Fatma Şeref
Kar ile Kavgaya Gidenler
Bizim oraların meşhur hikâyesidir: Gözü karalığı ve savaşçılığı ile nam salmış ama ayranı da çabuk kabaran bir aşiretin yiğitleri uzun kış gecelerini hareketsiz geçirmekte zorlanırken kar fırtınası çıkar. Hayvanların barınakları sarsılır, kadınlar feryad eder çocuklar ağlar. E, kahramanlık böyle günler için değil midir?
“Mert dayanır, namert kaçar… Meydan gümbür gümbürlenir.” Obada o kadar koç yiğit duracak değildir. Kalkıp atlarını hazırlar silahlarını kuşanırlar. Ve gecenin karanlığında tipi ile müthiş bir savaşa tutuşurlar. At kişnemeleri, kargı kalkan sesleri birbirine karışır, çatışanlarda öyle…
Sabaha karşı fırtına biraz hafifleyince sağ kalanlar, yorgun argın eve dönerler. Kadınlar sorar:
-Kim kazandı?
-Görmüyor musun çoğu ayaklarımızın altına serildi, atımızın toynaklarıyla çiğnendi. Kalanlar da işte havada uçuşup kaçıyor. Ama çok yorulduk. Bizden de çok kayıp oldu…
Türkmen oymakları içinde, genelde karşı aşiretle alay etmek için anlatılan bu güzel meseli kim uydurdu bilmiyorum ama mesajı hala geçerliğini koruyor. Kar ile kavgaya gitmiş falancalar ya da kar ile kavgaya giden filancalar denildiğinde konu anlaşılmış olur taraflar pekte önemli değildir.
Yel değirmeni, Donkişot kavgası bireyseldir. Ama bu hikâye birbirinin etkisinde kalıp bir kartopu iken çığ gibi büyüyen sonunda kendine de zarar veren toplumsal galeyana gelişleri güzel anlatır.
Son günlerde, her türlü provokasyona, kışkırtmalara karşı uyarıların artmasına ve farkında olmayan kimse kalmamasına rağmen hala sosyal medyadaki tuzaklara düşüp tahriklere kapıldığımızı gördükçe bu hikâye geliyor aklıma. Sanal düşmanlar, sahte hesaplara karşı bile savaş halindeyiz. Enerjimizi işimize ve üretmeye vermezsek kar ile kavgaya gidip yok yere kayıp veren sonra da bak ayaklarımızın altına nasıl da döküldüler diye sevinen aşirete döneceğiz. Boşa harcayacak ne bir nefesimiz ne bakışımız var oysa…
Ne giyse yakışıyor!
Evet, şimdi son yılların özlenen misafiri karın Konya’ya yaptığı ziyaretten bahsediyorum. Kara büründüğünde de ayrı bir güzellik taşıyan Kubbe-i Hadra'nın ışıltısından… Sadece Konya karı özlememiş, kar da Konya’yı özlemiş anlaşılan. Ne diyordu Hz. Pir; Sen hiç sevip de sevilmeyen gördün mü?
Sabah ağaçlar bembeyaz çiçek açmış gibi bahar akşam bir St. Petersburg havası Konya’da. Sanki Dostoyevski’nin roman kahramanlarından biri aniden önünüze çıkacak gibi. Bir kızak arabamız eksik o kadar. Böyle giderse Konyalı müteşebbisler hemen üretir onu da…
Başlığa bakıp belediyenin kar mücadelesini eleştireceğimi zannedenleri hayal kırıklığına uğratmış olabilirim. Ama o konudan şikâyetçi değilim. Belediye musluk suyundaki tesisatı bozacak kadar artan kireç, yazları olağan hale gelen kanalizasyon kokusu, dayanılmaz hava kirliliği ve Mevlana törenlerindeki fiyasko ile ilgilenip proje üretsin diye bekliyorum. Nereye adım atsam insanlar bunlardan şikâyetçi. Seslerini duyurmak için yardım istiyor. Buradan Büyükşehir başta olmak üzere sayın başkanlarımıza duyurulur.
Kara gelince, ana yolları açtılar, ara sokaklarda da biraz biz çaba gösterelim ne olur yani? Karın tadını kaçırmaya büyüsünü bozmaya değer mi?
Beyin dinlendirme ya da temizleme seanslarında aklınızda beyaz bembeyaz bir sayfa açın onu düşünün derler ya kar yeryüzü için tıpkı öyle… Ve insan ruhu için de, bu beyaz sayfanın içinde gündemi sessize alıp zihni resetlemek, sıfırlayıp yeniden başlamak ne güzel olur.
Bir hicret sevdasıdır ruhumu sardı yine.
Ruhum gibi pervasız yoldaşlar da bulundu.
Ruhum karıştı gitti bu kar tanelerine;
Şimdi yağan kar değil, ruhumdur kar yerine.
Cahit Sıtkı
Tüm kirlenmişliğe karşı bir direniş, sessiz bir başkaldırış gibidir kar… Savaşı kara değil kire karşı vermek dileğiyle… Hayırlı Cumalar