Ahmet Ünver
İletişim Kurmadan Olmaz!
İnsan ve Kurumlar, çevresi ve paydaşları ile iletişim kurmadan varlığını devam ettiremez! Bir yerde Kurumsal bir durumdan söz ediyorsak mutlaka bu kurumun tabii ki paydaşları ve bağlıları olan insan toplulukları da olacaktır. İnsanın olduğu yerde de İletişim! İletişimi tarif ederken, bizim medeniyetimiz ve kültürümüz aynı zamanda insan insanın zehrini alır ifadesi de boşa söylenmemiştir. İnsan da nasıl bir Zehir varsa?! Bireyin iç huzura ermesi, mutlu bireyler ve huzurlu bir topluma da erişebilmek için bireyin yakın çevresi ile kurmuş olduğu sağlıklı iletişim çok önemlidir. Aksi halde, Sonsuz Kudret Sahibi Yüce Allah, bizleri toplum halinde değil, yalnız başına dağlarda yaşamasını da murat ederdi. Öyle bir şey reel olamayacağına göre! Hz. Allah; Biz insanları tanışıp bilişsinler diye farklı kavimler halinde yarattık buyurmuyor mudur?! Tanışıp bilişmek de iletişim değil midir? Kurumlar ise özellikle üyeleri ve paydaşlarına yönelik olarak kurumdaki gelişmeler, başarı ve başarısızlıklar hakkında iletişim kurmadan haberdar olunamaz! Hem de iletişim kanallarının her gün arttığı günümüzde! Kurumsal aidiyet kültürünün oluşması ve gelişmesi de kurumsal üye ve gönüldeşleri ile sağlıklı iletişim ile ancak kurulabilir. Kurumsal kültür ve kurumsal felsefe, kurumsal aidiyetin oluşması, gelişmesi ve olgunlaşması da iletişim ile varılabilecek hedeflerdir.
Bir kurum, kurumsal kültürü ve kurum felsefesi doğrultusundaki hedeflerine varabilmesi için paydaşları ile mutlaka iletişim halinde olması gerektiğini vurgulamıştık. Bir kurum paydaşları ile olan iletişimi yok saydığı veya hafife aldığı durumlarda ise dedikodu ortalığı kaplayacaktır. Doğa boşluğu da kabul etmeyeceğine göre! Dedikoduyu yönetemediğiniz durumlarda ise sonuçlar daha da kötü olabilir! Kriz yönetilemez hale gelir ve kurumsal yapıya da zarar verebilir! Her kurumun dostları ve sevenleri olduğu gibi rakipleri ve düşmanları da olacaktır. Doğanın kuralı da böyle değil midir? Kurumsal yapılar için farklı kesimlerden kara propaganda ve algı yönetimleri de olacaktır! Neden? Rekabet olmadan, gerçek ve doğruya erişmek nasıl olacaktır?! Tabii ki böyle zamanlardaki duruşunuz ve metanetiniz, sağlıklı iletişim kanallarından gelen bilgiler doğruyu görmemizi kolaylaştıracaktır! Hiçbir şey tek olarak yaratılmamıştır. Zıddı olmayan hiçbir şey var ve kaim olamayacağına göre! Her şey zıddı ile ancak görünür ve bilinebilir!
Kurumsal yapıların kurumsal kültür ve kurum felsefeleri doğrultusunda tüm paydaşları ve rakiplerine yönelik olarak iletişim kurması gerektiğini ifade etmiştik. Kurumsal yapı, kurum kültürü doğrultusunda iletişimi kendisi veya doğrudan kurum tarafından atanmış bir sözcüsü yapmadığı takdirde, kurumsal yapıya kendisini ait hisseden, sözcü olduğunu ve olabileceğini de vehmeden, zanneden ve bu sorunlu, sıkıntılı, iletişim krizi durumundan kendisine vazife çıkaran bireyler doğrudan kendilerini sözcü olarak atayacaklardır. Doğru mudur? Olması gerekir mi? Kurumsal yapı buna izin vermeli midir? Kendisini spontane olarak kurum sözcüsü atayan birey, kurumsal yapı ve kültüre ne kadar haiz olabilir? Bulunmuş olduğu sosyal, siyasi konumu ve gelecek kaygısı çerçevesinde kurumsal kültür ve felsefeye aykırı bir ifade ve söz kullanmayacağının garantisi var mıdır? Tabii ki yoktur! Kullanacağı her hangi bir sözcük devlet yönetim sistemi ve kanunlara da aykırı olma ihtimali var mıdır? Elbette ki olabilir! Daha nice sorular.. Çok büyük ve milyonlar ile ifade edilen paydaşı olan bir Kurumsal yapı, konuşmuyorum, paydaş ve rakiplerim ile iletişim kurmuyorum, görüyorsunuz, anlatmaya gerek yok demek gibi bir lüksü kesinlikle olamaz! Çıkıp konuşmalı, açık ve şeffaf bir şekilde iletişim kurmalısınız!
Daha önceki yazılarımda iletişimin öneminden, özellikle de iletişim uzmanlığından birçok defalar dem vurmuştum. Yüz binlerce üyesi ve binlerle ifade edeceğimiz çalışanı ve paydaşı olan bir kurumsal yapıdaki iletişim biriminin idareciliğine alanında hiç bir ilgisi, eğitimi ve uzmanlığı olmayan bireyleri getirirseniz öncelikle bilime ve kurumsal yapıya da saygısızlık etmiş olursunuz, demiştik. Bilime ve özellikle de araştırma ve geliştirmeye daha fazla önem vermesi gereken eğitim kurumlarımız, bilim ve uzmanlığa saygı duymadığı takdirde toplumun diğer kesimleri neden saygı duysunlar ki?! Hatta o günlerde; On bin saat kuramı gereğince, on bin defa videodan kalp ameliyatı veya beyin cerrahi ameliyatı izlediğini söyleyen bir kişi de çıkar, ben artık uzman oldum ve mezkur ameliyatları da yapabilirim derse ne yapacaksınız, şeklinde serzeniş, uyarı, ikaz ve ifadelerde bulunmuştum! Nasıl ki ayağınız kırıldığı veya çıktığında, mahallenizdeki kırık veya çıkık işlerinden anlayan uzman(!) bir amcaya gitmiyorsanız! İletişim de eğitim ve uzmanlık isteyen bir meslek alanıdır! Bilime ve uzmanlığa bilimin merkezi olan yerler saygı göstermez ve toplumu da buna inandıramaz bir konumda olursa, toplum yığınları olan kalabalıklar ve başkaları neden saygı ve hürmet göstersinler?! Yaptığın bir işe öncelikle sen sahip çıkmalı ve saygı duymalısın! Daha sonra da başkaları…