M. Faik Özdengül
Geçer!
Bir metroya basamaklardan inmekle başlar mı her şey?
Metro basamaklarının diğerlerinden farkı ne ki?
Basamaklardan inerken duyulan ses mi? Dokunulan yerler? Hissedilen kokular mı? Gördükleriniz ya da?
Altı üstü basamak işte, evdeki gibi, yoldaki gibi, iş yerindeki gibi, okuldaki gibi. İlkokulunuzda sınıfa ulaşmak için kullanmıştınız. Evinizin bahçesine inerken. Otobüse binerken. İnerken. Kürsüye çıkarken.
Basamak işte.
Fakat aklında metronunkiler kaldı. Üçüncü basamağı inerken ilk sendeledi. Dört, beş sonra.
Yedinciyi hatırlamıyordu.
Birinci basamağa ilk adımını attığında gülümsüyordu. İkincide de. Üçte korktu. Dört ve beşte acı duydu. Sonra bilincini yitirdi zaten.
Hastanede gözlerini açtığında da ilk acı hissetti. Sonra uyuşukluk. Sonra merak. Daha sonra yine gülümsedi her şeyi fark edince. Ancak bu gülümseme birinci basamakta hissettiğiyle aynı değildi.
Her gülümseme aynı değil dedi.
Etrafındakiler söylediklerini kale almadı. Anlamadılar da.
İlk basamağı inerken elinde bir şey vardı. Onu sordu önce. Kimse bilemedi. Haberleri yoktu. Bilmiyoruz dediler. Oysa ona bakıyordu gülümserken.
İlk basamaktan 10 dakika önce oturduğu sandalyeden hızla kalkıp çiçekçiye koştu. Çiçeği seçip alması ve dükkandan çıkması yedi dakika sürdü. İlk basamağa ulaşması da üç dakika.
Düşünmeye devam etti sonra 20 dakika oturmuştu küçük sandalyeli cafede.
O ilk basmağa ulaşmadan 4 dakika önce kırılmıştı mermer basamak, iki hamalın taşıdıkları kapıyı düşürmesiyle. Bir saat önce evden çıkarken aceleyle spor ayakkabılarını bulamayıp iskarpinlerini giydiğini neden sonra hatırladı.
Şimdi yine aynı metronun basamaklarını inmek üzereyken durdu. Hepsini düşündü. Geçen yılı. Bir yıldan fazladır neden bir türlü aynı yere gelemediğini. Adımını atarken tereddüt edişini. Duygularını. Hissettiklerini. Düşüncelerini.
Atamadı ilk adımı. Yine gülümsedi. Bu gülümseme de aynı değildi.
Her gülümseme aynı değil dedi.
Atmadı, atamadı ilk adımı. Gerisin geriye döndü. Küçük sandalyeli cafeye. Önce çiçekçinin önünden geçti.
Oturdu sandalyeye.
Garson gülümseyerek geldi. Aynı değil dedi. Her gülümseme aynı değil. Geçen yılda burada mıydın dedi garsona. Anlamadı garson ve bu kez gülümsemedi.
İki eliyle başını kavrayıp öne doğru eğildi. Kulaklarını tıkadı avuçlarıyla. Ayakkabılarına baktı. Ağlıyordu tabi ki.
Yaşlı adam bekledi önce. Hiç konuşmadan sandalyesini ona yaklaştırdı. Oradaki sandalyeler birbirini tanırdı. Üstünde taşıdıklarını da tanıştırırlardı hep. Yine öyle yaptılar. Önce eli dokundu sırtına. Yaşlı bir elin merhameti başka olurdu. Hemen fark edilirdi. Öyle de oldu. Elin sahibi de merhametliydi zaten. İhtiyaç duyulunca bir merhametli el zaten ulaşırdı ya. Sandalyeler bilirdi bunu. O yüzden hiç yadsımadılar. Yaşlı ve merhametli bir el dokununca ağlamak hıçkırığa dönerdi bir de. El o hıçkırığı ve gencin sırtının sarsılmasını hissedince daha bir merhametli oldu. O daha çok ağladı. Gencin sandalyesi kendini biraz daha topladı. Yük önce ağırlaşıp sonra hafifleyecekti bunu da bilirdi.
Neden sonra kaldırdı genç başını.
Önce baktı elin sahibine. Sonra, o gün o basamakları inebilseydim dedi.
Geçecek dedi yaşlı adam.
Geçecek.
Geçecek mi?
Hem yaşlı adam hem de sandalyeler onayladı onu. Hep beraber geçecek dediler.
Geçsin lütfen.
İki sandalye bir yaşlı ve bir genç bir oldular bu kez. Geçsin istediler.
Çiçekçi geldi sonra elinde krizantemle. O da geçecek dedi.
Yaşlı, genç ve çiçekçi birlikte yürüdüler metroya bu kez. İkisi iki kolunda beraber attılar ilk adımı. Sonra ikinci ve üçüncüyü. Dört, beş altı, yedi ve sekiz.
Oldu. Sonra bir kez daha ve tekrar. En sonuncusunu kendisi başardı. Oldu dedi.
Geçer dedi yaşlı adam. Geçer dedi çiçekçi. Geçer dedi sandalyeler. Ancak sandalyelerin sesi duyulmadı.
Eline baktı genç adam daha merhametliydi. Gönlü de.
Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer,
Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer,
Gam karar eyliyemez hande-i hurrem de geçer,
Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer,
Gece gündüz yok olur, an-ı dem adem de geçer,
Bu tecelli-i hayat aşk ile büktü belimi,
Çağlıyan göz yaşı mı, yoksa ki hicran seli mi?
İnleyen saz-ı kazanın acaba bam teli mi?
Çevrilir dest-i kaderle bu şu'unun fili mi,
Ney susar, mey dökülür, gulgule-i Cem de geçer(Neyzen Tevfik).
Dr Faik Özdengül