Derviş Argun
İnsan, Ahlaka Egemen Olunca..
Ahlak ile insan ilişkisini tersine döndürüp, insanı şekillendiren bir ahlak yerine ahlakı kendisine göre evirip çeviren ve nasıl istiyorsa öyle yaşamasını ahlak kabul eden bir insan modeli ortaya çıktı. Öyle ki bu insan, eklemlendiği bu biçimin iyi olduğunu kendine ispat için, hem kendisini mutlu eden bir yaşam, hem de kalbini tatmin eden gerekçeler bulacaktı. Bu vesileyle hem kaybetmediğini zannettiği erdemlerle birlikte yaşayacak hem de sahip olduğu imkânların sefasını sürecekti. Bulduğu gerekçeler, derin felsefi çabalar ve kafa yoran uzun uğraşlar sonucu olsaydı anlaşılabilir, belki üzerinde konuşulabilirdi de. Ama sahip olduğunu zannettiği ahlaki müktesebatla, an itibariyle ulaştığı imkânlar çakışınca, imkânların işaret ettiği yöne giden bir süflilik, üzerinde tartışmayı gerektirmeyecek kadar bayağıdır. Olması gereken ahlakı hayatından kovup, olmasını istediği hayatı ikame eden bir ahlakı davet eden bu insanın, gerekçelerini konuşmak, bu bayağılığın oluşturduğu algıya teslim olmak demektir.
İslami camianın samimiyet üzerinden verdiği kayıplara hepimizin tanıklığı vardır. Hem mali, hem vicdani, hem irfani onca kaybımız vardır ve bu kayıpların neredeyse tamamı, yen içinde kalan kol misali yutkunarak hazmedilmiştir. Hazmedilmiştir, çünkü kolun sahibi kolu dışarıya gösterip davaya ihanet etmekle, yen içerisinde bırakıp acıya sabretmek ikilemi içinde bırakılmıştır. Bu ikilem, acıyı yaşayan küçük bedenlere ağır gelse de bir anlamda toplumun da baskısıyla kolun dışarıya gösterilmemesi olarak tezahür etmiştir. Toplum, bir biçimde bütün felaketlerin de kaynağı olan bu yöntemi besleyip büyütmüş, açtığı hasarları el yordamı yöntemlerle kapatmaya çalışmıştır.
Karaman’da küçük bedenlerin yaşadığı acıyı hepimiz biliyoruz. Hatırlamaktan utanç duyduğumuz, yazmaya ve konuşmaya hayâ ettiğimiz konu. Bizim insanımız olduğu iddiasındaki birisi, bizim mekânlarımızda, bizim çocuklarımızın geleceğini karartıyor. Biz, bu yaşananları sorgulayamadan, dahası bir özeleştiri sürecine bile dönüştüremeden mekânlarımızı koruma kaygısıyla, o küçük bedenlerin yaşadığı acılara karşı yutkunmak zorunda kalıyoruz. Davanın ulviliğini kirleten iğrenç adamlar, bu kaygıların oluşturduğu zafiyetten istifade ederek aramızda yaşamaya devam ediyorlar. Hem birikimlerimizi tüketiyorlar, hem geleceğimizi karartıyorlar hem de yaşadıkları alanı, oluşturdukları iğrençlikleriyle kirletmeye devam ediyorlar.
Muhalif siyasi partiler yaşanan her olumsuzluğu iktidar üzerinden dillendirme iğrençliği içinde olunca, yaşanan kamplaşma alınacak önlemlerin önüne geçiyor ve toplumun dengesini alt üst eden bu sorunun yapısal sebepleri incelenemeden unutulup gidiyor. O anlamda sorun üzerinden bir vakfı, derneği ya da cemiyeti imha etmeye çalışan muhalefet partileri de bu iğrençliklere karşı önleyici tedbirler alınamamasının en büyük sorumlusudur. Tüm toplum kesimlerinin, kime olursa olsun ve kimden gelirse gelsin tüm siyasi mülahazalardan arınarak eğilmek zorunda oldukları bu ve benzeri sorunların çözümünde katkı sağlama mecburiyeti vardır.
Ayrıca topluma dönük faaliyet yapan ve toplumun kendilerine dönük mali ve manevi teveccühleri ile yol giden kurumların, bu konuda topluma karşı sorumlulukları var. Tabii ki anomalik tiplerin bu kabil hastalıklı halleri hiç istemediğimiz bir biçimde kontrolümüz dışında gerçekleşebilir. Kurumsal olarak masumiyetimiz, yüksek kontrol ve uğraşlarımıza rağmen bu sızmanın fark edilememesinde saklıdır. Eğer bizim ilgisizliğimiz ve beraberinde gelen kontrolsüzlüğümüz bir hoyratlığa dönüşmüşse, bu hoyratlığın acıttığı canların acısında payımız olduğunu unutmayalım. Ne güttüğünü iddia ettiğimiz davanın ulviliği ne de kendimizde var olduğunu iddia ettiğimiz erdemli kişilik, bu acıyı yok saymamızın sebebi olamaz.
Öte yandan ne ilgili bakanlığın ne de ilgili vakıf ve derneklerin bu konuyu, muhalefetin olaya dönük iğrenç politikaları ve istismarı sebebiyle görmezden gelme hakkı yoktur. Bu yaşadıklarımızın bir daha yaşanmaması için çok hızlı bir şekilde özeleştiriye dönüştürülüp tüm vakıf, dernek ve cemiyetlerin kendilerine çeki düzen verme zorunluluğu vardır. Eğer hak edilen hassasiyeti gösteremeyeceksek, bırakalım insanların parası kasasında, çocukları da yuvasında dursun.
Unutmayalım ki;
Emanet, ancak taşındığı zaman kutsaldır.