Prof. Dr. Ali Akpınar
HZ. NUH’UN EVLADINA SON NASİHATI
Kur’ân’da anlatılan kıssaların her birinin her cümlesinde bizler için sayısız ibretler vardır. Bunlar bize, ibret alalım diye anlatılıyor. Asla bilgilenmek için değildir.
Bu cümleden olarak Kur’ân bize, Hz. Nuh’un kavmi arasında dokuzyüz elli sene (Kur’ân’ın ifadesi ile bin eksi elli sene) kaldığını haber verir. And olsun ki, Nuh'u kavmine gönderdik; aralarında dokuz yüz elli yıl kaldı. Sonunda onlar haksızlık yaparken, tufan onları yakalayıverdi. (29/14) Kaynaklarımız Hz. Nuh’un bin elli sene yaşadığını, dokuzyüz elli sene peygamber olarak onları irşat ettiğini söyler. Bu sürenin Nuh Peygamberin ömrü olarak değil, Hz. Nuh’un tevhid mesajının kavmi üzerinde kalış süresi olarak anlayanlar da olmuştur. Tartışmalar bir tarafa biz, bu ifadeden Nuh Peygamberin uzun bir süre kavmine nasihat ettiğini anlarız.
Şöyle ki, Cenab-ı Hak, her insana/topluma düşünüp aklını başına alacak bir süre tanıdığını söyler: Öğüt alacak kişinin öğüt alabileceği kadar bir süre sizi yaşatmadık mı? (35/37) Nuh kavminin sonunda tufan ile helak edildiğini biz yine Kur’ân ayetlerinden öğreniyoruz.
«Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi gece gündüz çağırdım.» Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını artırdı. Doğrusu ben Senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. (71/5-9)
Demek ki Allah’ın Peygamberi onlara akıllarını başlarına alacak yeterli bir sürede tebliğ vazifesini layığı ile yerine getirmiştir. Zaten ayetlerde Hz. Nuh’un her şartta ve her ortamda onlara davetini bıkmadan, yılmadan, tehditlere aldırmadan yerine getirdiği açıklanır:
Nuh Peygamber, Tufan öncesi karısına ve çocuklarına ve elbette helak olan oğluna da tevhidi uzun uzun anlatmış, onları hak dine davet etmiştir. Sayıları az da olsa O’nun bu davetinden nasiplenen kimseler olduğu gibi, evlatlarından da ona iman edenler olmuştur. Ancak O’nun bir oğlu O’na inanmamış, O’nu yalanlamıştır. Hz. Nuh peygamber son ana kadar oğlu ile ilgilenmeye devam etmiş, dalgalar yükselip oğlunun boğulanlar arasında olduğunu fark edinceye kadar O’nu kurtarmak için çırpınmıştı. Gemi, dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken, Nuh, bir kenarda ayrı kalmış olan oğluna «Ey oğulcuğum! Bizimle beraber gel, kâfirlerle birlik olma» diye seslendi. Oğlu: «Dağa sığınırım, beni sudan kurtarır» deyince, Nuh: «Bugün Allah'ın buyruğundan O'nun acıdıkları dışında kurtulacak yoktur» dedi. Aralarına dalga girdi, oğlu da boğulanlara karıştı. (11/42-43)
Ne var ki Peygamber Babanın oğlu için bu çırpınışları, oğluna fayda vermemiş ve oğul inanmamıştır. Nuh Peygamber, oğlunu boğulurken de baba şefkatiyle sahiplenip kurtarmak istemişse de Yüce Rabbimiz, diyerek O’nu uyarmıştır.
Nuh Rabbine seslendi: «Rabbim! Oğlum benim ailemdendi. Doğrusu Senin va’din haktır. Sen hükmedenlerin en iyi hükmedenisin» dedi. Allah: «Ey Nuh! O senin ailenden sayılmaz; çünkü o kötü bir iş işlemiştir; öyleyse bilmediğin şeyi Benden isteme. İşte sana öğüt, bilgisizlerden olma» dedi. Rabbim! Bilmediğim şeyi Senden istemekten Sana sığınırım. Beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen kaybedenlerden olurum dedi. (11/45-47)
Bütün bu anlatılanlardan bize yansıyan mesajları ise şöyle hülasa etmek mümkündür:
Her mükellef insan, son nefesini verinceye kadar tebliğe muhataptır ve davetçinin konusu olmaya devam edecektir.
Davetçi, son ana kadar kendi çocuklarını da ihmal etmemeli, onları da kurtarmaya gayret etmelidir.
Küfür/inkâr üzere ölmüş bir kimse, ne kadar yakınımız olursa olsun; Müslüman olarak artık onu sahiplenmeye ve ona dua etmeye hakkımız yoktur. Zira küfür üzere ölmüş olmak, bütün bağları koparır.