sonrasında delillerin karartılması iddiasına ilişkin soruşturma başlatılmıştı. Soruşturma çerçevesinde İstihbarat Daire Başkanlığından ve İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğünden söz konusu tarihler arasında Kırklareli'ne giden 2 ekibin 15 gün süreyle Meriç'i takip ettiği belirlenmişti. Bu kapsamda FETÖ/PDY'ye operasyon düzenleyen İstanbul Emniyet Müdürlüğü ekiplerinin gözaltına aldığı 9 kişi tutuklanmıştı.

Hrant Dink cinayeti

Agos gazetesinin genel yayın yönetmeni Hrant Dink, 19 Ocak 2007'de öldürüldü. Faili yakalanıp tutuklansa da cinayeti planlayanlar ve yaşı küçük birisine cinayeti işletenler ortaya çıkartılamadı. Dink cinayetiyle Türkiye bir sürece girdi ve devamında ülke kaderini etkileyecek olaylar, operasyonlar yaşandı. Ancak dava dönüp dolaşıp hep bir yerlerde tıkandı. Nitekim Dink cinayetiyle ilgili son dönemde gerçekleştirilen yeni soruşturmalar çerçevesinde, olay anında bölgede olan istihbaratçılar ve ilişkili oldukları şüpheliler tutuklandı. Konuyla ilgili çalışmalar da hala devam ediyor.

Dink cinayetine ilişkin eski Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbarat Daire Başkanı Ramazan Akyürek, eski İstihbarat Daire Başkanlığı Personel Şube Müdürü Coşgun Çakar ve eski İstihbarat Daire Başkanlığı C Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer ile yine İstihbarat Daire Başkanlığında görevli müdürler Yılmaz Angın, Tamer Bülent Demirel, Yunus Yazar, Osman Gülbel ve dönemin mülkiye müfettişlerinin de aralarında bulunduğu 27 kişi hakkında "tasarlayarak kasten öldürmek", "silahlı örgüt kurmak", "resmi belgede sahtecilik", "resmi belgeyi yok etme" ve "görevi kötüye kullanma" suçlarından dava açıldı. Bu davada sanık olan istihbaratçı polisler ve mülkiye müfettişleri 15 Temmuz darbe girişimi sonrası FETÖ ile iltisakları nedeniyle meslekten ihraç edildi, kimisi de tutuklandı.

Kamu görevlilerinin bir kısmı hakkında dava açıldıktan sonra jandarma ile ilgili olarak o dönem itibarıyla yapılan tespit ve delillere ulaşılamadığı için cinayetin jandarma ayağı soruşturmadan ayrıldı. İlerleyen süreçte cinayete ilişkin jandarmaya yönelik yapılan operasyonda aralarında subayların da bulunduğu 14 kişi tutuklanırken, söz konusu subaylardan bazıları 15 Temmuz darbe girişimi sürecinde meslekten ihraç edildi veya açığa alındı.

Jandarma şüphelilerin mahkemeye sevk yazısında savcılığın tespiti şu şekilde yer aldı:

''15 Temmuz başarısız darbe kalkışması ile gelinen son noktada şüphelilerin eylemlerini sadece silahlı terör örgütüne yönetici ya da üye olmak, kasten öldürmeye iştirak olarak nitelendirmek hukuki tevsikten uzak olacaktır. Başarısız darbe kalkışmasına giden süreçte Hrant Dink cinayeti bu yolda, bu amaç için attırılan ilk kurşundur.''

C5 bürosu

FETÖ'ye ilişkin ve Dink cinayetine yönelik hazırlanan iddianamelerde, FETÖ'cü istihbaratçı polislerin yasa dışı kurdukları C5 bürosu da yer alıyor. Büroya ilişkin Ankara ve İstanbul savcılıklarınca halen soruşturmalar sürüyor. Bu büroda birçok kumpas dava ve soruşturmasının temellerinin atıldığı iddia ediliyor. Söz konusu büro 2012'de yasal olarak kuruluyor ancak büronun faaliyetleri 2006'ya kadar dayanıyor. Büronun Ramazan Akyürek'in İstihbarat Daire Başkanlığına atanmasından sonra kurulduğu, başında da Ali Fuat Yılmazer'in bulunduğu biliniyor.

Hrant Dink cinayetine ilişkin iddianamede bürodan şu şekilde bahsediliyor:

''Onay alınmadan kurulan bu büro (C5), mevzuat dışı çalışmıştır. FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünce başlatılması planlanan Ergenekon soruşturmalarının hazırlıklarının yapıldığı, gizli bir yapılanma olan C5 Bürosu'nun varlığı açığa çıkarılmıştır. Yapılması planlanan Ergenekon operasyonlarının hazırlıklarını, oluşturduğu gizli, mevzuat dışı kurduğu C5 Bürosu'nda özel ekibi ile sürdürmüştür. C5 Bürosu olarak adlandırılan, gizli birimde hazırlığı yapılan ve başlatılması planlanan Ergenekon operasyonlarına İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler'in Ergenekon şüphelilerine isnat edilen suçlamalarla delillerin uyuşmamasından ve delillerin yetersizliğinden dolayı karşı çıkması nedeniyle; yapılması planlanan Ergenekon operasyonlarının önünde bir engel olarak görülmüş, İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah'ın o dönemdeki gücü ve etkisinden dolayı, Celalettin Cerrah'a rağmen Ahmet İlhan Güler'in İstanbul İstihbarat Şube Müdürlüğü'nden uzaklaştırılmaması nedeniyle Hrant Dink cinayetinden 6 gün önce İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler, İstihbarat Daire Başkanlığı Personel Şube Müdürü Coşkun Çakar tarafından Ankara'ya İstihbarat Daire Başkanlığı'na çağrılmıştır.''

İddianamede, bu çağrıdan sonra FETÖ'cü istihbaratçı polislerin bir kısmının cinayetin hemen ardından Recep Güven'in Ankara'daki evinde bir toplantı yaptıkları, Coşkun Çakar'ın o dönem İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Ahmet İlhan Güler'e İstanbul'daki görevini bıraktıran kişi olduğu yer alıyor.

C5 Bürosu'na Hrant Dink cinayeti ile ilgili 62 adet, Ergenekon örgütü soruşturma ve davasıyla ilgili 131 adet, Malatya Zirve Yayıncılık cinayeti ile ilgili 79 adet, Muhsin Yazıcıoğlu'nun ölümü ile ilgili 69 adet, aşırı sağ faaliyetler, etnik gerginlikler, milli hassasiyetleri istismar faaliyetleri ve benzerleri ile ilgili 21 bin 886 adet, toplamda 22 bin 219 adet evrakın düşümü yapılarak üzerinde çalışıldığı tespit edildi.

Malatya Zirve Yayınevi cinayeti ve Rahip Santoro cinayetine ilişkin dosyalar ilgili savcılıklarca yeniden ele alınarak, soruşturma yapılıyor. Soruşturma konusunda FETÖ'nün bir dahlinin olup olmadığı varsa hangi saiklerle bunu yaptıkları araştırılıyor.

Kumpas dava ve soruşturmaları

Söz konusu büroda FETÖ'cü polislerin, Balyoz, Ergenekon, Askeri Casusluk gibi yürütülen soruşturmalara deliller ürettikleri, bu sayede davaların açıldığının tespiti üzerine İstanbul, Ankara, İzmir başta olmak üzere birçok davada yeniden yargılama kararları alındığı gibi, karara çıkmış onay bekleyen bazı davalar ise Yargıtayca esastan bozuldu. Mağdur ve müştekilerin başvuruları üzerine Türkiye'de birçok kumpas soruşturması başlatıldı.

''Futbolda şike'' davasında yeniden yapılan yargılamada aralarında Aziz Yıldırım'ın da bulunduğu tüm sanıklar beraat ederken, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ''Futbolda şikede kumpas'' soruşturması başlatıldı. Soruşturma sonucunda hazırlanan ve mahkemece kabul edilen iddianamede FETÖ elebaşısı Fetullah Gülen, örgüt yöneticileri ile eski emniyet müdürlerinin de aralarında bulunduğu 108 sanık yer alıyor. Sanıklar 20 Şubat'ta hakim karşısına çıkacak.

Balyoz Planı davasında yeniden yapılan yargılamada tüm sanıklar beraat ederken, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca ''Balyoz davasında kumpas'' soruşturması başlatıldı. Soruşturma kapsamında aralarında Mehmet Baransu, Yasemin Çongar, Ahmet Altan ve Tuncay Opçin'in de bulunduğu 5 sanık hakkında dava açılarak, yargılaması yapılıyor. Ayrıca kumpas soruşturması halen devam ediyor.

Kamuoyunda ''Islak imza'' olarak bilinen dava ile birleştirilen Ergenekon davasında eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ, Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, emekli orgeneraller ile gazetecilerin de aralarında bulunduğu 274 sanık hakkında verilen kararın Yargıtayca esastan bozulmasının ardından İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesine gönderilen dosyada yargılama süreci devam ediyor.

"Kafes Eylem Planı", "Amirallere Suikast", "Gölcük Belgeleri" ile Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve Çağdaş Eğitim Vakfı yöneticileri hakkındaki iddialara ilişkin dosyaların birleştiği 84 sanıklı Poyrazköy davasında ise tüm sanıklar beraat etti. Ayrıca, eski Adalet Bakanı Mehmet Seyfi Oktay'ın da aralarında yer aldığı 11 sanığın, "Ergenekon davası ve soruşturmasını etkilemeye teşebbüs ettikleri" iddiasıyla yargılandıkları davada beraatlerine karar verildi. Yine Odatv davasında geçen günlerde verilen savcılık mütalaasında tüm sanıkların beraati talep edildi.

Tüm bu karara çıkan davalarda, kumpas kuranlar hakkında suç duyurusunda bulunulmasına karar verilirken, mağdur olan sanıklar da savcılığa suç duyurusunda bulundu. Bu talep ve şikayetler üzerine Ergenekon, Poyrazköy, Odatv, Islak İmza gibi dosyalar yeniden açılarak kumpas soruşturmaları başlatıldı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu bünyesinde yürütülen Ergenekon, Balyoz Planı ve Askeri Casusluk kumpas soruşturmalarına ilişkin dosyalar, FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimi ana soruşturma dosyasına da dahil edildi. Bu kumpas soruşturmalarında henüz dava aşamasına gelinmedi.

Kayseri'deki hipnoz ve işkence davası

Emekli askeri hakim Ahmet Zeki Üçok, 2009'da Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Savcısı olduğu dönemde Kayseri'de "Fetullah Gülen Grubu" diye bilinen oluşumla ilgili soruşturma yürüterek, Hava Kuvvetleri Komutanlığının elektronik yazışma sistemine girdikleri ve bazı TSK personelini "Ergenekon" örgütü üyesi göstermek amacıyla sahte emirler ürettikleri iddiasıyla 3 astsubay hakkında soruşturma açtı. Astsubayların tutuklanmasından yaklaşık 9 ay sonra Üçok, soruşturma sırasında astsubaylara hipnozla işkence yapmakla suçlanarak tutuklandı.

Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 17 Nisan 2012'de Üçok hakkında işkence suçundan verdiği 7,5 yıl hapis cezası kararı, Yargıtay 8. Ceza Dairesince onandı, Üçok'un başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesi, adil yargılanmanın ihlal edildiğini belirterek, yargılamanın yeniden yapılmasına karar verildi. Şimdi dava, Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesinde yeniden görülüyor.

MİT, 17/25 Aralık, Selam Tevhid, Tahşiye

Örgüt mensuplarınca, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın 7 Şubat 2012'de ifadeye çağrılması, 17/25 Aralık darbeye teşebbüs, MİT tırlarının Ocak 2014'te durdurulması, Tahşiyeciler grubuna kumpas ve Selam Tevhid soruşturmalarında sahte/hukuka aykırı delillere dayanan kurgu soruşturmalar başlatıldığı savcılıkça tespit edildi. Savcılık, FETÖ mensuplarınca açılan tüm bu soruşturmalarda takipsizlik kararı vererek, bu kumpası kuran kişilere yönelik soruşturmalar açtı.

Takipsizlik kararlarında, tüm bu soruşturmaların amacı FETÖ'nün devleti ele geçirme çabası olarak nitelendirildi. Bu soruşturmaları yürüten savcı ve kararları veren hakimler ile tahkikatı yapan polisler hakkında soruşturmalar ve davalar açıldı. FETÖ şüphelisi polisler aracılığıyla, devletin kurullarına sızan ve hiçbir hukuki, insani ve ahlaki kaygısı bulunmayan örgüt mensuplarınca gerçekleştirilen bu eylemlere 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Fidan'ın ifadeye çağrılması ile hız verildi.

Savcılıkça yürütülen soruşturmalar sonucunda Tahşiye, Selam Tevhid, 17/25 Aralık ve MİT tırlarının durdurulmasına ilişkin kumpas davaları açıldı. Sanıkların yargılanmasına devam ediliyor.

Selam Tevhid'de kumpas soruşturması sonucunda, emniyet ve yargı teşkilatlarında yuvalanan FETÖ üyesi ve yöneticilerinin, bu soruşturmayı MİT'in, İHH Vakfının, TRT, EPDK, Halk Bankası gibi kurum ve kuruluşların faaliyetlerini, bazı milletvekillerinin, önemli bakanlıkların müşavir ve müsteşarlarının, TBMM'de görevli müşavirlerin, Başbakan'ın danışmanlarının telefon görüşmelerini kayıt altına alarak arşivlemek amacıyla kurguladıkları, usulsüz dinleme ve teknik takip kararları aldıkları, soruşturmanın ihbar, tanık, gizli tanık ve sahte beyanlara dayandırıldığı, Başbakanlık danışmanlarının dosyaya, teslim tarihi olan 18 Aralık 2013'ten yaklaşık bir ay önce dahil edildikleri, Başbakanlık Ofisinin ve dolayısıyla ofise gelen yabancı devlet başkanları ve MİT Müsteşarının giriş çıkışlarının kayıt altına alındığı ve MİT tırlarının da bu dosya kapsamında durdurulduğu tespit edildi.

Yapılan soruşturma sonucunda, örgüt elebaşısı Fetullah Gülen, eski emniyet müdürleri Yurt Atayün, Ali Fuat Yılmazer, Ömer Köse ile tırları durduran muvazzaf askerler ile 54 hakim ve savcı hakkında iddianame hazırlanırken, yargılamalar sürüyor.

Yine örgüt mensuplarınca gerçekleştirildiği savcılıkça tespit edilen 17/25 Aralık operasyonlarında FETÖ şüphelilerince, birtakım yolsuzluklar yapıldığı iddiasıyla soruşturmalar başlatıldığı, iletişimin tespitine ilişkin birçok karar alındığı, bu kararlara dayanılarak aralarında siyasetçilerin, üst düzey bürokratların, başbakan ve bakanların özel kalem müdürleri ile danışmanlarının da bulunduğu birçok kişinin telefon görüşmelerinin kayıt altına alındığı, fiziki takipler yapıldığı, 17 Aralık 2013'te İstanbul’da, bakan çocukları, Halkbank genel müdürü ve iş adamlarının da aralarında yer aldığı 89 kişinin gözaltına alındığı, aynı gün çeşitli medya organlarına soruşturmada delil olarak gösterilen hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş izleme görüntülerinin servis edilmesi, uydurma ihbar ve tutanakların ortaya çıkması üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığınca kumpas soruşturması başlatıldı.

Savcılık, 17 ve 25 Aralık kumpas soruşturması sonucunda iki ayrı iddianame hazırladı. İddianamelerde örgüt elebaşısı Fetullah Gülen 1 numaralı sanık olarak yer alırken, eski emniyet müdürleri Yakup Saygılı, Ali Fuat Yılmazer, Erol Demirhan, Hamza Tosun, Mahir Çakallı dahil 136 polis hakkında dava açıldı.

Yine Tahşiyeciler grubuna yönelik açılan davada tüm sanıklar beraat etti. Sanıkların şikayetiyle açılan Tahşiyecilere kumpas soruşturmasında da şüphelilere yönelik kumpas kurulduğunun tespit edilmesi üzerine aralarında Fetullah Gülen, Hidayet Karaca ve yine dönemin emniyet müdürlerinin de bulunduğu 33 sanığa dava açıldı.

İzmir askeri casusluk

"Askeri gizli bilgi ve belge bulundurma" iddialarına ilişkin İzmir Emniyet Müdürlüğüne 10 Ağustos 2010'da gelen ihbar üzerine başlatılan soruşturmada aralarında muvazzaf askerlerin de bulunduğu 357 şüpheli, devletin gizli bilgi ve belgelerini yabancı istihbarat servislerine vermekle suçlandı ve bir kısım şüpheliler soruşturma sürecinde tutuklandı.

Kumpas olduğuna yönelik şikayetler ve tespitler üzerine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca kumpas soruşturması başlatıldı. Bu sırada devam eden ''Askeri gizli bilgi ve belge bulundurma'' davasına bakan İzmir 5. Ağır Ceza Mahkemesi, geçen şubat ayında tüm sanıkların beraatine hükmetti.

Sahte deliller üretilerek kumpas kurulduğu iddiaları üzerine yürütülen soruşturmada ise 25 kişi tutuklanmış, 5 zanlı ise daha sonra tahliye edilmişti. Soruşturmaya ilişkin İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca hazırlanan ve Fetullah Gülen'in bir numaralı sanık olarak yer aldığı 68 sanıklı iddianame İzmir 2. Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmişti.

İddianamede, sanıklar hakkında "silahlı terör örgütü kuruculuğu, yöneticiliği, üyeliği, örgüt faaliyetleri kapsamında devlet ve ülkenin bütünlüğünü bozmak, hukuka aykırı kişisel verileri kaydetmek, iftira, kamu görevlisinin resmi evrakta sahteciliği, kişisel verileri hukuka aykırı ele geçirmek ve yaymak, özel hayatın gizliliğini ihlal, suç delillerini yok etmek, gizlemek, değiştirmek ve suç uydurmak" gibi suçlamalar yer alıyor.

Emniyet içerisindeki evreler

FETÖ mensupları, her dönemde dikkati çekmemek için sosyolojik ve siyasal alanda gerektiğinde renk değiştirdi. Emniyet teşkilatına 1970'lerde giren, 1980'lerde sessizce yapılanan, 1990'lı yıllarda ise teşkilatı zehirli sarmaşık gibi sarıp güçlenen örgüt, 28 Şubat süreci ile uyuyan hücre haline geçti. Koalisyon hükümeti sonrası uyanan hücreler, 2002-2004 yılları arasında yeniden yapılanma ve hazırlık sürecine girdi. Geçmişteki hoşgörü ve sağduyularından eser kalmayan FETÖ'cüler, 2004-2007 yılları arası ise kendilerinden olmayanları teşkilat içerisinde tasfiye ederek, emniyette operasyonel bir örgüt haline geldi. Örgüt, 2007 sonrasında Hrant Dink ve Rahip Santoro cinayetleri ile Zirve Yayınevi davalarını kullanarak etki alanını artırıp operasyonlara başladı.

Ergenekon ve Balyoz operasyonlarıyla ordudaki elemanlarının önünü açan, 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Fidan'ı tutuklamaya çalışan FETÖ, siyaseti köşeye sıkıştırmak için de başta Gezi olaylarını kullandı, sonrasında ise 17-25 Aralık kumpaslarını gerçekleştirdi. FETÖ, son olarak 15 Temmuz'da devleti ele geçirmek için darbe girişiminde bulundu, devletin silahlarıyla milleti vurdu.

Devlet, FETÖ'yle mücadeleye daha erken dönemde başlamışsa da 17-25 Aralık kumpasıyla bu durumun adı konuldu. Terör örgütü kapsamına giren yapılanmaya karşı aralıksız devam eden mücadele, 15 Temmuz darbe girişimi sonrası topyekun sürdürülüyor.

Kaynak:Haber Kaynağı

HABERE YORUM KAT
UYARI: Çok uzun metinler, küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,Türkçe karakter kullanılmayan yorumlar onaylanmamaktadır.