İhtilal Günlerinden Kalanlar

İhtilal Günlerinden Kalanlar

Saf saf etrafa bakınarak yürüyecektim ki hemen bir polis memuru kolumdan tuttu “Nereye?” dedi, “İşe” abi dedim. Kolumdan tuttu “Geri dön” dedi ben “Abi tutma işe geç kaldım.

İSMAİL DETSELİ


 


1960’ın ilk ayları Şubat 15 veya 20 mübarek bir ramazan gününde köyümüze anasını ziyarete gelen bir akrabam ile bende para kazanmak için onun himayesinde İzmir’e (gurbete) gidiyorum. Şiddetli bir kış ayı köyden bindiğimiz açık bir kamyonun kasasında Konya’ya indik ve hemen Eski Garaj olarak bildiğimiz şimdi dolmuşların kalktığı yer, o zaman Konya’nın en büyük garajıydı. Etrafı duvarla çevrili büyükçe bir girişi bir de çıkış kapısı vardı.


Zamanın büyük otobüs şirketi olan Oto Nakliyat şirketinden İzmir için bilet aldık. Saat 9’da burunlu eski bir Mercedes Benz otobüse bindik. 35–40 kişilik otobüstü ama en az 50 kişi vardı. Oturaklarda oturan müşterilerden hariç otobüsün koridorunda, tabure tabir edilen basit oturaklarda yolcular oturuyordu. Otobüsün ani freniyle hepsi birden taâ şoförün yanını buluyordu, yıkılmadan birine çarpmadan gidilebilirse tabi. Ayrıca o köyden gurbete taşınan erzak çuvalları, tahta bavullar, yatak balyaları otobüsün üstündeki bagaja konmuş halatla güzelce sarılmış. Otobüs yük kapasitesini aşmış yola çıkıyoruz. Doğru dürüst asfalt yok her taraf stabilize. Beyşehir Isparta üzeri yollar virajlı, otobüsümüz her viraja girişinde carrrt diye kaporta tekere sürtüyor, otobüsün içini bir toz bulutu kaplıyor. İnsanlar otobüsün içinde birbirini göremiyor ve tanıyamıyor.


Uzatmayalım tam 20- 22 saatte İzmir garajına varıyoruz. Bir hayli güçlük çekerek garajdan tuttuğumuz bir taksi ile akrabamızın Eşrefpaşa bayram yerindeki evine kendimizi atıyoruz.Yoldaki çektiğimiz onca zahmette ne orucumuzun değeri kalıyor ne de bizde hayır kalıyor. Bana birkaç gün misafirliğim çıkana kadar İzmir’i tanıma fırsatı tanınıdı. Annemin amca oğlu olan merhum akrabamızın -Allah rahmet eylesin- evinde kalıyordum. Ne kadar boş gezebilirsin şehir yerinde. Akrabalarım bana bir pastanede 15 lira haftalıkla iş buluyorlar ve başlıyorum çalışmaya. Burada başıma 4-5 tane uzun poğaça tavası koyuyorlar. 500 metre uzaktaki fırına pişirtmeye götürüp getiriyorum, işin zorluğuna tahammül edemedim. Yine eskiden İzmir’de olan akrabalarımdan yardım istedim. Onlar da bir başka aşevinde yani lokantada iş buldu. Bu işyerinde 35 lira haftalık alacaktım. Pazar günü de tatilim vardı. Buraya sabah 5’te iş başı yapıyorum, akşam 4’te de paydos oluyordu. İşim fena değildi.


Tatil günümde İzmir’i iyice tanımaya çalışıyorum. İzmir büyük bir şehir her gittiğim mahallelerde çarşının işlek yerlerinde kahveler kıraathaneler görüyorum Anadolu’dan yeni gelmişim. Ocak ne, bucak ne bilmem. Kahvelerin önünde falan kahve DP Ocağı bir başka yerde CHP Ocağı yazıyor. Büyüklerime soruyorum, bu nedir diye… “Oğlum orası halk partililerin kahvesi, şurası demokrat partililerin kahvesi, biz oralara giremeyiz sen de girme bizim öyle şeylerle ilgimiz olmaz” diyorlar. Geçekte insan o kahvelerin önünden geçerken çalan müziklerden bile ürperiyor. Kiminde “olur mu böyle, olur mu kardeş kardeşi vurur mu” diyor kiminde bir başka marş çalıyor plaklar. “Kim kimi vuruyor acaba” diye kafa yormaya çalışıyorum, ama henüz yaşım 15… Daha siyaset nedir, politika nedir bilmiyorum. Benim derdim sadece para kazanmak, köydeki fakir aileme, anama babama kardeşlerime para göndermek. Çalıştığım dükkâna bazı gazeteler geliyor. Şöyle fırsat buldukça bakıyorum. Her yerde talebe hareketleri mitingler, gösteriler falan yazıyor bunlar beni pek etkilemiyor. Benim işim para 35 lira alıyorum aş evinden yiyip içiyom. Masrafım yok, belki daha pantolonum yamalı, ceketim yırtık üstümde paltom gocuğum yok ama keyfim iyi. Akrabalarımın evinden ayrıldım. İkiçeşmelik’te Kestelli caddesinde Çınarlıhan diye bir aile hanı vardı orada bir köylümüz vardı Kadir abi. Onun yanına yerleştim. 30 lira odanın aylığı, Kadir abi 25 lirasını veriyor ben de 5 lirasını veriyorum. Benim bir yatağım bir de tahtadan bavulum var. Kadir abi beni sabah erkenden kaldırıyor, işime gidiyorum. sağ olsun ellerinden öpüyorum Allah uzun ömürler versin. Hafta sonlarında akrabalarımı ziyaret edip hepsi ile tanışmaya can atıyorum. Onları görünce seviniyorum daha gurbete alışamadım ana baba kardeşlerim köyüm burnumda tütüyor.


Nihayet yine bir sabah erkenden Kadir abi yatağından seslendi “Kalk İsmail geç kalma” dedi. Hemen acele giyindim, işe geç kalmışım. Saat 5’ti. O saate fırına yemek tepsilerini götürmem lazım. Tam hanın kapısından dışarı çıkıyorum hancı iri yarı Rüstem ağa yukardan gürledi “Nereye len?”. “İşe gidiyom Rüstem baba” dedim. O “dur yasak” falan diye bir şeyler söyleyecek oldu ama kim dinler, ben hemen dışarı fırladım. Patron kızacak diye korkuyorum ama caddede hiç kimseler yok. Erken ama her gün o caddede işine giden çok adam olurdu. Saf saf etrafa bakınarak yürüyecektim ki hemen bir polis memuru kolumdan tuttu “Nereye?” dedi, “İşe” abi dedim. Kolumdan tuttu “Geri dön” dedi ben “Abi tutma işe geç kaldım. Patron kızacak” derken “Hadi len dön evine bugün iş güç yok” dedi. “Abi yapma ne olursun ustam döver, paramı keser” dedim. “Korkma kimse dövemez ama bu kadar üstelersen ben seni döverim haaa, bugün ihtilal oldu len” dedi. İşte 27 Mayıs 1960 ihtilali… “Abi ihtilal ne?” diye sordum, “Hükümet yıkıldı oğlum!” dedi polis, “Abi yıkıldıysa yapsınlar bana ne bundan bırak işime gideyim” dedim. Polis bana durumu izah edememenin verdiği sinirle “Hadi len evine git yat, hayvan herif başka işim yok da seninle mi uğraşacağım” dedi ve bir Tokat’ı da suratıma yapıştırıverdi. Döndüm baktım, her yer polis kaynıyor hemen hana girdim. Hancı “Len eşşoğlu eşşek. Ben sana gitme dedim” derken ona falan bakmadan hemen yattığımız odamıza geldim “Kadir abi, kadir abi kalk ihtilal olmuş her yer polis jandarma kaynıyor” dedim. Adam yataktan ok gibi fırladı “Neeeee” dedi gözleri parladı. Ve hemen masamızın üzerinde duran koca Philips  marka radyonun kulağını çevirdi. Çok sert bir asker sesi durmadan şu anonsu geçiyordu “Dikkat dikkat! Kimse evlerinden çıkmasın, ihtilal olmuştur ordu duruma hâkimdir. Konuşan ihtilal konseyi başkanıdır ikinci bir emre kadar evlerinizden çıkmayınız.


Böyle diyordu ve durmadan marşlar çalıyordu. Bu ihtilalle 14 Mayıs 1950’de yüzde 53’ü geçen bir oy çokluğu ile iktidar olan Adnan Menderes Başbakanlığı’ndaki Demokrat Parti hükümeti de sona ermiş oluyordu. Tutuklanarak yassı adaya hapsedilen zamanın Başbakanı merhum Adnan Menderes ve Cumhurbaşkanı celal Bayar merhuma ve diğer kabine üyelerine tutuklulukları esnasında çok işkence edildiği söylenir. Milli birlik komitesi Tarafından kurulan yüksek adalet divanı tarafından mesnetsiz birçok düzmece suçlamalarla muhakeme dilen merhum devrik Başbakan Adnan Menderes. 17 Eylül 1961 günü yüksek adalet divanınca verilen mahkeme Başkanı Salim Başol Başsavcı Altay Ömer Egesel başkanlığındaki hakim heyetinin verdiği ceza Milli Birlik Komitesi’nce tasdik edildikten sonra idam cezası hükmü 16 Eylül 1961’de devrik Demokrat Parti’nin Türkiye Dışişleri Bakanı Hasan Polatkan ve Türkiye’nin maliye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ile birlikte bir gün ara ile idam edilmişlerdi. Allah rahmet eylesin.


Bu ihtilalden sonra ihtilalin baş mimarı olan albaylar, ihtilal sonrası yapılan icraatları beğenmeyip kendi aralarında anlaşmazlığa düştüler. Bunlardan Alpaslan Türkeş’in de aralarında bulunduğu 14 albay, yabancı ülkelere ateşe olarak gönderildi. Bunlar 14’ler diye tanındı. Bir başkası vardı ki Albay Talat Aydemir’di. İhtilalin içinde olmasına rağmen ihtilal sırasında Kore’de bulunan Aydemir de ihtilal sonrasından beklediğini bulamamıştı. Bunun için ona da sus payı olarak Harp Okulları Komutanlığı verildi. Ama Aydemir orada rahat durmadı ve 22 Şubat 1962’de harp okulu öğrencilerini silahlandırıp bir ihtilale kalkıştı. Dönemin İnönü Hükümeti bu darbe teşebbüsünü çabuk bastırdı. Aydemir tutuklandı ülkedeki durumun hassasiyetine binaen özel bir kanunla af edilip salıverildi. Yalnız Talat aydemir bir türlü içindeki hırs ve kini yenemiyordu 21 Mayıs 1963’te yine bir ihtilale kalkıştı bu ihtilalde başarılı olmadı ve Talat Aydemir bu kez idamla cezalandırıldı.


Bu karmaşa merhum Ragıp Gümüşpala’nın kurduğu AP hükümetleri ve Süleyman Demirel’in Demokrat Parti’nin devamı olarak propagandasını sürdürüp güzel bir şekilde yürürken yine bir aksama oldu. Bu kez de 12 Mart 1971’de Memduh Tağmaç Genelkurmay Başkanı iken Demirel hükümetine bir muhtıra verildi. Siyasi idare bir kere daha sekteye uğruyordu. Ülkede istikrar sağlanamıyor koalisyon hükümetleri bir türlü ülkenin dertlerine çare olamıyor, gençler çeşitli gruplara ayrılmış bir türlü ortalık sakinleşmiyordu. Böylece 12 Eylül 1980’e gelindi. Hadi bakalım Kenan Evren’in başında bulunduğu askeri darbe gerçekleşti. Birçok gencimiz yok sağcı, yok solcu diye ceza evlerine gönderildi. İhtilal sonrası normal siyasi döneme geçildi. Özal Hükümeti tek başına iktidar olunca bir nebze ortalık düzeldi. Bu çıkmazlar biraz olsun ortadan kalktı. Özal devriyle sağcıların ve solcuların şahsi kinleri kaybolmuş ve ülkede istenen istikrar sağlamıştı. Bundan sonra da Erbakan döneminin meşhur 28 Şubat dönemine gelindi.


Bu da büyük bir darbe gibiydi. Ülke yeniden birilerinin zoruyla kaosa sürüklendi. Gelen koalisyonlar, ülkeyi bir türlü istediği refah düzeyine çıkarmaya yetmedi. Aksine her şey daha kötüye gitti. Dış itibarımız zedelendi ve 3 Kasım 2003 seçimleri geldi çattı. Artık koalisyonlardan çekilen zararlar canına tak diyen halk birleşti ve tek başına AK Parti’yi iktidar yaptı. Yaptı da bizim iyiliğe de kötülüğe de hiç tahammülümüz yok. Hadi kötülüğe tahammül edilmez ama ya iyiliğe, ya istikrara, onu da bazı kesimler hazmedemiyor.


Onlar daima karmaşa istiyorlar. Kurt bulanık havayı sever derler ya eskiler… İşte bu da öyle… Bulanık havayı seven o tip insanlar da çıkarları için yırtınıyorlar…  Hükümet 3 seneyi doldurmadan tekrar seçim senaryoları yazıldı. 4. yılda da Çankaya krizi başlatıldı. Vakit gelince millet zaten cevabını verecek. O zaman en iyi kararı verelim. Ülkeye istikrar gelsin. Allah ülkemize dirlik, düzenlik insanlarımıza da sağlık ve esenlikler versin. Ülkemizi iç ve dış düşmanlardan muhafaza etsin. Amin