Hasan Ukdem
Kahve Fincanları
Bir grup kariyer yolunda ilerleyen yeni mezun, eski üniversitelerindeki profesörlerini ziyaret için bir araya gelirler. Sohbet, sonunda işin ve hayatın stresinden şikâyetler başlar. Misafirlerine kahve ikram etmek isteyen profesör mutfağa gider ve yanında büyük bir termos içinde kahve ve porselen, plastik, cam, kristal olmak üzere değişik tarzda ve ucuz görünenden, pahalı ve hatta çok özel olanlarına kadar değişik kahve bardakları ile gelir. Herkes bir bardak secince, profesör şöyle söyler: “‘Fark ettiyseniz, tüm pahalı görünen bardaklar alındı ve geriye ucuz görünümlü, sade bardaklar kaldı. Kendiniz için en iyi olanı istemeniz normal olsa da bu sizin stresinizin ve problemlerinizin kaynağı aslında. Emin olun ki, bardağın kendisi kahvenin kalitesine hiçbir şey katmaz. Çoğu zaman, sadece daha pahalıdır ve hatta bazı durumlarda da içtiğimizi saklar.! Hepinizin aslında istediği kahveydi, bardak değil, ama bilinçli olarak en iyi bardaklara yöneldiniz ve sonra birbirinizin bardağına bakmaya başladınız. Hayat kahveye benzer, is, para ve toplumdaki konumunuz da bardaklar. Onlar hayati tutmak için sadece araçlardır ve seçtiğimiz bardak yasadığımız hayatin kalitesini belirlemediği gibi değiştirmez de. Bazen sadece bardağa odaklanarak kahvenin tadını çıkarmayı unuturuz. Kahvenizin tadına varın! En mutlu insanlar her şeyin en iyisine sahip değildirler. Sadece her şeyin en iyi şekilde tadını çıkartırlar.
Yaşadığımız çağın en büyük ıstırabı, başkalarının hayatına bakarak kendi hayatımızı şekillendirme isteğimizden doğuyor. Akrabalardan birinin evi, komşulardan birinin arabası, arkadaşlardan birinin ev dekorasyonu vs. Bizim hayatımızın yönünü belirliyor. Oysa hayatlar birbirine benzediği zaman monotonlaşır ve bir süre sonra, bugün olduğu gibi, stresli bir hale gelir. Eskiden olduğu gibi insanlar kendi hayatlarını kendi şartları içerisinde devam ettirebilseler daha sağlıklı bir dünya çıkacak ortaya. Ve farklılıklar birbirini beslediği için mutluluk seviyesi yükselecek. Bugün bu beslenmeden mahrum kalındığının ötesinde, birbirini yiyip tüketen bu yaşam tarzı neşemizi yok ederken, eğlencenin oyuncağı ediyor.
Arada bir dikiz aynasına bakmak gerekirken, sürekli sağa sola bakıldığı için sağlıklı bir seyrüsefer sağlanamıyor. İnsanlar bir israf bataklığında çırpınıp dururken borçlanıyor. Bu borçlanmanın zararı sadece sinirlerde tahrip yapmıyor, aynı zamanda ahlaki bir yıpranmaya da sebep oluyor. Bankalar altın çağını yaşarken insanlar, ailenin bütün fertleriyle çalışmak zorunda kalıyor, yetmiyor ikinci işler için kafa yoruluyor. Ne kadar geliri artırırlarsa artırsınlar bütçe hep açık veriyor. Çünkü havuz büyük değil delik olduğu için su tutmuyor. Kahvenin tadına değil, fincanın görünüşüne önem veren insanlar, kahvenin sağladığı muhabbet ortamını da kaybediyorlar. Muhabbet kuramayan insanlar, rekabet ortamında birbirinin rakibi oluveriyor. Oysa dini bakışımıza göre biz kardeşliğimizi temin etmeli değil miydik?
Tuz ekmek hatırını, sılayı rahimi, komşuluk hakkını tanımayan bir nesil, Kültürel bağlardan, örfi düşüncelerden ve geleneksel bakış açısından koptuğu için, bir fincanın janjanında kaybolup giderken kırk yıllık hatır yerine kırk yıllık taksitlerin altında eziliyor. Yırtık pantolonlar moda olduğu için giyiliyor ama yamanın ne olduğu dahi bilinmiyor. İşten artmaz, dişten artan diye bir atasözümüz vardı, sahi en son ne zaman bunu birinden duyduk ya da birine söyledik? Evladiyelik diye bir kelime vardı sahi bilenimiz, duyanımız kaldı mı? Her şey kullan at düşüncesiyle yok ediliyor. Sadece maddi şeyler de değil, dostluklar, arkadaşlıklar, akrabalıklar da kullanılıp atılıyor. Ama her atıktan geri dönüşüm sağlanamıyor. Tamir edilmesi mümkün olmayan şeyler var dünyada. Zamanı geri döndüremeyiz mesela. Ahlakın onarılması mümkün olmuyor mesela. Ve fani olan şu dünyada ilelebet bizim olacak hiçbir şey yok. Aldığımız nefes sonsuz değil, malımız mülkümüz hep bizim iyeliğimiz altından kalamaz, evlat ıyal bugün var yarın yok. Biz de öyleyiz, bu dünyanın kuralı bu.
Bu özenti hayatlardan, batı mukallitliğinden, kapitalist bakıştan kurtulup, bir an önce özümüze dönmeli, kendi kimliğimizi, eskiden güç alarak yeniden ortaya koymalı ve kanaat ekonomisine geçmeliyiz. İhtiyaçlarımızı, her yeri saran reklamların kışkırtmasıyla değil, inancımızın telkin ettiği yetinme bahsinde gidermeliyiz. Onun var, benim neden yok mantığını yıkıp, onun yok benim olandan onun da hakkı var düşüncesini yeniden ortaya çıkarmalıyız.
Nasıl madalyonun iki yüzü varsa, toprağın da iki yüzü var, üstünde gezip tozanlar, altında yatanlar... Unutmayalım, madalyonun öbür yüzünü de mutlaka göreceğiz...
Sevgiyle kalın.