Prof. Dr. Ali Akpınar
Gündemi İzlemek ve Belirlemek!
Bize ait olmayan değerler… Bize ait olmasa da bir türlü kayıtsız kalamadığımız olaylar ve gelişmeler… Yaşadığımız toplumda pek çok insanın ilgilendiği ve hatta bizzat yaşadığı şeyler… Anneler günü, babalar günü, kadınlar günü, sevgililer günü ve benzeri kutlamalar…
Biz ne dersek diyelim, nasıl anlarsak anlayalım, çevremizde bulunan pek çok insan bu gün ve kutlamalarla ilgileniyor ve onların içerisinde aktif olarak yer alıyorlar. İnanarak yahut inanmayarak, benimseyerek yahut benimsemeyerek, kendilerine ait olmadığını bilerek yahut bilmeyerek bu etkinliklerin içerisinde yer alıyorlar.
Bu durum karşısında bizler ne yapacağız. Kendi değerlerinden habersiz bu insanlarımızın sergiledikleri bu tavırlar karşısında duyarsız mı kalacağız? Onlara karşı herhangi bir görevimiz yok mu, onlara ilgisiz kalmakla onları bu kör taklitlerin içerisine terk etmiş olur muyuz? Bu konuda bize bir sorumluluk düşer mi?
Bilinçli Müslüman, yaşadığı toplumun gidişatı karşısında duyarsız kalamaz. Sözgelimi peygamberler, yola çıktıklarında pek çok konuda ters düştükleri toplumlarının gidişatına duyarsız kalmamışlardır. Onlarla ilgilenmişler, onları uyarmışlar, onların doğrularına katılmışlar, onları doğruya yönlendirmişlerdir. Bu tavır hem o birlikte yaşadığımız insanlara doğruları anlatma adına gerekli, hem de kendi insanımızı kendi değerlerimizde tutma adına gereklidir. Elbette etrafımızdaki insanların yanlışlarına dikkat çekeceğiz, onları uyaracağız.
Öte yandan doğru/hikmet bizim yitiğimiz olduğu için, başka kültürlerde gördüğümüz doğruları/hikmetleri sahiplenmekten de çekinmeyeceğiz. Zira bugün başka kültürlerin içerisinde de tevhid kökenli pek çok değer olabilir. Çünkü insanlık tarihinde hak batıldan öncedir. Batıldan önce hak vardı. İlk insan, ilk peygamber Hz. Âdem’dir. Yeryüzünde önce tevhid hayata hâkim oldu. Şeytanın insanı aldatması ve ayartması sonradandır. İnsanın yeryüzünde kan dökmesi fesat çıkarması ise Kâbil’in kardeşini öldürmesiyle ile başlamıştır. Dolayısıyla ilk peygamberle başlayan tevhid, sonraki tüm kültürleri etkilemiştir. Bu yüzden sapmalara rağmen, sonradan oluşan kültürlerde tevhidin izlerine rastlamak mümkündür.
Sergilediğimiz/sergileyeceğimiz her tavır gibi, bu tavrın da Kitap ve Sünnetten bir temeli olmalıdır tabi ki. Kur’ân’da Hz. Musa peygamberin Firavun ve sihirbazlarına meydan okumaları, Hz. Musa’nın isteği üzerine bir bayram gününe denk getirilmişti. Firavun ve kavminin bayram günü. (Bkz. 20/59) Çünkü o gün, pek çok insanın bir araya gelip toplandıkları bir gündü. Hz. Musa da o gün karşı karşıya gelmeyi özellikle kabullenmişti. Böylece Hakkın batıla galip gelmesine tüm herkes şahit olmalıydı. Nitekim öyle de olmuştur.
Burada Hz. Musa’nın, içerisinde yaşadığı toplumun bayram gününde onlarla bir araya gelmekten çekinmediğini görmekteyiz. Önemli olan bir araya geliş amacıdır. Nitekim Hz. Musa’da hakkın galebesi için onların bayram gününe katılmıştır.
Peygamberimizin, peygamber olmadan önce Mekke’de kurulan Erdemliler Hareketi/Hılu’l-Fudul’un içerisinde aktif olarak yer aldığını hepimiz biliriz. Efendimiz, peygamber olduktan sonra da böyle bir oluşumun güzelliğine işaret etmiştir.
Müslümanlar Mekke dönemini yaşarlarken, dünyanın bir başka yerinde Kitap Ehli Bizanslılar ile Ateşperest İranlılar arasında büyük bir savaş olmuş ve sonuçta Bizans kaybetmişti. Mekke müşrikleri bu olayı, nasıl ki ateşperest İran, kitap ehli olan Bizans’ı perişan etti, biz de siz Kur’ân ehli Müslümanları tarihten sileceğiz, diyerek Müslümanların aleyhine kullanmaya kalkmışlardı. Bu müşrik propagandası bazı Müslümanları üzmüş, bunun üzerine Rûm suresinin ilk ayetleri inmişti.
Ayetlerde ilk on yıl içerisinde Rumların, İranlıları mağlup edeceği haber verilmişti. Bu müjde Müslümanları sevindirmişti. Nitekim sonuç Kur’ân’ın haber verdiği gibi de olmuştur.
Burada Kur’ân, Müslümanlara dünya gündemi ile ilgilenmelerini istiyor ve onları adeta gündemdeki olayların içerisine çekiyor. O zamanlar İran ve Bizans, Mekke Müslümanlarına çok yakın da değildi. Ama Müslümanlar, kendilerinden çok uzaklarda olan bu olaya kayıtsız kalmadılar, kalamazlardı da.
Günümüzün küçülen dünyasında, Müslümanların gündemdeki gelişmelere kayıtsız kalması da düşünülemez. Müslümanlar, gündemi takip etmeli ve dünya gündemi içerisinde kendi gündemlerini oluşturmaya çalışmalıdırlar.
Peygamberimiz, Medine’ye hicret edince orada bulunan Yahudilerin Aşûre gününde oruç tuttuklarını gördü. Bunun sebebini sordu. Onlar da o günün kendi tarihlerinde önemli bir yeri olduğunu ve Hz. Musa’ya sevgilerinden dolayı o günü oruçlu geçirdiklerini söylediler. Peygamberimiz, kendisinin Hz. Musa peygambere onlardan daha yakın olduğunu söyleyerek o günü, bir gün öncesi ve sonrası ile birlikte oruçlu geçirdi, ashabına da bunu tavsiye etti.
Bu olayda da Peygamberimizin, içerisinde yaşadığı toplumun özel günleri ile ilgilendiğini, o kutlamaların gerekçesini öğrendiğini ve onlara alternatifler getirdiğini görmekteyiz.
Sonuç olarak, içerisinde yaşadığımız toplum/dünyadaki gelişmeler ve yaşananlar bizim kayıtsız kalmamamız gereken şeylerdir. Önemli olan bunların akışına kendimizi kaptırmadan, onları tevhidi anlatmaya ve yaşamaya vesile kılarak değerlendirmektir.